Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/472 E. 2014/533 K. 02.12.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/472
KARAR NO : 2014/533
KARAR TARİHİ : 02.12.2014

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi :İcra Ceza
Günü :18.12.2012
Sayısı : 288-377

Müşteki vekilinin şikayet dilekçesi ile sanık şirket yetkilisinin alacaklısını zarara uğratmak kastıyla ticari işletmenin borçlarını ödememek suçunu işlediği iddiasında bulunması üzerine, şirket ismi yazılarak şikayetçi olunması ve şüpheli olarak gerçek şahıs ismi bildirilmemesi gerekçesiyle İİK’nun 345. maddesi gereğince açılan davanın reddine ilişkin, Ankara 9. İcra Ceza Mahkemesince verilen 25.10.2011 gün ve 236-286 sayılı hükmün, müşteki vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 04.10.2012 gün ve 17477-16583 sayı ile;
“Dava dosyası içerisinde bulunan ve mahkemece hükme esas alınan Ankara 3. İcra Müdürlüğünün 2010/12719 sayılı takip dosyasındaki Ankara Ticaret Sicili Memurluğunun 17.05.2010 tarih ve 043610 sayılı şikayet edilen şirketin yetkili temsilcisini belirten yazısına göre sanığın tespitinin mümkün olduğunun anlaşılması karşısında bu yazıda belirtilen temsilcinin sanık olarak kabulü ile hakkında yargılamaya devam olunarak sonucuna göre hukuki durumunun takdiri gerekirken şikayet dilekçesinde şirket yetkilisi gerçek şahıs bildirilmediğinden bahisle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 18.12.2012 gün ve 288-377 sayı ile;
“Mahkememizce yeniden yapılan yargılama neticesinde; dava açılan şikayet dilekçesinde 5271 sayılı CMK’nun 170. maddesi belirtilen iddianamenin bütün şekil koşullarının bulunması zorunlu olup, icra mahkemesi şikayet dilekçesindeki suçlanan kişi ve isnat edilen eylem ile bağlı olup, resen araştırma ilkesi icra mahkemesinde uygulanamayacağından isnat edilen eylem ile ilgili olarak takip borçlusu şirketin suç tarihindeki yetkilisi olan gerçek kişinin ismi ve kimlik bilgileri bildirilmeden cezai sorumluluğu bulunmayan tüzel kişi ismi yazılarak İİK’nun 345. maddesindeki yasal düzenlemeye aykırı olarak şikayette bulunulduğu” gerekçesiyle ilk hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de müşteki vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığının “onama” istemli 17.06.2013 gün ve 74557 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; müşteki vekili tarafından verilen dava dilekçesinde şüpheli olarak gerçek bir kişinin isminin açıkça yazılı olmaması nedeniyle yerel mahkeme tarafından davanın reddine karar verilmesinin yerinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Müşteki vekili tarafından verilen dava dilekçesinin başlık kısmında ilgili icra dairesi ve dosya numarasının yazılı olduğu, şüpheli olarak “Sarsan Mühendislik Turizm İnşaat Nakliyat Ltd. Şti. yetkilisi” ibaresinin yazıldığı, mahkemesince tensiple istenilen ilgili icra dosyasının içerisinde bulunan Ticaret Sicil Memurluğunun 15.07.2010 gün ve 043610 sayılı yazısına göre 23.09.2008 tarihli karar uyarınca 5 yıl süre ile Hasan Balkan’ın şirketi temsil ve imzaya yetkili kılındığı anlaşılmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 13.02.2007 gün ve 16-28 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere; 5237 sayılı TCK’nda, cürüm-kabahat ayrımına son verilmesi üzerine, bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel kanunlardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı Kanuna uyarlanması amacıyla 5252 sayılı Kanunun 7. maddesi ile kanunlarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak İcra ve İflas Kanununda yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezasını gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.
