Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/231 E. 2013/396 K. 01.10.2013 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/231
KARAR NO : 2013/396
KARAR TARİHİ : 01.10.2013

Resmi evrakta sahtecilik suçundan sanık İdris K.’nin beraatine ilişkin, İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 19.11.2008 gün ve 134-372 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 14.05.2012 gün ve 492-8501 sayı ile;
Sanık müdafiinin resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan beraat hükmü nedeniyle vekalet ücreti verilmesi gerektiğine ilişkin temyiz istemiyle sınırlı olarak inceleme yapıldığı belirtilerek; “1136 sayılı Kanunun 168 ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13. maddesinin 5. fıkrası uyarınca, beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık lehine maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, yasaya aykırı ise de,
Yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta aynı Yasanın 322. maddesinde öngörülen yetkiye dayanılarak karar verilmesi mümkün olduğundan sanık hakkındaki hükmün (4) numaralı bendinden sonra gelmek üzere; ‘sanığın kendisini vekil ile temsil ettirdiği anlaşıldığından hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre 1100 TL vekalet ücretinin hazineden alınarak sanığa verilmesine’ fıkrasının eklenmesi suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 02.07.2012 gün ve 252698 sayı ile;
“1- Zamanaşımı, yasada öngörülen belli bir sürenin geçmesiyle davayı ve cezayı düşüren bir nedenlerden birisidir. Dava zamanaşımı belli bir sürenin geçmesiyle ceza davası açılmaması, dava açılmışsa açılan davanın düşmesi sonucunu doğurur. Ceza hukukunda dava zamanaşımı süreleri her suçun kamu düzeni üzerinde yaratacağı tesirle orantılı olarak belirlenmiştir. Kamu düzeni üzerinde ağır etkiler yapan suçlar için daha uzun, etkileri hafif olan suçlar için ise, daha kısa zamanaşımı süreleri öngörülmüştür. Her suç, son tahlilde toplumsal hayata yönelmiş bir tehdit olduğuna göre, toplum düzenini teminat altına almayı amaçlayan Devlet de, suçluları bulup çıkarmak, yargılamak ve cezalandırmak hak ve yetkisine sahiptir. Ancak, ceza vermek bir araç olduğuna göre; amacın zamanla telafi olup eski hale geldiği durumlarda, Devlet bu araçtan vazgeçebilir. Ne kadar zamanla ceza vermek yetkisinden vazgeçilmesi gerektiği sorunu ise karşımıza zamanaşımı kurumunu çıkarır. Zamanaşımı; şüpheli – sanık – hükümlü ile Devlet arasındaki soruşturma – yargılama – cezalandırma ilişkisini sona erdiren bir faktördür. Dava zamanaşımı, Devlet ile suçlu olduğu sanılan kişi arasındaki yargısal ilişkiyi sona erdirir. Öğretide genellikle cezalandırma yetkisinin sona ermesinden bahsedilmekte ise de, esasen cezalandırma yetkisini, infaz (ceza) zamanaşımı ortadan kaldırır. Zamanaşımını maddi ceza hukuku kurumudur. Buna usule ilişkin bazı hukuksal sonuçlar bağlansa da niteliğini ortadan kaldırmaz Nitekim, zamanaşımı kurumu organik yasa olarak TCK’nda ‘Dava ve Cezanın Düşürülmesi’ başlıklı dördüncü bölümünde düzenlenmiştir.
Somut olaya gelince; sanık hakkında atılı suçtan mahkemece beraat kararı verilmiştir. Suç tarihine göre, sanık lehine olan 5237 sayılı TCK’nun 66/1-e maddesine dava zamanaşımını kesen son işlem olan sanığın sorgu tarihine göre, olağan zamanaşımı süresi temyiz sürecinde dolmuştur. Bu halde, davanın esasına girilmemeli ve TCK’nun 66. maddesine göre düşme kararı verilmelidir. Zamanaşımı, denetim muhakemesinde bir anlamda davanın esastan görüşülmesine engel olan bir neden olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle zamanaşımı süresi dolmuş beraat hükmünün, salt vekalet ücreti nedeniyle bölünerek davanın esasına girilmemelidir.
2- Miktar itibarıyla davanın esasına girilerek vekalet ücretine hükmedilemez.
