Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/2 E. 2013/361 K. 09.07.2013 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/2
KARAR NO : 2013/361
KARAR TARİHİ : 09.07.2013

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Günü : 28.05.2010
Sayısı : 87-153

Davacının haksız tutuklanma sonucu uğramış olduğu zarar nedeniyle yasal faizi ile birlikte 2.625 Lira maddi ve 5.000 Lira manevi tazminatın davalı hazineden tahsiline yönelik isteminin kısmen kabulü ile, 39 Lira 64 Kuruş maddi ve 500 Lira manevi tazminatın davacının tutuklandığı 29.08.1996 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine ilişkin, Erciş Ağır Ceza Mahkemesince verilen 15.02.2007 gün ve 139-35 sayılı hükmün davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 01.02.2010 gün ve 13191-1273 sayı ile;
“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.03.2000 tarih ve 2000/8-44 esas, 2000/48 sayılı kararı da gözetilerek; tazminat istemine ilişkin davanın, beraat kararının verildiği tarihten uzunca bir süre sonra açıldığı, davacının bu uzun süre içerisinde hakkındaki hükmün kesinleştiğini bilmediğinden söz edilmesinin yaşamın olağan akışına uygun bulunmadığı, bu durumda davanın 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde öngörülen süre içinde açıldığının kabulünün mümkün olamayacağı ve bu nedenle davanın reddi yerine, yazılı şekilde tazminata karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 28.05.2010 gün ve 87-153 sayı ile;
“…Ceza Genel Kurulu 1975/3 E, 1975/5 K sayılı içtihadında bu konuyu incelemiştir. Ceza Genel Kurulu bu kararında ‘Yasa Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kişilere Tazminat Verilmesi hakkındaki 466 sayılı Kanunun uygulanması yönünden, yerel mahkemelerce sanıkların yokluğunda hükmolunan beraat kararları ile Yargıtayca onanan ya da CMUK’nun 322. maddesi uyarınca verilen beraat kararlarının ilgili sanıklara tebliği gerekeceğine; sözü edilen 466 sayılı Kanunun ikinci maddesinde gösterilen üç aylık sürenin mahkemelerce yapılacak tebliğ tarihinden başlayacağına’ oyçokluğuyla karar vermiştir.
Yargıtay kararları incelendiğinde kesinleşmiş beraat kararının davacı tarafından öğrenildiğinin varsayılabilmesi için Yargıtayın somut kriterler aradığı söylenebilir. Davacının beraat kararının kesinleştiğini öğrenmesi kesinleşmiş kararın kendisine tebliği ile ya da kararın kesinleşmesinden sonra dosyada bir işlem yapması ile mümkün olacaktır. Bunun için de, dosya içerisinde kesinleşmiş beraat kararının davacıya tebliği edildiğine dair bir tebligat parçası ya da davacının kesinleşmiş beraat kararını öğrendiğine dair bir belge bulunması gereklidir” gerekçesiyle direnerek, ilk hükümdeki gibi karar vermiştir.
Bu hükmün de davacı ve davalı vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23.02.2012 gün ve 308776 sayılı “davalı vekilinin temyiz istemi yönüyle hükmün kesin olduğundan bahisle temyiz isteminin reddi, davacı vekilinin temyiz istemi yönüyle ise düzeltilerek onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay 12. Ceza Dairesine, Özel Daire tarafından da 21.11.2012 gün ve 17895-24816 sayı ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; davalı vekilinin temyiz isteminin 1086 sayılı HUMK’nun 427. maddesi uyarınca reddinin gerekip gerekmediği ve tazminat istemine ilişkin davanın kanuni süresinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Davacının silahlı terör örgütüne yardım etmek suçundan 25.08.1996 tarihinde gözaltına alınıp, 29.08.1996 tarihinde tutuklandığı, Diyarbakır 3 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesince 11.12.1996 tarihinde tahliyesine karar verildiği, 23.12.1997 günü de yokluğunda beraat hükmü kurulduğu, gerekçeli kararın müdafiine 16.08.2004 tarihinde tebliğ edildiği, ancak beraat kararının kesinleştiğinin davacıya veya müdafiine tebliğ olunduğuna ya da davacı tarafından dava tarihinden önce öğrenildiğine dair dosya içerisinde bir bilgi veya belgenin bulunmadığı, davacı tarafından haksız tutuklama nedeniyle tazminat davası açılmak üzere Av. Erol Bingöl’e 23.05.2006 tarihinde vekalet verildiği, incelemeye konu davanın da 16.06.2006 günü açıldığı,
Anlaşılmaktadır.
Davalı vekilinin temyiz isteminin 1086 sayılı HUMK’nun 427. maddesi uyarınca reddinin gerekip gerekmediğine ilişkin uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesinde;
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Kanunun 18. maddesi ile 07.05.1964 gün ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Kanunun Yedinci Bölümünde, “Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat” ana başlığı altında, 141 ilâ 144. maddelerinde, tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş ise de, 5320 sayılı Kanunun 6. maddesindeki;
“(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır. (2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur” hükmü uyarınca, 466 sayılı Kanun hükümlerinin 1 Haziran 2005 tarihinden önce gerçekleşen işlemler yönünden varlığını sürdürmelerine imkan sağlandığından, uyuşmazlık konusunun 466 sayılı Kanun hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası’nda düzenlenmiş ve 30. maddesinde, yakalama ve tutuklamanın hangi hallerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir” hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenleme doğrultusunda 466 sayılı “Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun” 1964 yılında kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
Anılan Kanunun 1. maddesinde; tazminat verilmesini gerektiren kanun dışı yakalama ve tutuklama halleri, bir başka deyişle öngörülen tazminatın hangi durumlarda istenebileceği yedi bent halinde gösterilmiştir. Bunlardan ilk beş bentte, kurallara uyulmamasından kaynaklanan yasa ve yöntem dışı yakalamalar ile tutuklamalar, takip eden iki bentte ise, başlangıçta kurallara uyulmakla birlikte sonradan ortaya çıkan sonuç bakımından haksız bir görünüme bürünen yakalama ve tutuklamalar tazminat nedeni olarak öngörülmüştür.
