Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/213 E. 2014/522 K. 25.11.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/213
KARAR NO : 2014/522
KARAR TARİHİ : 25.11.2014

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Sulh Ceza
Günü : 30.07.2009
Sayısı : 418-703

Sanık …’un trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan 5237 sayılı TCK’nun 179/2-3, 62/1, 50/1 ve 52/4. maddeleri uyarınca 500 TL adli para, bilinçli taksirle yaralama suçundan ise aynı kanunun 89/1, 22/3, 62/1, 52/2, 52/4, 53/6 ve 63. maddeleri gereğince 2.240 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, taksitlendirmeye, sürücü belgesinin üç ay süreyle geri alınmasına ve mahsuba ilişkin, Kocaeli 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 30.07.2009 gün ve 418-703 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı ile katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 24.01.2012 gün ve 6238- 1033 sayı ile;
“Sanık hakkında trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan kurulan hükme yönelik Cumhuriyet savcısı ile katılan vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Anayasa Mahkemesinin 07.10.2009 gün ve 27369 sayılı Resmi Gazetede yayınlanıp, yayımından itibaren bir yıl sonra 07.10.2010 tarihinde yürürlüğe giren 23.07.2009 gün ve 2006/65-2009/114 sayılı iptal hükmünün yürürlüğe girdiği tarihe kadar 5237 sayılı TCK’nun 50, 52. maddeleri ve 765 sayılı TCK hükümleri uyarınca doğrudan hükmedilip, başkaca hak mahrumiyeti içermeyen 2.000 TL’ye kadar adlî para cezalarına ilişkin mahkûmiyet hükümleri 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’nun 305. maddesi gereğince kesin nitelikte olup, 07.10.2010 ila 6217 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 14.04.2011 tarihine kadar mahkûmiyet hükümlerinin hiçbir istisna öngörülmeksizin temyizinin mümkün olduğu, 14.04.2011 ve sonrasında ise doğrudan hükmedilen 3.000 TL’ye kadar (3.000 TL dâhil) para cezalarının 5320 sayılı Kanunun Geçici 2. maddesi uyarınca kesin nitelikte olduğu, 15.04.2009 tarihinde verilen mahkûmiyet hükmüne karşı suç niteliğine ilişkin bir temyiz istemi bulunmadığından 500 TL’den ibaret mahkûmiyet hükmüne yönelik Cumhuriyet savcısının temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca ve katılan vekilinin temyiz süresi dolduktan sonra temyiz talebinde bulunduğu anlaşılmakla aynı Kanunun 310 ve 317. maddeleri gereğince temyiz talebinin reddine,
Taksirle yaralama suçundan kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde;
TCK’nun 22/3. maddesi gereğince cezada 1/2 oranında arttırım yapıldığı halde 1/4 oranında artırım yapıldığının yazılması mahallinde düzeltilebilir maddi hata görüldüğünden bozma sebebi yapılmamıştır.
Sanığın fiilinin bir kişinin yaralanması nedeniyle somut zarar suçunu oluşturduğu, TCK’nun ‘trafik güvenliğini tehlikeye sokmak’ başlıklı 179/3. maddesinin soyut tehlike suçunu oluşturması karşısında, aynı Kanunun 44. maddesi gereğince sanık hakkında bilinçli taksirle yaralamaktan hüküm kurulması yerinde olduğundan tebliğnamedeki bozma görüşüne iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazının reddiyle hükmün onanmasına” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.03.2012 gün ve 101405 sayı ile;
“Olay, sanığın alkollü olarak gerekli dikkat ve özeni göstermeyip idaresindeki aracı ile katılanın aracına çarparak müştekinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasına neden olmasından ibarettir. Mahkemece sanığın bu eylemi nedeniyle taksirle yaralama ve trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir.
TCK’nda gerçek içtimaın istisnalarından birinin, farklı neviden suçların fikri içtimaı olduğu kabul edilmiştir. Yasanın 44. maddesinde bu husus, ‘işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır’ biçiminde düzenlenmiştir.