Vekalet ücretleri hukuksal nitelikleri gereği, Borçlar Kanunu anlamında sözleşmeden doğan bir ücrettir. Sözleşme hukukundan doğan bir alacağın kanun yolu denetiminde temyize konu olabilmesi için hüküm tarihi itibarıyla HUMK’nun 427. maddesinde belirtilen sınırlar içerisinde olmaması gerekir.
Somut olayda, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre, hüküm tarihi itibarıyla 1.100 TL vekalet ücreti, HUMK’nun 427. maddesine göre, 1.250 TL olan temyiz sınırının altında kaldığından davanın bu yönüyle de esasına girilmeksizin reddi gerekir ” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire düzeltilerek onama kararının kaldırılmasına ve kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Dairesince 23.01.2013 gün ve 22313-1158 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Hükmün, beraat eden sanık lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle yalnızca sanık ya da onun adına müdafii tarafından temyiz edilmesi halinde, temyiz incelemesinin vekalet ücreti ile sınırlı olarak mı yapılacağı,
2- Vekalet ücreti ile sınırlı inceleme yapılması gerektiğinin kabul edilmesi halinde temyiz edilebilirlikte ölçünün ne olması gerektiği,
Noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Hükmün, beraat eden sanık lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle sanık ya da onun adına müdafii tarafından temyiz edilmesi halinde, temyiz incelemesinin vekalet ücreti ile sınırlı olarak mı yapılacağı;
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 168. maddesi uyarınca Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanan ve 23.12.2006 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2007 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5. maddesinde; “Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir” şeklinde düzenleme yapılmış, bu tarihten sonra yayımlanan asgari ücret tarifelerinde de aynı hükme yer verilmeye devam edilmiştir.
5271 sayılı CMK’nun “Yargılama giderleri” başlıklı 324. maddesi ise; “(1) Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.
(2) Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir…” şeklinde düzenlenerek, avukatlık ücretlerinin yargılama giderleri kapsamında olduğu açıkça belirtilmiştir.
26.05.1935 gün ve 111-7 sayılı İçtihadi Birleştirme Kararında da; “Ceza davalarındaki yargılama giderlerinin hükmün tamamlayıcı bir parçası (mütemmim cüzü) olduğu, bu sebeple ilamlarda açıklanması ve kime yükletileceğinin belirtilmesi gerektiği, yargılama giderleriyle ilgili kararların da Yargıtay incelemesine tabi olup kendiliğinden temyiz yeteneğinin bulunduğu” sonucuna ulaşılmıştır.
Kanuni düzenlemeler ve içtihadı birleştirme kararı ışığında, hükmün tamamlayıcı parçası olan yargılama giderleri hüküm ve kararlarda gösterilmeli ve giderlerin kim tarafından karşılanacağı da belirtilmelidir. Bu kapsamda mahkemece yargılama giderlerinden olan avukatlık ücretlerinin de kararda gösterilmesi ve ücretlerin hangi tarafça karşılanacağının belirtilmesi gerekmekte olup, aksine bir uygulama 5271 sayılı CMK’nun 324. maddesine aykırılık oluşturacaktır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 09.10.2012 gün ve 301-1800 ile 19.02.2013 gün ve 137-58 sayılı kararlarında da aynı husus vurgulanmıştır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulması açısından, sanıkların haklarında kurulan beraat hükümlerini temyiz etme yetkilerinin olup olmadığının da tartışılması gerekir. 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinde sayılan hükümlerden sanığın en lehine olanı, ikinci fıkrada beş bent halinde şartları belirtilen beraat hükmü olduğundan, sanığın beraat hükmünün esasını gerekçesi dışında temyiz etmede hukuki bir yararı bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, sanığın beraat hükmüne yönelik temyiz davası açmakta ve temyiz kanun yoluna başvurmak suretiyle hukuki korunma istemekte bir çıkarının ve ceza muhakemesi kuralları tarafından korunan bir yararının bulunmadığı kabul edilerek beraat hükümlerinin gerekçesi dışında sanık ya da müdafii tarafından temyiz edilmesi halinde talepleri 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 317. maddesi gereğince reddedilmektedir. Nitekim bu yöndeki uygulama temyiz merciince istikrarlı bir şekilde sürdürülmektedir.