Ancak, bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören kanun koyucu, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanununun 16. bab kapsamındaki fiilleri ikili bir ayrıma tabi tutarak, bir kısım eylemleri suç olarak, diğer bir kısım eylemleri ise kabahat olarak düzenlemiştir. Bir kısım suçların re’sen takibi öngörülmüş, diğer bir kısım suçların takibi ise şikâyet şartına bağlanmıştır. Bu husus suç tanımının yer aldığı maddelerde, “Bu suçlar alacaklının şikâyeti üzerine takip olunur”, “alacaklının şikâyeti üzerine”, “ilgilinin şikâyeti üzerine”, “zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine” ibareleriyle açıkça belirtilmiştir.
Bu düzenlemelere karşın İcra ve İflas Kanununun, bu kanundaki suçlara ilişkin muhakeme usulünü düzenleyen maddelerde, başta 349. maddesi olmak üzere köklü değişiklikler yapılmadığından, bu kanunda öngörülen şikâyete bağlı suçlar açısından kendine özgü muhakeme usulü yeni dönemde de uygulanmak zorundadır. Kanunun “Tahkikat” başlıklı 351. maddesinde de; “Şikâyetçi dilekçe veya beyanında gösterilmiş olduğu delillerle bağlıdır” şeklinde özel bir usul hükmü yer almaktadır.
Görüldüğü gibi, kanun koyucu bu suçlara ilişkin olarak, 5271 sayılı CMK sisteminden farklı bir yöntem benimsediğinden, CMK hükümleri değil, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunun ilgili hükümleri uygulanmalıdır. Bu itibarla dava açan belge olması nedeniyle müşteki tarafından icra ceza mahkemesine verilecek olan şikâyet dilekçesinin 5271 sayılı CMK’nun 170. maddesinde belirtilen iddianamenin bütün şekil şartlarını içermesi zorunluluğu bulunmamaktadır.
Bununla birlikte İcra ve İflas Kanununda kendine özgü bir yargılama sistemi öngörülmüş olması, bu kanunda düzenlenen suçlara ilişkin yapılan yargılama işlemlerinin ceza yargılaması faaliyeti olmadığı anlamına gelmemektedir. Bu kanunda aksine sınırlayıcı hüküm bulunmadığı hallerde ceza yargılamasının “usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda, somut gerçeğin her türlü kuşkudan uzak bir biçimde kesin olarak saptanması” amacı ve “adaletin tam olarak gerçekleşmesi için, öne sürülen ve olaya ışık tutabilecek nitelikteki tüm yasal kanıtların araştırılıp tartışılması” zorunluluğu, İİK’nda düzenlenen suçlara ilişkin yapılan yargılamalarda da aynen geçerlidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Müşteki vekili tarafından, yerel mahkemeye sunulan şikâyet dilekçesinin başlık kısmında şüpheli ismi yerine “Sarsan Mühendislik Turizm İnşaat Nakliyat Ltd. Şti yetkilisi” ibaresi yazılmış, dilekçede ilgili icra dairesi ve dosya numarası da belirtilmiştir. Tensiple istenen icra dosyasından da şirket yetkilisinin kim olduğunu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Diğer taraftan İİK’nun 345. maddesinde de gerçek kişiler hakkında ceza verileceği belirtilmektedir. Somut olayda müşteki vekili tarafından, şirket yetkilisi gerçek kişi hakkında şikayette bulunulmuş olup gerçek kişinin ismi dilekçede açıkça yazılmamıştır. Müşteki vekilinin, ilgili şirket yetkilisinin ismini bilmemesi veya başka bir nedenle dilekçeye yazmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi İİK’nda öngörülen yargılama sistemi gözönüne alındığında isabetli değildir.
Bu itibarla, isabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Ankara 9. İcra Ceza Mahkemesinin 18.12.2012 gün ve 288-377 sayılı direnme hükmünün, icra dosyasında şirket yetkilisi olarak belirtilen kişi sanık olarak kabul edilip yargılamaya devam edilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 02.12.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.