Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/40 E. 2014/318 K. 10.06.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/40
KARAR NO : 2014/318
KARAR TARİHİ : 10.06.2014

Mahkemesi : BARTIN Ağır Ceza
Günü : 08.04.2008
Sayısı : 153-51

Kasten öldürme suçundan sanık F.Ç. B.’in beraatına ilişkin, Bartın Ağır Ceza Mahkemesince verilen 08.04.2008 gün ve 153-51 sayılı hükmün C.. C.. savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 23.01.2012 gün ve 10226-216 sayı ile;
“Sanığın evlilik dışı ilişki nedeniyle hamile kaldığı bu durumu ailesinden gizlediği, olay tarihinde savunmaya göre herhangi bir tıbbi yardım almaksızın evin tuvaletinde doğum yaptığı, doğum sırasında bebeğin yere düşerek başını çarptığı göbek bağının kendiliğinden koptuğu, doğan bebeğin ağlamadığı ve nefes almadığı bu şekilde tuvaletin yanındaki lavabonun altına bıraktığı, kanama nedeniyle baygınlık geçiren sanığın yakınları tarafından doğum hastanesine kaldırıldığı, olayı uzman doktora anlatması üzerine durumun ortaya çıkıp adli soruşturmaya başlanıldığı, ölüm nedeninin tespiti için Adli Tıp 1. İhtisas Kurulundan 25.06.2007 tarih 1637 sayılı rapor alındığı, raporun sonuç kısmında; ölüm nedeninin tespit edilemediği belirtilmiş ise de, bebeğin miadında canlı olarak doğduğu, yaşamını etkileyecek konjenital anomali saptanmadığı tespit edildiğine göre, ölümün doğal nedenlerden gerçekleşmediği göz önünde bulundurulduğunda;
a) Sanığın savunmasında belirttiği şekilde doğumun gerçekleşip gerçekleşemeyeceği,
b) Kordon bağının tıbbi koşullara uygun kesilmemesi ve bağlanmamasının ölüme sebebiyet verip veremeyeceği,
c) 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun 15. maddesi gereğince İhtisas Kurulu raporları kapsamı itibariyle yeterince kanaat oluşturmaya elverişli olmadığı takdirde Adli Tıp Genel Kurulundan rapor alınarak ölüm nedeninin tespitine çalışılması, sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken eksik soruşturma ile karar verilmesi” isabetsizliklerinden oyçokluğu ile bozulmasına karar verilmiş,
Daire Başkanvekili S.Z.İ. ve Daire Üyesi M. Ü. ise;
“a) Eksik Soruşturma Yönünden:
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesinin raporu bilimsel tutarlılığı ve gerekçeyi içermektedir. Genel Kuruldan yeniden rapor istenmesinin somut ve sonuca etkili bir gerekçesi yoktur. Bu raporda açıkça ölü bebeğin zamanında ve canlı doğduğu, ölü doğduğu ölümü açıklar hiçbir nedenin bulunmadığı, ölüm nedenin zorlamalı olup olmadığının adli soruşturmayla ortaya çıkarılması gerektiği belirtilmiştir. Bu nedenle eksik soruşturma nedeniyle bozma kararına katılmadık.
b) Sanığın Hukuksal Konumunun Değerlendirilmesi:
Ölü bebeğin canlı doğduğu kesin olarak raporda belirtilmiştir. Öte yandan ölümü doğuracak hiçbir neden belirlenememiştir. Tam karşıtı, bebeğin göbek bağı koparılmıştır. Bu durum yaşamsal önemde büyük bir damar yaralanmasıdır. Öte yandan mağdur bebeğin kafası yere çarpılmıştır. Tüm bunlar ve dosya içeriği açıkça ortaya koymuştur ki ölüm olgusu doğal değil zorlamalıdır. Hiç kuşkusuz sanığın eylemi ile ölüm arasında nedensellik bağı bulunmaktadır. Bu nedenlerle sanığın küçük çocuğunu öldürmek suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği görüşündeyiz.