Kanunun 2. maddesinde dava açmaya ilişkin şartlar ve yöntem açıklanarak, bu davalara bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlendirilmiş, 3. maddesinde de tazminat davalarının incelenmesi ve mahkemece karara bağlanması süreç ve yöntemi, olağan ceza ve medeni yargılama yöntemlerinden farklı biçimde düzenlenmiş, ayrıca mahkemenin kararı aleyhine tebliğ tarihinden başlayarak bir hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir.
466 sayılı Kanunda mahkeme kararının bir hafta içinde temyiz edilebileceği belirtilmiş, ancak haksız tutuklamaya ilişkin tazminat davası sonunda verilen kararlardan hangilerinin kesin nitelikte olduğu gösterilmemiştir. Anılan Kanunda bu hususu düzenleyen bir kural bulunmaması, mahkemelerin haksız tutuklamaya ilişkin verdikleri tüm kararların herhangi bir sınırlamaya tâbi tutulmaksızın temyiz edilebileceği anlamına gelmemektedir. Ceza Genel Kurulu’nun 09.02.1981 tarih ve 443-33 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, 466 sayılı Kanuna göre açılan bu dava, ceza ve hukuk davalarındaki usûl kurallarını karma biçimde içeren özel bir dava olduğundan, 466 sayılı Kanundaki boşluklar, Ceza ve Hukuk Muhakemeleri Kanunlarındaki hükümlere göre doldurulmalıdır.
1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 305. maddesinde, ceza mahkemelerinden verilen hükümlerin temyiz edilebileceği belirtilmektedir. Maddede sözü edilen hükümler, 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinde sayılan ve ancak bir ceza muhakemesine özgü olan beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbiri, davanın reddi, düşme ve adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararlarıdır. Yine CMUK’nun 305. maddesinde, temyiz edilemeyecek olan hükümler de belirlenmiş, bunlarla ilgili ölçütler ise, para cezası miktarına göre tespit edilmiştir. Dolayısıyla ancak bir ceza hükmünde esas alınabilecek olan bu kıstas, şahsî hakka ilişkin bir talep üzerine verilen kararlar bakımından uygulanabilir nitelikte değildir. O bakımdan, haksız tutuklamaya ilişkin tazminat davasında verilen kararların temyizi halinde, sözü edilen boşluğun, karar tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427. maddesi uygulanmak suretiyle doldurulması gerekir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; “Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur” şeklindeki düzenleme ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 26.09.2004 tarih ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427. maddesinin temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında uygulanacağı belirtilmiştir.
HMUK’nun, 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427. maddenin 4. fıkrası; “Alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde, asıl isteminin kabul edilmeyen bölümü on milyon lirayı geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur, şu kadar ki karşı tarafça temyiz yoluna başvurulması halinde, düzenleyeceği cevap dilekçesinde temyize ilişkin itirazlarını ileri sürmesi mümkündür” hükmünü amir olup, ilgili fıkra uyarınca taraflardan birinin temyiz isteminin kabulü durumunda, diğer tarafında buna bağlı olarak temyiz isteminin kabulü gerekmektedir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Davacı vekili tarafından, talep olunan toplam 7.625 Lira tazminatın reddedilen 7.285,36 Liralık bölümü temyiz edilmiş olup, yerel mahkemenin 28.05.2010 olan karar tarihi itibariyle temyiz edilebilirlik sınırı 1.430 Lira olduğundan davacı vekilinin ve buna bağlı olarak davalı vekilinin temyiz istemlerinin kabulü gerekmektedir.
Tazminat istemine ilişkin davanın kanuni süresinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesine gelince;
Kanun dışı yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat verilmesine ilişkin esasların ayrıntısına yer verilen Ceza Genel Kurulunun 23.03.2010 gün ve 256-57 sayılı kararında da belirtildiği üzere, sanığın gerek yokluğunda, gerekse yüzüne karşı hükmolunan beraat kararının kesinleşme şerhi ile birlikte ilgiliye tebliği zorunlu olup, 466 sayılı Kanunun 2. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen üç aylık dava açma süresi, 21.04.1975 gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren başlamaktadır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın yokluğunda verilen ve temyiz edilmeksizin kesinleşen beraat kararı sanığa tebliğ edilmemiş ve uyuşmazlık konusu dava davacı vekili tarafından 16.06.2006 tarihinde açılmış olup, davacı ya da vekilinin beraat kararının kesinleştiğini dava tarihinden önce öğrendiklerine ilişkin dosya içinde herhangi bir bilgi ya da belge bulunmadığından, tazminat istemine ilişkin davanın 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde belirtilen 3 aylık kanuni süre içinde açıldığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, davanın süresinde açıldığına ilişkin yerel mahkeme direnme gerekçesi isabetli olup, hükmün esasının incelenmesi için dosyanın 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 6110 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 14. maddesi uyarınca Dairelerin İş Bölümüne ilişkin olmak üzere Yargıtay Büyük Genel Kurulunca alınan karara göre, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarına bakmakla görevli Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Erciş Ağır Ceza Mahkemesinin 28.05.2010 gün ve 87-153 sayılı direnme kararındaki gerekçenin İSABETLİ OLDUĞUNA,
2- Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.07.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.