Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2012/1503 E. 2013/367 K. 17.09.2013 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2012/1503
KARAR NO : 2013/367
KARAR TARİHİ : 17.09.2013

Bodrum İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlilerince 24.06.2009 tarihinde düzenlenen suç tutanağına istinaden Bodrum Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 29.06.2009 günlü ceza tutanağıyla 2918 sayılı Kanunun 48/5. maddesi uyarınca 3.600 Lira idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin işlemin, başvuran vekili tarafından verilen dilekçe üzerine Bodrum 2. Sulh Ceza Mahkemesince 02.07.2010 gün ve 393 D.iş sayı ile, iptaline karar verilmiştir.
Adalet Bakanlığınca 27.09.2011 gün ve 48872 sayı ile kanun yararına bozma kanun yoluna başvurulması ve bunun Yargıtay C.Başsavcılığının 24.11.2011 gün ve 345965 sayılı ihbarnamesiyle gönderilmesi üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesince 30.01.2012 gün ve 12724-738 sayı ile;
“Dosya kapsamına göre olay günü alkol metre ile yapılan ölçümde kabahatlinin 1,38 promil alkollü olduğu ve sürücünün sadece imzadan imtina ettiği, alkol ölçümüne bir itirazının bulunmadığının anlaşılması karşısında, 3. kez alkollü araç kullanmak eyleminden dolayı uygulanan yaptırım kararına karşı yapılan başvurunun reddi yerine yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Bodrum 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 02.07.2010 gün ve 2010/393 değişik iş sayılı kararının CMK’nun 309. maddesi uyarınca aleyhe tesir etmemek üzere bozulmasına” karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 13.04.2012 gün ve 345965 sayı ile;
“…Ali Y. hakkında alkollü araç kullanmak eyleminden dolayı Bodrum Cumhuriyet Başsavcılığınca tayin olunan 3.600 TL tutarındaki idari para cezasına yönelik itirazın, muterizin olay günü alkollü olup olmadığının, alkollü ise oranının ne olduğunun usule ve mevzuata uygun şekilde tespit edilmediğinden bahisle kabulüne ve idari yaptırım kararının iptaline ilişkin Bodrum 2. Sulh Ceza Mahkemesinin kararı yasaya aykırı olduğundan, Özel Dairenin bu nedene dayanarak yerel mahkeme kararını kanun yararına bozması isabetlidir. Ancak, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 02.06.2009 gün ve 2009/121-148, 09.06.2009 gün ve 2009/120-152 ve 16.06.2009 gün ve 2009/113-164 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, idari para cezasının kaldırılmasına ilişkin karar, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’un 223. maddesinde sayılan hükümlerden olmadığından, bu tür kararların kanun yararına bozulması durumunda yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi davanın esasını çözen bir karar bulunmadığı için verilecek hüküm veya kararlarda lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyeceğinden, Özel Dairenin, yerel mahkemenin idari para cezasının iptali kararını kanun yararına bozması ile yetinip ve müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına karar vermesi gerekirken ‘aleyhe tesir etmemek ‘ üzere bozulmasına karar vermesinin hukuka aykırı olduğu” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, yerel mahkeme kararının CMK’nun 309. maddesi uyarınca bozulmasına ve müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 7. Ceza Dairesince 08.10.2012 gün ve 22573-27056 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yapılan başvuru üzerine verilen idari para cezasının kaldırılmasına ilişkin mahkeme kararlarının kanun yararına bozulması halinde, bozmanın aleyhe sonuç doğurup doğurmayacağının belirlenmesine ilişkindir.
Öğretide “olağanüstü temyiz” denilen, 1412 sayılı CMUK’nda “yazılı emir” olarak adlandırılan bu olağanüstü kanun yolu, 5271 sayılı CMK’nun 309 ve 310. maddelerinde “kanun yararına bozma” olarak yeniden düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK’nun 309. maddesi uyarınca hâkim veya mahkemece verilip istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerde, maddî hukuka veya yargılama hukukuna ilişkin hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtay’ca bozulması istemini, kanuni nedenlerini açıklayarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirecektir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da hükmün veya kararın bozulması istemini içeren yazısına bu nedenleri aynen yazarak Yargıtay ilgili ceza dairesine verecek, ileri sürülen nedenlerin Yargıtay’ca yerinde görülmesi halinde karar veya hüküm kanun yararına bozulacak, yerinde görülmezse istem reddedilecektir.
Böylece ülke genelinde uygulama birliğine ulaşılacak, hakim ve mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkların, toplum ve birey açısından hukuk yararına giderilmesi sağlanacaktır.
Bozma sonrası yapılacak işlemler ve bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ile bozma kararının etkileri ise, bozulan hüküm veya kararın türü ve bozma nedenlerine göre ayrıma tabi tutularak bu husus maddenin 4. fıkrasında ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Buna göre bozma nedenleri;
5271 sayılı Kanunun 223. maddesinde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, 309. maddenin 4. fıkrasının (a) bendi uyarınca; kararı veren hâkim veya mahkemece gerekli inceleme ve araştırma sonucunda, yeniden karar verebilecektir. Bu halde, yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi, davanın esasını çözen bir karar da bulunmadığı için verilecek hüküm veya kararda, lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyecektir.
Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran, usul işlemlerine ilişkin olması halinde ise, anılan fıkranın (b) bendi uyarınca, kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilecek, ancak bu halde verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacaktır.
Davanın esasını çözen mahkûmiyet dışındaki diğer hükümlerin bozulmasında ise, (c) bendi uyarınca aleyhte sonuç doğurucu herhangi bir işlem yapılamayacağı gibi, yeniden yargılama yapılması yasağı nedeniyle kanun yararına bozma kapsamında yeniden yargılama da gerekmeyecektir.