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle sanığa yüklenen öldürme eylemi kanıtlandığından cezalandırılması gerektiği nedeniyle yerel mahkeme kararının esastan incelenip bozulması yerine eksik soruşturma nedeniyle bozma kararı verilmesi isabetsizdir” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay C.. C.. Başsavcılığı ise 04.04.2012 gün ve 204511 sayı ile;
“Evlilik dışı ilişki nedeniyle gebe kaldığını ailesinden gizleyen sanık F.. (..’in 07.11.2006 tarihinde herhangi bir tıbbi yardım almaksızın evin tuvaletinde doğum yaptığı, çocuğun canlı olarak dünyaya geldiği ancak kordon bağının koparılması ve başının yere çarpılması nedeniyle öldüğü, bu şekilde tuvaletin yanındaki lavabonun altına bırakıldığı, kanama nedeniyle baygınlık geçiren sanığın yakınları tarafından doğum hastanesine kaldırıldığı ve sanığın olayı uzman hekime anlatması üzerine adli soruşturmaya başlandığı anlaşılmıştır.
Ölüm nedeninin belirlenmesi için Adli Tıp 1. İhtisas Kurulundan verilen 25.05.2007 tarih 1637 sayılı raporda özetle ölüm nedeninin belirlenemediği ancak bebeğin miadında canlı olarak doğduğu, yaşamını etkileyecek konjenital anomali saptanmadığı bildirilmiştir.
Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesinin raporu bilimsel tutarlılığı ve gerekçeyi içermektedir. Genel Kuruldan yeniden rapor istenmesinin somut ve sonuca etkili bir yönü yoktur. Bu raporda açıkça bebeğin zamanında ve canlı doğduğu, ölümü açıklar hiçbir nedenin bulunmadığı, ölüm nedenin zorlamalı olup olmadığının adli soruşturmayla ortaya çıkarılması gerektiği belirtilmiştir.
Bebeğin canlı doğduğu ve ölümü doğuracak hiçbir neden belirlenemediği gibi tersine bebeğin göbek bağı koparılmış ve başı yere çarpılmıştır.
Tüm bunlar ve dosya kapsamı açıkça ortaya koymuştur ki, ölüm olgusu doğal değil zorlamalıdır. Sanığın eylemi ile ölüm arasında nedensellik bağı bulunmaktadır.
Bu nedenlerle hükmün sanığın küçük çocuğunu öldürmek suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulması gerekirken, yazılı şekilde eksik soruşturma nedeniyle bozulmasına karar verilmesi isabetsizdir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur. CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 26.12.2012 gün ve 4363-10012 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Sanığın kasten öldürme suçundan beraatına karar verilen somut olayda, Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay C.. C.. Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkeme kararının eksik araştırmaya dayalı olarak verilip verilmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamına göre;
07.11.2006 günü saat 13.00 sıralarında sanığın vajinal kanama şikayetiyle Bartın Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi acil servisine başvurması üzerine Kadın Hastalıkları Uzmanı tarafından muayene edildiği, muayenede sanığın doğum yapmış olduğunun belirlendiği, tıbbi amaçlı yapılan sorgulamada sanığın gece tuvalette doğum yaptığını, bebeğin ölü olarak doğduğunu, bebeği de mezarlığa gömdüklerini söylediği, bunun üzerine doktor tarafından olayın adli makamlara bildirildiği,
C.. C.. savcısı tarafından aynı gün olay yerinde incelemeler yapıldığı,
