Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/456 E. 2014/544 K. 09.12.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/456
KARAR NO : 2014/544
KARAR TARİHİ : 09.12.2014

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi :İcra Ceza
Günü : 18.12.2012
Sayısı : 287-376

Müşteki vekilinin şikayet dilekçesiyle …yetkilisi hakkında alacaklısını zarara sokmak kastıyla ticari işletmenin borçlarını ödememe suçundan 2004 sayılı İİK’nun 333/a maddesi uyarınca açılan davanın yargılaması sonucunda, şikâyet dilekçesinde şirket yetkilisi gerçek şahıs bildirilmediğinden bahisle davanın İİK’nun 345. maddesi gereğince reddine ilişkin, Ankara 9. İcra Ceza Mahkemesince verilen 25.10.2011 gün ve 234-285 sayılı hükmün, müşteki vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 04.10.2012 gün ve 17434-16582 sayı ile;
“Dava dosyası içerisinde bulunan ve mahkemece hükme esas alınan, Ankara 3. İcra Müdürlüğünün 2010/14516 sayılı dosyasındaki Ankara Ticaret Sicili Memurluğunun 26.10.2010 tarih ve 060226 sayılı şikayet edilen şirketin yetkili temsilcisini belirten yazısına göre sanığın tespitinin mümkün olduğunun anlaşılması karşısında, bu yazıda belirtilen temsilcinin sanık olarak kabulü ile hakkında yargılamaya devam olunarak sonucuna göre hukuki durumunun takdiri gerekirken, şikayet dilekçesinde şirket yetkilisi gerçek şahıs bildirilmediğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel mahkeme ise 18.12.2012 gün ve 287-376 sayı ile;
“…Şikayet dilekçesinde 5271 sayılı CMK’nın 170. maddesinde belirtilen iddianamenin bütün şekil koşullarının bulunması zorunlu olup, icra mahkemesi şikayet dilekçesindeki suçlanan kişi ve isnat edilen eylem ile bağlı olup, resen araştırma ilkesi icra mahkemesinde uygulanamayacağından, isnat edilen eylem ile ilgili olarak takip borçlusu şirketin suç tarihindeki yetkilisi olan gerçek kişinin ismi ve kimlik bilgileri bildirilmeden cezai sorumluluğu bulunmayan tüzel kişi ismi yazılarak İİK’nun 345. maddesindeki yasal düzenlemeye aykırı olarak şikayette bulunulduğu…” gerekçesiyle ilk hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de müşteki vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli 12.06.2013 gün ve 68858 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; müşteki tarafından icra ceza mahkemesine verilen ve alacaklısını zarara sokmak kastıyla ticari işletmenin borçlarını ödememe suçundan dava açan belge niteliğinde olan şikâyet dilekçesinde şirket yetkilisi gerçek şahıs adı bildirilmediğinden bahisle davanın İİK’nun 345. maddesi gereğince reddine karar verilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Müşteki vekilinin 22.08.2011 tarihli şikayet dilekçesiyle Microdis Elektronik Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. yetkilisi hakkında İİK’nun 333/a maddesi uyarınca alacaklısını zarara uğratmak kastıyla borcunu ödememek suçundan dava açıldığı, dava dilekçesinde ilgili icra dairesi ve dosya numarasının belirtildiği, sanık kısmında ise “Microdis Elektronik Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. yetkilisi” ibaresinin yazılı olduğu,
Yerel mahkemece tensiple istenen ilgili icra dosyası içinde yer alan Ankara Ticaret Sicil Memurluğunun 26.10.2010 gün ve 63030 sayılı yazısına göre Arif İzzet Sarıtaş’ın 10 yıl süre ile anılan şirketi temsil ve imzaya yetkili olduğu,
Anlaşılmaktadır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda, bu kanun kapsamında çıkan hukuki sorunların en kısa ve basit bir şekilde çözümlenmesi yöntemi benimsenmiş ve buna bağlı olarak da kanunda düzenlenen suçlara ilişkin 346 ilâ 354. maddeleri arasında farklı bir yargılama usulü öngörülmüştür.
Kanun koyucu 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 ve 06.03.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5582 sayılı Kanunlarla İİK’nun çeşitli maddelerinde değişiklik yapmasına karşın bu özel yargılama usulünü bazı küçük değişiklikler dışında aynen korumuştur.
5237 sayılı TCK’nda, cürüm-kabahat ayrımı ve buna bağlı olarak da yaptırım sisteminde yer alan ağır-hafif hapis ayrımına son verilmesi üzerine, kanunda kabahat olarak öngörülen bir kısım eylemler 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ile idari yaptırımı gerektiren eylemler olarak düzenlenmiş, bir kısım eylemler ise suç haline getirilmiştir. Bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel kanunlardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı TCK’na uyarlanması amacıyla 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe konulan 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 7. maddesi ile kanunlarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak İcra ve İflas Kanunu’nda, yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezası gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.