Öte yandan, beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına ve hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi de Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin gereğidir. Bu nedenle, beraat eden sanığın ya da sanık adına müdafiinin gerekçesi dışında esasen temyiz edemediği hükmü yalnız vekalet ücretine yönelik olarak temyiz etmesi halinde, gerekçeye yönelik temyiz başvurusu bulunmadığından, Yargıtayca yapılacak temyiz incelemesinin vekalet ücreti ile sınırlı olarak yapılması gerektiği kabul edilmelidir. Aksi halde, yalnız vekalet ücreti yönünden sanık lehine temyiz edilen beraat hükmünün, esasına ilişkin ve sanık aleyhine olacak şekilde temyiz merciince denetlenmesi sonucu ortaya çıkacaktır ki, bu durumun ceza muhakemesi ilkelerine göre kabulü mümkün değildir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Memur olmayan kimsenin resmi belgede sahteciliği suçundan sanık hakkında beraat hükmü kurulmuş ve sanık müdafiince hüküm yalnız vekalet ücretiyle sınırlı olarak temyiz edilmiş olup, beraat hükmünün gerekçesine yönelik bir temyiz başvurusu bulunmayan olayda, Özel Dairece vekalet ücreti ile sınırlı olarak temyiz incelemesi yapılması isabetlidir.
Bu itibarla, vekalet ücreti ile sınırlı inceleme yapılmasının mümkün olmadığı ve hükmün esasının incelenmesi gerektiğine ilişkin itirazın reddine karar verilmelidir.
2- Vekalet ücreti ile sınırlı inceleme yapılırken temyiz edilebilirlikte ölçünün ne olması gerektiği;
Ceza Genel Kurulunun 15.11.2011 gün ve 213-227 ile 09.03.2010 gün ve 237-51 sayılı kararlarında belirtildiği üzere; 04.06.1936 gün ve 12-14 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında, zoralım kararlarının temyiz edilebilme sınırlarının saptanmasında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun esas alınması gerektiği açıkça vurgulanmış olup, bugüne kadar istikrarlı olarak devam eden bu uygulama 5237 sayılı TCK ve 5271 sayılı CMK’nun yürürlüğe girmesinden sonra da sürdürülmüştür. Buna karşın yargılama giderleri ya da bu giderlerden olan vekalet ücreti ile ilgili olarak HUMK’nun 427. maddesinin esas alınacağına ilişkin bir kabul hiçbir dönemde oluşmamıştır. Yerleşmiş yargısal kararlarda, 1412 sayılı CMUK’nın 305. maddesi uyarınca hükmolunan adli para cezası miktarının, HUMK’nun 427. maddesi uyarınca da müsaderesine karar verilen eşyanın değerinin temyiz edilebilirlik sınırında ölçü alınması gerektiği belirtilmiş, yargılama giderleri ve bu giderlerden olan vekalet ücreti ile ilgili olarak asıl hükme tabi bulunduğu ve asıl hükmün tamamlayıcı parçası olduğu açıklanarak, vekalet ücreti ile diğer yargılama giderlerinin miktarı temyiz edilebilirlik açısından değerlendirmeye esas alınmamıştır.
Buna göre yargılama gideri hüküm niteliğinde olmayıp, hükme bağlı tamamlayıcı bir parça olarak kabul edildiğinden, kanun yolu açısından asıl hükmün bağlı olduğu kurallara tabi olduğu gibi, yalnız vekalet ücreti ile sınırlı bir temyiz başvurusunun yapıldığı durumlarda da, temyiz edilebilirlik sınırı olarak HUMK’nun 427. maddesindeki düzenleme belirleyici olmayacak ve asıl hükmün tabi olduğu temyiz edilebilirlik ölçüsü esas alınacaktır.
Bu konuda hukuk yargılama usulü incelendiğinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Özel Dairelerce vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin asıl hükümden bağımsız olarak temyiz edilebilecekleri kabul edilip, bu halde de temyiz edilebilirlik sınırı açısından asıl hükme konu müddeabih değerinin esas alındığı, miktar itibarıyla yargılama gideri ya da vekalet ücretlerinin temyiz edilebilirlik yönüyle değerlendirmeye esas alınmadığı görülmektedir. Diğer bir anlatımla, yargılama gideri ya da vekalet ücreti ile sınırlı yapılan temyiz başvurularında, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427. maddesindeki sınır açısından temyize konu vekalet ücreti miktarı hukuk yargılama usulünde dahi ölçü alınmamaktadır.