07.11.2006 tarihli olay yeri keşif tutanağında; “B.. Ç..’a ait ahşap, iki katlı evin ikinci katında evin tuvaleti yanında, tuvalete bitişik lavabo tezgahının altında bez içerisinde bir adet yeni doğmuş, göbek bağı kesilmemiş kız bebeği bulunduğu, bebeğin 51 cm uzunluğunda, takriben 1,5-2 kg ağırlığında, organ ve uzuvları teşekkül etmiş bir kız bebeği cesedi olduğu” tespitlerine yer verildiği
07.11.2006 tarihli olay yeri inceleme raporunda; “Evin içerisine girildiğinde tuvaletin önündeki holde bir kız bebek cesedi olduğu, sol ayağı üzerinde çizik şeklinde yaralanmaların bulunduğu, sağ ayak serçe parmağının kopma düzeyinde olduğu, vücudunun muhtelif yerlerinde kan lekeleri olduğu, göbek kordonunun bağlanmamış olduğu” açıklamalarının bulunduğu,
Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesinin 28.12.2006 gün ve 54897 sayılı raporunda;
“50 cm. boyunda, 2600 gr. ağırlığında, yeni doğmuş beyaz tenli kız bebeği cesedinde ölü katılığının devam ettiği, ölü lekelerinin gövde ve ekstremitelerin sola bakan yanlarında bası görmeyen yerlerde mevcut olduğu, ayak tabanı çizgilenmesi, kulak sayvanlarının gelişmelerinin tamamlanmış olduğu, göbek kordonu uzunluğu 20 cm, göğüs çevresi 34 cm, karın çevresi 31 cm, baş çevresi 34 cm, baş popo yüksekliği 28 cm, biparietal çap 10 cm, oksipito frontal çap 13 cm, mentooksipital 14 cm, ayak taban uzunluğu 8 cm, el ve ayak tırnakları pulpayı geçiyor, ayrıca dudaklarda morarma, göbek kordonu ucunun ekimozlu ve düzensiz olduğu,
…Saçlı deri altı her iki parietal solda 5x3cm. sağda 4x2cm. ölçüde periost altı fokal hematom alanları, sol parietale uyan saçlı deri altında 2cm. çapında ekimoz görüldüğü, arka fontanel kapalı olup ön fontanel 3×3,5cm. ölçüde açık bulundu. Beyin, beyincik 350 gr. tartıldığı, sol fronto temporo oksipital loblar ve sağ temporal palusta yaygın subaraknoidal kanama görüldüğü, kafa kaide kemikleri sağlam bulunduğu,
Timus normal görünümde olup, her iki akciğer göğüs boşluğunu doldurduğu yüzeylerinde peteşial kanamalar görüldüğü, renginin açık renkte olduğu, yüzey ve kesitlerinde solunum yapmış çocuk akciğeri lehine heterojen görünümde, su testleri uygulandığı, her iki akciğerin su kabına battığı ve ikisinin de batmadan kaldığı görüldüğü, kalpte büyük damar anomalisi görülmediği” hususlarının rapor edildiği, kesin ölüm nedenin belirlenmesi için dosyanın 1. İhtisas Kuruluna gönderildiği,
Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 25.05.2007 gün ve 1258 sayılı raporunda;
“07.11.2006 günü evin tuvaletinde doğurduğu Bebek Çakır hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan veriler değerlendirildiğinde;
1- Otopsi bulgularına göre yeni doğan bebeğin intrauterm miadında gelişim gösterdiği ve canlı doğmuş olduğu, yaşamını etkileyecek konjenital anomali saptanmadığı,
2- 07.11.2006 günü yapılan ölü muayenesinde ölüm sonrası değişimler ayrıntılı tarif edilmemiş olduğu, olay yerinde çekilen ceset fotoğraflarındaki görünüm, 08.11.2006 günü yapılan otopside ölü lekelerinin görünümü ve ölü katılığının devam ettiği belirtildiği, ölüm sonrası değişimler mevsim şartlarına, cesedin bulunduğu, ortama vb. gibi nedenlere bağlı olarak değişiklikler göstermekle birlikte bebeğin ölümünün otopsi tarihi olan 08.11.2006 tarihinden önceki (24-36) saatlik bir zaman dilimi içerisinde ölmüş olacağı,
3- Mevcut verilerle yeni doğan bebeğin ölüm nedeninin belirlenemediği” sonuçlarına ulaşıldığı,
Anlaşılmaktadır.