Fikri içtima hükümlerinin uygulanmasının zorunlu koşulu, birden fazla farklı suçun oluşmasına neden olan eylemin tek olmasıdır. Tek fiilin hem kasten, hem taksirle işlenebilen suça yol açmasının olanaklı olduğu kuşkusuzdur. Ancak birden fazla farklı suçun oluşmasına neden olan eylemde hareketin ne olduğu ve neticelerin oluşmasına etkisi içtima hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağını belirleme açısından önemlidir. Zira fikri içtima hükümlerinin uygulanabilmesi için tek hareketle birden fazla netice arasında nedensellik bağı olmalıdır. Fikri içtima hükümlerinin uygulanabilmesi için, trafik güvenliğini tehlikeye sokmak suçunun nedenini oluşturan olgu, aynı zamanda failin başkasına somut cismani bir zarar vermesinde kusur sayılan hareketinin de tek nedeni olmalıdır. Failin cismani zarara neden olan kusurlu eylemi, trafik güvenliğini kasten tehlikeye sokmak suçundan sorumlu tutulmasına neden olan fiilden kaynaklanmıyor veya kısmen kaynaklanıyorsa, fikri içtima hükümleri uygulanmayarak failin her iki suçtan da cezalandırılması gerekecektir.
TCK’nun 179/2. maddesindeki ‘kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare etme’ suçu kasten işlenebilen soyut bir tehlike suçudur. Trafikteki her kusurlu hareket soyut tehlike niteliğinde sayılamaz. Trafik güvenliğini tehlikeye sokmak suçunun oluşabilmesi için, eylemin kişilerin hayatını, sağlığını veya malvarlığını ciddi bir şekilde tehdit eden, yakın ve genel tehlike boyutunda olması gerekir. Bu durumun varlığı, her somut olayın özelliğine göre hâkim tarafından takdir edilecektir. Bu özellikte tehlike içermeyen, ancak trafikte kusurlu sayılan eylem sonucu herhangi bir cismani zarar meydana gelmemişse, bu eylem suç teşkil etmeyecek, cismani zarar meydana gelmişse sonucuna göre sadece taksirle yaralanma veya ölüme neden olma suçu oluşabilecektir. Fikri içtima hükümlerinin uygulanabilmesi için, tek eylemin neden olduğu iki suçun da oluşması ve fail açısından suçların sabit olması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, yüz altmış üç promil alkollü olmasının etkisi altında gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek, sevk ve idaresindeki araç ile katılanın arabasına çarparak müştekinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasına neden olan sanığın eylemi, trafik güvenliğini tehlikeye sokacak boyutta, ciddi ve genel tehlike içermektedir. Bu itibarla taksirle yaralanmaya neden olma suçunun yanı sıra trafik güvenliğini kasten tehlikeye sokma suçunun unsurları oluşmuştur. İki suçun oluşumu sanığın alkolün etkisi altında araç kullanması nedeniyle oluşan kusuruna dayanmaktadır. Bu nedenle, bir fiille birden fazla farklı suçun oluşmasına neden olan sanık hakkında fikri içtima hükümlerinin uygulanması ve bu eylemi nedeniyle oluşan suçlardan en ağır cezayı gerektiren fiilden cezalandırılması gerektiği, üst sınırlar dikkate alındığında trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun cezasının, taksirle yaralama suçunun yaptırımına göre daha ağır olduğundan sadece trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan cezalandırılması gerektiği gözetilmeden, taksirle yaralamaya neden olma suçundan da cezalandırılmasına ilişkin hükmün onanmasına karar verilmiş olması yasaya aykırıdır” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Dairenin onama kararının kaldırılması isteminde bulunmuştur.
CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 13.12.2012 gün ve 27108–27302 sayıyla, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın trafik güvenliğini tehlikeye sokma ve bilinçli taksirle yaralama suçlarından mahkûmiyetine karar verilen somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın fiilinin bilinçli taksirle yaralama ve trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçlarını mı, yoksa yalnızca trafik güvenliğini tehlikeye sokmak suçunu mu oluşturacağının belirlenmesine ilişkin ise de, Özel Dairece Cumhuriyet savcısının trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçuna yönelik temyiz isteminin reddine karar verilmesinin isabetli olup olmadığı hususunun öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir.
1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca yürürlükte olan 305. maddesi gereğince ceza mahkemeleri tarafından verilen hükümler temyiz kanun yoluna tâbidir. 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinde de hükümler; “beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirlerine hükmedilmesi, davanın reddi, davanın düşmesi” olarak sayılmıştır.
Hüküm niteliğinde bulunmamakla birlikte bazı kararların da kanun yolu bakımından temyizi kabil olduğu kabul edilmiştir. Örneğin; adlî yargı dışında bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararları, geri verme talebi ile ilgili kararlar hüküm niteliğinde olmamakla birlikte temyizi mümkündür.