Görüldüğü gibi, sanığın beraatine karar verilen durumlarda, hükmün yalnız sanık ya da müdafii tarafından sanık lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden bahisle temyiz edilmesi halinde, vekalet ücreti ile sınırlı olarak inceleme yapılacak, temyiz edilebilirlikte esas hükme bağlı kalınarak, vekalet ücretinin miktarı ile bağlantılı olarak Hukuk Usulü Muhakemesi Kanununun 427. maddesi esas alınmayacaktır.
Öte yandan, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan ve “Temyizi kabil olan ve olmayan hükümler” başlıklı 305. maddesinde bir kısım hükümlerin kesin olduğu açıklanmış olup, buna göre yukarı sınırı onbin lirayı geçmeyen para cezasını gerektiren suçlardan dolayı verilen beraat hükümleri kesin olduğundan temyiz edilemeyecektir. Kesin olduğu belirtilenler dışındaki hükümlerin ise temyizi mümkün olduğundan, yukarı sınırı onbin lirayı geçen para cezasını ya da hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı verilen beraat hükümleri temyize tabi olacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın üzerine atılı resmi belgede sahtecilik suçunun cezası 765 sayılı TCK’nun 342. maddesi uyarınca iki seneden sekiz seneye kadar ağır hapis, 5237 sayılı TCK’nun 204/1. maddesi uyarınca da iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasından ibaret olup, hapis cezası gerektiren suçtan dolayı kurulan beraat hükmünün temyize tabi olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Hükmün, beraat eden sanık lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden bahisle yalnız sanık müdafii tarafından temyiz edildiği dikkate alındığında, vekalet ücreti ile sınırlı olarak yapılan incelemede temyiz edilebilirlik sınırı açısından asıl hükmün esas alınması gerekmektedir.
Bu nedenle, vekalet ücreti ile sınırlı inceleme yapılmasının kabulü halinde, temyiz edilebilirlikte HUMK’nun 427. maddesinin esas alınması gerektiğine ilişkin itirazın da reddine karar verilmelidir.
İkinci uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi Vuslat Dirim; “Yargıtay 11. Ceza Dairesi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık; beraat eden sanık ve/veya müdafiinin, yalnızca sanık lehine ücreti vekalete hükmedilmemesi nedeniyle yaptığı temyiz başvurusunun; esas hükme göre mi yoksa hukuk usulündeki kesinlik sınırına göre mi temyiz incelemesine konu olacağı hususundadır.
Esasen sanığın beraatine karar verilmesine rağmen kendisini vekille temsil ettiren sanık lehine ücreti vekalete hükmedilmesi unutulmuşsa, bu eksiklik; ilk derece mahkemesince verilecek bir ek kararla da giderilebilmelidir. Bunun için sanık ve/veya müdafiinin(vekilinin) temyiz kanunyoluna başvurmak yerine, ek karar talebiyle beraat kararını veren ilk derece mahkemesine başvurmasının yeterli olacağını düşünmekteyiz.
Ek kararla sorunun çözülemiyeceğini kabul ettiğimiz taktirde temyiz başvurusunun esas hükme göre mi, yoksa hukuk usulündeki kesinlik sınırına göre mi temyiz incelemesine konu olacağı konusuna gelecek olursak;
Bu durumda temyiz incelemesinin, vekalet ücreti ile sınırlı olarak yapılacağı Yüksek Ceza Genel Kurulu tarafından son derece isabetli bir biçimde tespit edilmiştir. Yâni, temyiz incelemesi esnasında, verilen beraat kararının hukuka uygunluğu denetlenmeksizin, beraat eden sanığın kendisini vekille temsil ettirdiği tespit edilmişse; karara ücreti vekalet verilmesine ilişkin ibâreler ilâve edilecektir.
Temyiz kanun yolu, istisnalar haricinde ihtiyarî bir kanunyolu olup, sanık bakımından savunma hakkının önemli bir alt başlığını oluşturmaktadır. Ancak; somut olaydaki gibi müstakilen yapılan şahsî hak talebine yönelik başvuru, bir anlamda ayrı bir dava gibidir.
Gerek hukuk, gerekse ceza yargılamasında temyizde kesinlik sınırına ilişkin hükümler; daha önemli iş ve davalara daha fazla zaman ayırabilmek için kanunkoyucu tarafından belirlenmiş istisnaî kurallardır.