Tanık M. H.; Bartın Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları hastanesinde kadın doğum uzmanı olarak görev yaptığını, sanığı acil servise 07.11.2006 tarihinde öğle saatlerinde vajinal kanama şikayetiyle geldiğinde muayene ettiğini, muayene de plasentanın uterusta olduğunu, kordonunda vajenden sarktığını gördüğünü, kendisine doğumu ne zaman ve nerede yaptığını sorduğunda, sanığın; gece evin tuvaletinde doğum yaptığını ve bebeğin ölü doğduğunu söylediğini, bebeğin nerede olduğunu sorduğunda bebeği mezarlığa gömdüklerini söylediğini, sanığın gerekli tıbbi tedavisini yaptıktan sonra adli makamlara durumu bildirdiğini ifade etmiş,
Tanık A.. Ç..; sanığın kızı olduğunu, sanıkla aynı evde yaşadığını, olay gecesi uyandığında kızının yatakta olmadığını gördüğünü, seslendiğinde kızının ses vermesi üzerine tekrar yattığını, daha sonra sanığın gelerek kendi yatağına yattığını ve kendisinden su istemesi üzerine sanığa su verdiğini, bir süre sonra kayınvalidesinin odaya gelerek sanığın çocuk doğurduğunu söylemesi üzerine şok olduğunu, su getirdiğinde kızının üzerinde ve yatakta kan gördüğünü, sabah kızını alarak doktora götürdüğünü, o anda bebeğe bakmanın aklına gelmediğini, kızının hamile olduğunu farketmediğini, kilo aldığını da hissetmediğini söylemiş,
Tanık S.. Ç..; sanığın torunu olduğunu ve aynı evde yaşadıklarını, gece kalktığında tuvalet kapısının önünde birşey olduğunu farkettiğini, elektriklerin kesik olması nedeniyle mumla baktığında yerde olan şeyin bebek olduğunu gördüğünü, bebeğin nefes almadığını ve soğuk olduğunu farkettiği için öldüğünü anladığını, bebeğe kedinin zarar vermemesi için bir beze sarıp yere koyduğunu, sanığı kontrol ettiğinde yatağında yattığını gördüğünü, sanığın çocuk doğurduğunu annesine söylediğini, bu olayın sabaha karşı olduğunu ancak saatini hatırlamadığını, sanığı sabah hastaneye götürdüklerini, sanık ile aynı evde yaşamasına rağmen hamile olduğunu fark etmediğini dile getirmiş,
Sanık aşamalarda özetle; olayda ölen çocuğunun babasının A. B. olduğunu, bu kişi ile 5 yıldır arkadaşlık yaptığını, bu süre içinde A.’la cinsel ilişkiye girdiğini ve hamile kaldığını, hamileliğini 7-8 ay oluncaya kadar farkedemediğini, vücudunda herhangi bir değişikliğin olmadığını, bu nedenle hamile olduğunu anlayamadığını, olaydan 1 ay kadar önce vücudunun şeklinden ve karnından gelen seslerden hamile olduğunu anladığını, bu nedenle doktora gittiğini, hamile olduğunu öğrenince ne yapacağını bilemediğini, köye döndüğünde kimseye söyleyemediğini, doğum olayının gece yarısı olduğunu, olay akşamı elektriklerin kesilmesiyle herkesin erken yattığını, gece aniden uyandığını, bacak arasında yuvarlak birşey hissettiğini, bakamadığını, tuvaleti geldiği için karanlıkta tuvalete gittiğini, idrarını yapmak için birkaç kez oturup kalktığını, ayağa kalktığında bacaklarının arasından bir şeyin aniden yere düştüğünü ve küt diye ses çıkardığını, o esnada bayıldığını, annesinin seslenmesi üzerine kendine geldiğini, çakmakla baktığında tuvalet taşı üzerinde bebek olduğunu gördüğünü, kaygan olduğu ve korktuğu için kucağına alamadığını, nefes alıp almadığını veya yaşayıp yaşamadığını bilmediğini, bebeği tuvalette bırakarak annesinin yanına gittiğini, hamile olduğunu kimse bilmediği için evde bulunanlardan yardım isteyemediğini, ses çıkarmayarak yatağa gittiğini ve annesinden su istediğini, annesinin hasta olup olmadığını sorduğunu, bilahare babannesinin odaya gelerek annesine bebeğin öldüğünden bahsettiğini, gözünü hastanede açtığını, göbek bağının ne olduğunu bilmediğini, tuvalette çocuğun yere düştüğü sırada kopmuş olabileceğini, çocuğu sarıp lavabonun altına koymadığını, atılı suçlamayı kabul etmediğini savunmuştur.