Hükümlerin temyiz edilebilmeleri kural, temyiz edilememeleri ise istisnadır. Bu istisna, hukuk devletinde kabulü mümkün ve meşru bir amaçla, Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen “hak arama hürriyeti” ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde hüküm altına alınan “mahkemeye erişim hakkı”nın özüne zarar vermeyecek orantılı olmalı ve kanunda açıkça düzenlenmiş bulunmalıdır.
Bu kapsamda, 1412 sayılı CMUK’nun 305. maddesinin hüküm tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan ikinci fıkrasında; “iki milyar liraya kadar (iki milyar dâhil) adli para cezalarına ilişkin hükümlerle, yukarı sınırı on milyar lirayı geçmeyen para cezasını gerektiren suçlardan verilen beraat hükümleri ile kanunlarda kesin nitelikte bulunduğu açıkça belirtilen hükümlerin kesin olduğu ve bu hükümlere karşı temyiz kanun yoluna başvurulamayacağı” kabul edilmiştir.
CMUK’nun 305. maddesinin ikinci fıkrasındaki kesinlik sınırı, maddede belirtilen sınır içerisinde kalmak şartıyla, başkaca hiçbir hak mahrumiyeti sonucunu doğurmayan adlî para cezasına ilişkin hükümlerle sınırlı olacak şekilde yorumlanmalıdır. Bu itibarla, gerek bir mahkûmiyete ek, gerekse mahkûmiyet kararlarından bağımsız olarak hükmedilen güvenlik tedbiri, kesin nitelikteki hükümlere her yönüyle temyiz edilebilirlik niteliği kazandıracaktır.
Kesin nitelikte bulunan ve temyizen incelenemeyen bir hükümdeki açık hukuka aykırılıklar, hükme temyiz edilebilirlik vasfı kazandırmaz. Zira 1412 sayılı CMUK’nun 315. maddesi uyarınca temyiz istemi üzerine hükmü veren yerel mahkemece hükmün temyizinin mümkün olup olmadığı, süresinde temyiz davası açılıp açılmadığı, istemde bulunanların buna hak ve yetkilerinin bulunup bulunmadığı öncelikle değerlendirilerek, bu şartlardan birinin eksik olduğunun tespiti halinde temyiz isteminin reddine karar verilecektir. Mahkeme tarafından bu hususlarda hatalı değerlendirme yapılması veya hiçbir değerlendirme yapılmaması halinde, Yargıtay’ca 1412 sayılı Kanunun 317. maddesi uyarınca bu üç husus değerlendirilerek temyiz şartlarının bulunup bulunmadığı belirlenecek, temyiz şartlarının varlığının tespiti durumunda inceleme yapılabilecektir. Aksinin kabulü, hukuka aykırılık taşıyan her hükmün temyizen incelenebileceği sonucunu doğuracaktır.
Kesin nitelikte olan hükümlerin temyiz edilememesine ilişkin düzenlemenin sebebi, bu kararların her zaman isabetli bulunup, bünyelerinde hukuka aykırılık barındırmayacağının kabulüne dayanmamaktadır. Hukuk sistemi her sorunun çözümünü kendi içinde üretmiştir. Bir hükümdeki hukuka aykırılıkların olağan kanun yoluyla giderilme imkânının bulunmadığı hallerde, bu aykırılıkların 5271 sayılı CMK’nun 309 ve 310. maddelerinde düzenlenen kanun yararına bozma kanun yoluyla giderilmesi mümkündür.
Ceza Genel Kurulunun 21.12.2010 gün ve 230–264 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında açıkça vurgulandığı gibi, kesin nitelikteki hükümler; ancak kesinlik sınırını aşacak nitelikte bir yaptırım içermek şartıyla, suç vasfına yönelik ya da suç niteliği doğru belirlenmesine rağmen hatalı uygulama ile kesinlik sınırı içinde kalan cezaların verildiği hükümlere karşı yapılan aleyhe başvuru üzerine temyiz denetimine konu olabilecektir.
Bununla birlikte, tek bir fiille birden fazla farklı suçun oluştuğu durumlarda, en ağır cezayı gerektiren suçtan değil de her iki suçtan ayrı ayrı hüküm kurulduğu durumlarda, suçlardan birisi için kurulan hükümdeki sonuç ceza kesinlik sınırı içerisinde kalsa dahi, adaletli ve doğru sonuca ulaşilabilmesi için her iki suçtan kurulan hükümlerin de temyizinin mümkün olduğunun kabulü gerekmektedir.