Ancak, bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören kanun koyucu, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanununun 16. bab kapsamındaki fiilleri ikili bir ayrıma tâbi tutarak, bir kısım eylemleri suç olarak, diğer bir kısım eylemleri ise, kabahat olarak düzenlemiştir. Bazı suçların re’sen takibi öngörülmüşken bazı suçların ise takibi şikâyet şartına bağlanmış, bu husus da suç tanımının yer aldığı maddelerde, “bu suçlar alacaklının şikayeti üzerine takip olunur”, “alacaklının şikayeti üzerine”, “ilgilinin şikayeti üzerine”, “zarar gören alacaklının şikayeti üzerine” ibareleriyle açıkça belirtilmiştir.
İcra İflas Kanununun konu ile ilgili 333/a maddesi; “Ticaret şirketlerinde hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip olanların alacaklıları zarara uğratmak kastıyla ticarî işletmenin borçlarını kısmen veya tamamen ödemeyerek alacaklıları zarara soktukları takdirde, bu işlem ve eylemlerin başka bir suç oluşturmaması hâlinde, alacaklının şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Birinci fıkradaki suç taksirle işlendiği takdirde, alacaklının şikâyeti üzerine, fail hakkında zararın ağırlığına göre ikibin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiş olup, maddede düzenlenen suçun takibi şikâyete bağlıdır.
Dava açma yöntemi ise aynı kanunun 349. maddesinde;
“Şikâyet dilekçe ile veya şifahi beyanla yapılır. Dilekçeyi veya dava beyanını alan icra mahkemesi duruşma için hemen bir gün tayin edip şikâyetçinin imzasını alır ve maznuna celpname gönderir. Şahit gösterilmişse o da celbolunur.
İki taraf tayin olunan gün ve saatte icra mahkemesinin huzuruna gelmeğe veya vekil göndermeğe mecburdurlar.
İcabında merci, tarafların bizzat hazır bulunmasını emredebilir.
Maznun başka yerde ikamet ediyorsa istinabe yoluyla sorguya çekilir.
Maznun, şikâyeti alan veya istinabe edilen icra mahkemesinin huzuruna gelmez veya müdafi göndermezse yahut bizzat bulunmasına lüzum görülürse zabıta marifetiyle getirilir. Bu suretle de bulundurulamazsa muhakeme gıyabında görülür.
Şikâyetçi muayyen zamanda gelmez ve vekil de göndermezse şikâyet hakkı düşer.
Gelmeyen şahitlere yapılacak muamele ile borçlunun gıyabında verilen karara karşı eski hale getirme talebi hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yazılı hükümler tatbik olunur” şeklinde açıkça gösterilmiştir.
Şikâyet, aynı kanunun 346 ve 347. maddeleri uyarınca yetkili kılınan icra ceza mahkemesine “fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç ay ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl” içinde yapılmalıdır.
Görüldüğü gibi, kanun koyucu bu suça ilişkin olarak, 5271 sayılı CMK sisteminden farklı bir yöntem benimsediğinden, CMK hükümleri değil, İİK hükümleri uygulanmalıdır. Nitekim bu husus Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 gün ve 16-28 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında açıkça vurgulanmıştır.
Dava açan belge olması nedeniyle müşteki tarafından icra ceza mahkemesine verilecek olan şikâyet dilekçesinin, şüpheli veya şüphelilerin isimleri ve şikâyet konusu olaya ilişkin bilgileri taşıması gerekli olmakla birlikte, bu dava dilekçesinin 5271 sayılı CMK’nun 170. maddesinde belirtilen iddianamenin bütün şekil şartlarını içermesi zorunluluğu bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Müşteki vekili tarafından, alacaklısını zarara sokmak kastıyla ticari işletmenin borçlarını ödememe suçundan dava açılırken yerel mahkemeye sunulan şikâyet dilekçesinde şirket yetkilisi gerçek şahıs adının açıkça bildirilmediği ve fakat şüpheli bölümüne “Microdis Elektronik San. Ve Tic. Ltd. Şti yetkilisi” ibaresinin yazıldığı görülmektedir.
İcra İflas Kanununda düzenlenen suçlarda dava açan belge olan şikâyet dilekçesinin 5271 sayılı CMK’nun 170. maddesi uyarınca iddianamenin bütün şekil şartlarını içermesi zorunluluğunun bulunmaması, geniş manasıyla yapılan bu yargılamanın ceza yargılaması olması ve bu nedenle sınırlayıcı hüküm bulunmadığı durumlarda ceza yargılamasının ilgili hükümlerinin uygulanmasının gerekmesi nedeniyle, şikâyet dilekçesinde numarası yazılı olan ve yargılama dosyasına getirtilen icra dairesi dosyasında bulunan Ticaret Sicil Memurluğundan gelen belgede söz konusu şirket yetkilisinin açıkça belli olması karşısında, yerel mahkemece şirket yetkilisi olarak belirtilen kişi sanık olarak kabul edilerek yargılamaya devam olunması gerekirken davanın reddine karar verilmesi isabetli değildir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, icra dosyasında şirket yetkilisi olduğu belirlenen kişinin sanık olarak kabul edilip yargılamaya devam edilmesi gerektiği gözetilmeden, davanın reddine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Ankara 9. İcra Ceza Mahkemesinin 18.12.2012 gün ve 287-376 sayılı direnme hükmünün, icra dosyasında şirket yetkilisi olduğu belirlenen kişinin sanık olarak kabul edilip yargılamaya devam edilmesi gerektiği gözetilmeden, davanın reddine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.12.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.