Ceza muhakemesinin amacı, usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda somut gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde kesin olarak saptanması, suçu sabit olan failin cezalandırılması, kamu düzeninin bozulmasının önlenmesi ve bozulan kamu düzeninin yeniden kurulmasıdır. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir muhakeme yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle hüküm kesinleşinceye kadar, inceleme imkanı bulunan mevcut delillerin ele alınıp değerlendirilmesi, diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşmesi için, olaya ışık tutabilecek nitelikteki tüm kanuni delil ve belgelerin araştırılıp tartışılması zorunludur.
Ceza muhakemesinde hangi hususun hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp, yargılamayı yapan hakim hukuka uygun şekilde elde edilmiş akla, bilime ve mantığa uygun olan her türlü delili kullanmak suretiyle sanığın aleyhine olduğu kadar, lehine olan delilleri de araştırıp değerlendirerek şüpheden arınmış bir sonuca ulaşmalıdır. Yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan hukuka uygun yöntemlerle elde edilmiş her araç delil olarak kabul edilir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun “Bilirkişinin Atanması” başlıklı 63. maddesinde;
“1) Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re’sen, C.. C.. savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi dinlenemez.
2) Bilirkişi atanması ve gerekçe gösterilerek sayısının birden çok olarak saptanması, hâkim veya mahkemeye aittir. Birden çok bilirkişi atanmasına ilişkin istemler reddedildiğinde de aynı biçimde karar verilir.
3) Soruşturma evresinde C.. C.. savcısı da bu maddede gösterilen yetkileri kullanabilir” şeklindeki düzenlemeye yer verilmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanununa Göre İl Adlî Yargı Adalet Komisyonlarınca Bilirkişi Listelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmeliğin 3. maddesinde bilirkişi; “Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde oy ve görüşünü sözlü ya da yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya tüzel kişi” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan da hareketle, sahip bulunduğu uzmanlık bilgisiyle mahkemeye bir ispat sorununda yardımcı olup, raporu delil değil, delil değerlendirmesi aracı olan bilirkişiye başvurmanın amacı; “çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde görüş alınmasıdır”. Bununla birlikte ceza muhakemesinde bilirkişi kendiliğinden bir rol üstlenemeyecektir. Bir sorunun ne zaman uzmanlığı ya da özel veya teknik bir bilgiyi gerektirip gerektirmediğine, bilirkişi görevlendirmekle yetkili olan C.. C.. savcısı veya hâkim karar verecektir.
Anılan düzenlemeler uyarınca hâkim, çözümü ancak özel veya teknik bir bilgi gerektiren hallerde bilirkişi dinleyebilecek veya rapor isteyebilecektir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bir bilgi ile çözümü mümkün bulunan konularda ise bilirkişiye başvurmayacaktır. Kanun koyucunun uzmanlığa, özel veya teknik bir bilgiye ihtiyaç bulunduğunu baştan kabul ettiği akıl hastalığı, parada sahtecilik, moleküler genetik inceleme gibi hususlar dışında hâkimin bilirkişi raporu alması zorunluluğu bulunmadığı gibi, bilirkişi raporları da mahkemeleri bağlayıcı nitelikte değildir. İcabında gerekçesi gösterilerek bilirkişi raporunun aksine karar verilmesi de mümkündür. Nitekim bu husus, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun 23/C–3. maddesinde; “Adli Tıp Genel Kurulu kararları nihai olmakla beraber mahkemelerin delilleri serbestçe takdir hususundaki yetkilerini kısıtlamaz” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Dosyada mevcut bilirkişi raporu maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasında yeterince katkı sağlamadığı takdirde, başka bir bilirkişiden rapor alınabileceği gibi, daha geniş bir katılımlı bilirkişi heyeti oluşturulmak suretiyle yeniden inceleme yaptırılabilecektir. Bu konuda takdir yetkisi, maddi gerçeğe ulaşma gayreti içindeki yargılama makamlarına aittir. Öte yandan Adli Tıp Kurumu ihtisas kurullarından alınan raporlar maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için yeterli olmaması halinde aynı konu hakkında Adli Tıp Genel Kurulundan yeniden rapor alınabilmesi mümkündür.