Ne kadar sanık varsa o kadar dava vardır. Ne kadar suç varsa o kadar dava vardır. Bunların şahsi ve/veya fiili irtibat nedeniyle birlikte görülüyor olması, davaların birden fazla olması gerçeğini değiştirmez. Sanık; hırsızlık, konut dokunulmazlığını bozma ve mala zarar verme suçlarından şahsi ve fiili irtibat nedeniyle aynı dosyada yargılanabilir. Ancak; ortada üç ayrı dava vardır ve bunlardan mala zarar verme suçundan verilen ceza miktar itibariyle kesin olabilir.
Somut uyuşmazlığa benzeyen başka bir örnekle konuyu açıklamaya devam edecek olursak; sanığın ‘6136 sayılı Kanuna Muhalefet Suçu’ndan beraat ettiğini ancak; silahın müsaderesine karar verildiğini, dosyada sanık olarak yargılanmayan ruhsat sahibinin de müsadere hükmünü temyiz ettiğini düşünelim. Y.C.G.K.’nın 09.03.2010 günlü, 2009/237 esas ve 2010/51 sayılı kararı uyarınca, ‘… müsadere kararları yönünden 04.06.1936 gün ve 12 – 14 sayılı İ.B.K. uyarınca, müsadere konusu eşyanın değeri ve karar tarihindeki miktar ile 5219 sayılı Kanun ile değişik 1086 sayılı HMUK’nın 427. maddesine göre kararın kesin olup olmadığı’ belirlenecektir. Buna göre Yargıtay’ın 8. Ceza Dairesi, örneğimizdeki temyiz başvurusunun konusu olan müsadere kararının kesin olup olmadığını, hukuk usulündeki kesinlik sınırına göre belirleyecektir.
Ücreti vekalet yargılama giderinin bir parçası olmakla birlikte, temyizen ücreti vekalet istenmesi, şahsi hak talebine yönelik bir husustur. Yani sanık ve/veya müdafiinin, ilk derece mahkemesince, sanığın beraatine karar verilmesine rağmen vekalet ilişkisine bağlı olarak avukatla temsil edilen sanık lehine ücreti vekalete hükmedilmemesi eksikliğinin temyizen giderilmesi talebinin, ceza davasından öte hukukî mahiyet arz eden bir talep ve dava olduğunu düşünmekteyiz.
Tıpkı müsadere de olduğu gibi yalnızca beraat eden sanığı vekaletle temsil eden avukata vekalet ücreti verilmemesine yönelik talebin incelenmesinde, 1086 sayılı HMUK veya karar tarihine göre 6100 sayılı HMK’daki kesinlik sınırına göre kararın kesin olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
Yüksek Ceza Genel Kurulu, temyiz incelemesinin, beraat hükmünün esasına girilmeksizin ücreti vekalet ile sınırlı bir inceleme yapması gerektiğini son derece isabetli bir biçimde tespit etmişken, yalnızca sanık lehine ücreti vekalete hükmedilmemesi talebinin esas davada verilen kararın temyizi kabil olup olmamasına göre belirlenmesinin bir çelişki oluşturacağını değerlendirmekteyiz.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelecek olursak; karar tarihinde yürürlükte olan asgari ücret tarifesine göre talep edilen avukatlık ücreti miktar itibariyle, 1086 sayılı HMUK’nın 427. maddesinde belirtilen kesinlik sınırının altında bulunduğundan temyiz talebinin reddi gerekir” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan altı Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
Sonuç olarak; hükmün, beraat eden sanık lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle yalnızca sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi halinde, temyiz incelemesi vekalet ücreti ile sınırlı olarak yapılacağından ve temyiz edilebilirlikte asıl hüküm ölçü olacağından, yargılandığı tek suçtan beraat eden sanık lehine hükümde Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca vekalet ücretine hükmedilmemesine ilişkin hukuka aykırılığın Özel Dairece yapılan sınırlı inceleme sonucunda düzeltilerek onanmak suretiyle giderilmesi isabetlidir.
Bu itibarla, her iki uyuşmazlık yönünden de itirazın reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının her iki uyuşmazlık yönünden de REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 01.10.2013 günü yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık yönünden oybirliği, ikinci uyuşmazlık yönünden ise oyçokluğuyla karar verildi.