Diğer taraftan, iki milyar liraya kadar (iki milyar dâhil) adli para cezalarına ilişkin hükümlerin temyiz edilemeyeceğini düzenleyen 1412 sayılı CMUK’nun 305. maddesinin ikinci fıkrasının birinci bendinin, Anayasa Mahkemesinin 23.07.2009 gün ve 65-114 sayılı kararı ile iptal edilmesi, iptal kararının Resmi Gazetede yayımlandığı 07.10.2009 tarihinden bir yıl sonra 07.10.2010 günü yürürlüğe girmiş bulunması karşısında, bu tarihten önce verilen kesin nitelikteki hükümlerin bu karar kapsamında temyizinin mümkün hale gelip gelmediği hususu üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun 26.03.2013 gün ve 1515-102 ile 05.04.2011 gün ve 262-35 sayılı kararlarında açıkça belirtildiği üzere; Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş hükümleri nasıl etkileyeceği sorunu, usul kanunlarının zaman bakımından uygulanması ile ilgilidir.
Usul kanunlarının zaman bakımından uygulanmasında kural, kanunda aksi açıkça düzenlenmedikçe “derhal uygulama” ilkesidir. Bu ilke uyarınca usul işlemleri, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan yargılama kanunu hükümlerine tâbidir. O halde, ceza yargılaması sırasında kanunda bir değişiklik yapıldığında ya da dayanılan usul hükmüne ilişkin kanunun Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi durumunda, yeni kanun veya iptal sonucunda ortaya çıkan usul prosedürü hemen uygulanmalıdır. Ancak 5320 sayılı Kanunun 4/2. maddesinde de ifade edilen bu durum, önceki kanunun yürürlükte olduğu dönemde, o kanuna uygun biçimde yapılmış işlemlerin geçersizliği sonucunu doğurmayacağı gibi yenilenmesini de gerektirmez.
Bu ilkenin sonucu olarak;
a- Usul işlemleri kural olarak yürürlükteki kanuna göre yapılacaktır.
b- Yürürlükte olan kanuna göre yapılmış işlemler, sonradan yürürlüğe giren kanun nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir.
c- Anayasa Mahkemesinin iptal kararı veya yeni kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılması gereken usul işlemleri yeni kanuna ya da iptal kararıyla ortaya çıkan usule tâbi olacaktır.
d- Yeni kanunun uygulanmasında sanığın leh veya aleyhinde sonuç doğurmasına bakılmayacaktır.
Anayasa Mahkemesi iptal kararının yürürlük tarihinin 07.10.2010 olması nedeniyle, somut olayda yerel mahkemenin 30.07.2009 tarihli hükmünün temyizi kabil olup olmadığı sorununun, iptal kararıyla ortaya çıkan duruma göre değil, 30.07.2009 tarihinde yürürlükte bulunan usul hükümlerine göre belirlenmesi gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın hem trafik güvenliğini tehlikeye sokma hem de taksirle yaralama suçlarından cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Cumhuriyet savcısının, “sanığın eylemlerinin trafik güvenliğini tehlikeye sokmak ve taksirle yaralama suçlarını değil, fikrî içtima kuralı gereği bu iki suçtan yalnızca cezası daha fazla olanı oluşturacağı” yönündeki temyiz istemi karşısında, sanığın tek bir fiille birden fazla farklı suçun oluşmasına neden olması ihtimali bulunmakta olup, ceza adaletini sağlamak ve doğru sonuca ulaşabilmek amacıyla her iki suçtan kurulan hükümlerin temyiz incelemesinin birlikte yapılması gerekeceğinden, ceza miktarı itibarıyla kesin nitelikte olan trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan kurulan hükmün de temyizi kabil olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, itirazın değişik gerekçeyle kabulüne, trafik güvenliğini tehlikeye sokma ve taksirle yaralama suçlarından kurulan her iki mahkûmiyet hükmünün birlikte temyizen incelemesi gerektiğinden, trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan kurulan hükme yönelik temyizin reddi ile taksirle yaralama suçundan kurulan hükmün onanmasına ilişkin Özel Daire kararlarının kaldırılmasına, dosyanın her iki suç yönünden birlikte temyiz incelemesi yapılması amacıyla Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 24.01.2012 gün ve 6238-1033 sayılı temyiz isteminin reddi ile onama kararlarının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, taksirle yaralama ve trafik güvenliğini tehlikeye sokmak suçlarından kurulan her iki hükmün birlikte temyizen incelenmesi için Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.11.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.