Somut olayda, sağ olarak doğduktan sonra öldüğü anlaşılan bebeğin ölüm nedeninin belirlenmesi hususunun uzmanlık gerektiren özel ve teknik bir konu olduğu açıktır. 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun 1. maddesi uyarınca adli konularda resmi bilirkişilik yapmak üzere görevlendirilen Adli Tıp Kurumunca bilimsel verilere göre bebeğin ölüm nedeninin belirlenmesi gerekmektedir. Aynı kanunun 15. maddesi uyarınca ihtisas kurullları tarafından düzenlenip, kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmayan raporların, nedeni gösterilmek suretiyle Adli Tıp Genel Kurulunca incelenip karara bağlanması gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Görgü tanığı bulunmayan olayda, sanığın evlilik dışı ilişki nedeniyle hamile kaldığı, hamileliğini ailesinden gizlediği, olay tarihinde geceleyin evde bulunanların istirahat ettiği sırada herhangi bir tıbbi yardım almadan evin tuvaletinde doğum yaptığı, sanığın savunmasına göre, doğum sırasında bebeğin yere düşerek başını çarptığı, göbek bağının kendiliğinden koptuğu, doğan bebeğin ağlamadığı ve nefes almadığı, sanığın bebeği bu şekilde tuvaletin yanındaki lavabonun altına bıraktığı, daha sonra odasına gidip yatağına yattığı, sanığın babaannesi tanık S.’ın tuvalet ihtiyacı için uyandığında bebeği tuvaletin önünde lavabonun altında ölmüş olarak gördüğü, daha sonra sanığın odasına gidip aynı odada yatmakta olan sanığın annesine durumu anlattığı, bu aşamadan itibaren sanığın doğumdan kaynaklı kanama nedeniyle baygınlık geçirdiği, aynı gün öğle saatlerinde yakınları tarafından doğum hastanesi acil servisine götürüldüğü, muayene eden doktorun sanığın doğum yapmış olduğunu anladığı, doğumun nasıl gerçekleştiğine ilişkin sanığa sorduğu sorular üzerine olayın ortaya çıktığı, keyfiyetin doktor tarafından adli makamlara bildirilmesi üzerine C.. C.. savcılığınca soruşturma başlatıldığı, C.. C.. savcısınca olay yerine gidilerek bebeğin bulunduğu yerden alınarak otopsi için Adli Tıp Kurumuna gönderildiği, Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesince otopsi işleminin yapıldığı, ölüm nedeninin tespiti bakımından Adli Tıp 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen 25.06.2007 tarih 1637 sayı ile raporda bebeğin ölüm nedeninin tespit edilemediği belirtilmekle beraber, miadında canlı olarak doğduğu, yaşamını etkileyecek konjenital anomali saptanmadığı ve ölümün doğal nedenlerden gerçekleşmediği bilgilerine yer verilmesi karşısında somut olayda maddi gerçeğe ulaşabilmek amacıyla;
Öncelikle, bilimsel veriler ve tıbbi vaka tecrübeleri göz önüne alınarak sanığın savunmasında ayrıntılarını anlattığı şekilde bir doğumun gerçekleşip gerçekleşemeyeceği, böyle bir doğumun gerçekleşmesi halinde, fiziki bir müdahale olmadan bebeğin kordon bağının kendiliğinden kopmasının mümkün olup olmadığı, canlı olarak doğan bebeğin doğum anında yere düşmesi sonucu ölümün meydana gelip gelmeyeceği, buna ilişkin olarak kordon bağının tıbbi şartlara uygun kesilmemesi veya bağlanmamasının bebeğin ölümüne sebebiyet verip veremeyeceği hususlarının Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulundan sorulması, Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu raporu yeterli kanaat oluşturmaya elverişli olmadığı takdirde 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun 15. maddesi uyarınca Adli Tıp Genel Kurulundan rapor alınması suretiyle bebeğin ölüm nedeninin tespitine çalışılması ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken eksik araştırmayla sanığın beraatine karar verilmesi isabetsizdir.
Bu nedenle, eksik araştırmaya dayalı olarak verilen yerel mahkeme hükmünün, Özel Dairece bozulmasına karar verilmesinde usul ve kanuna aykırılık bulunmamaktadır.
Bu itibarla, yerinde görülmeyen Yargıtay C.. C.. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay C.. C.. Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.. C.. Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.06.2014 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.