Aynı kanun maddesinin 4. fıkrasının (d) bendi uyarınca, bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirmesi halinde cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektirmesi halinde ise bu hafif cezaya Yargıtay ilgili ceza dairesince doğrudan hükmedilecektir. Bu halde de yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunduğundan, Yargıtay ceza dairesince hükmün bozulması ile yetinilmeyip gereken kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekmektedir.
Görüldüğü üzere, bir karar veya hükmün kanun yararına bozulmasının, ilgili aleyhine sonuç doğurup doğurmayacağı, bozma sonrasında kararı veren hakim veya mahkemede yeniden inceleme, araştırma ve yargılama yapılıp yapılamayacağı, hangi hallerde Yargıtay’ın doğrudan hükmetme yetkisinin bulunduğu, 5271 sayılı CMK’nun 309. maddesinde sıralı ve ayırıcı biçimde düzenlenmiştir. Bu düzenlemede, kanun yararına bozmanın sonuçları ve bozma sonrasındaki uygulama belirlenirken “karar” ve “hüküm” ayrımı gözetilmiş, ayrıca mahkûmiyet hükmü ile davanın esasını çözen veya çözmeyen diğer hükümler bakımından farklı uygulama ve sonuçlar öngörülmüştür.
CMK’nun 223. maddesinde bu kararlardan hangilerinin hüküm olduğu açıklanmıştır. Buna göre; “mahkûmiyet, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşme kararları” birer hükümdür. Yine “adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararları” da kanun yolu bakımından hüküm sayılır. Bunlardan mahkûmiyet, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine dair hükümlerin uyuşmazlığı sona erdiren, davanın esasını çözen nitelikteki hükümler oldukları konusunda öğretide genel bir kabul bulunmaktadır.
Uyuşmazlık konusunun, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca başvuru üzerine yerel mahkeme tarafından verilen kararın CMK’nun 309. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasına ilişkin olması nedeniyle bu kanun ile 5271 sayılı CMK arasında bağlantı bulunup bulunmadığı, başka bir anlatımla Kabahatler Kanununda hüküm bulunmaması halinde 5271 sayılı CMK hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi gerekmektedir.
5326 sayılı Kanunda kabahatler yönünden hem maddi ceza hukuku konularına, hem de usul hukuku konularına yer verilmiş ise de, bazı konularda 5237 ve 5271 sayılı Kanun hükümlerine de atıf yapılmıştır.
Bu kapsamda, zaman bakımından uygulama (md.5), yer bakımından uygulama (md. 6) hata (md. 10), hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler (md.12), teşebbüs (md. 13) konularında 5237 sayılı TCK hükümlerine; 22. maddenin 4. fıkrası ile yer bakımından yetki kurallarına, 28. maddenin 5. fıkrasında ise, tanıklığa, bilirkişi incelemesine ve keşfe, 14.04.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6217 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle 29. maddenin 1. ve 5. fıkralarında itiraza ilişkin konularda 5271 sayılı CMK hükümlerine atıfta bulunulmak suretiyle, kabahatler konusunda, 5237 sayılı TCK ile 5271 sayılı CMK hükümlerinin uygulanacağı açıkça belirtilmiştir.
5326 sayılı Kanunun 22. maddesinde, genel olarak idari yaptırım kararı verme, 23 ve 24. maddelerinde ise Cumhuriyet savcısı ve mahkemenin karar verme yetkisi düzenlenmiştir.
İdari yaptırımlarla ilgili kanun yollarına gelince;
5326 sayılı Kanunun 27. maddesinde “başvuru” kanun yolu düzenlenmiştir:
1- İdari yaptırım kararının, kanunda açıkça gösterilen, idari kurul, makam veya kamu görevlileri tarafından verilmesi halinde ve kanunda aykırı hüküm bulunmaması halinde, bu karar aleyhine onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurabilecektir (27/1. md.). Ancak, idari yaptırım kararı ile birlikte idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararına karşı yapılan başvuru, idari işlemin iptali istemiyle birlikte idari yargı mercilerince karara bağlanacaktır. (27/8. md.)
2- İdari yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde, bu karara karşı yedi gün içinde yargı çevresinde yer aldığı ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilir (27/5. md.), ancak, kovuşturma konusu fiilin suç oluşturmaması nedeniyle verilen idari yaptırım kararı ile birlikte fiilin suç oluşturmaması nedeniyle beraat kararı verilmişse ve bu beraat kararına karşı kanun yoluna başvurulmuş ise, idari yaptırım kararına yönelik itiraz da bu kanun yolu mercii tarafından incelenecektir (27/7. md.)
3- İdari yaptırım kararının Cumhuriyet savcısı tarafından verilmesi halinde, bu karar aleyhine onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Ancak idari yaptırım kararı ile birlikte kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilmiş ise ve kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara itiraz edilmişse, idari yaptırım kararına karşı itiraz da, kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararı inceleyen, Cumhuriyet savcısının görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi tarafından incelenecektir (27/6. md. ve CMK’nun 173. md.).
Başvuru üzerine, mahkemece yetkisi olmadığının anlaşılması halinde dosya yetkili sulh ceza mahkemesine gönderilecek, başvurunun süresi içinde yapılmadığı, söz konusu kararın sulh ceza mahkemesince incelenebilecek kararlardan olmadığı veya başvuranın buna hakkının olmadığının saptanması halinde başvurunun bu nedenlerle reddine karar verilecektir. Bu usuli eksikliklerin bulunmadığının belirlenmesi halinde ise; mahkemece son karar olarak, idari yaptırım kararının hukuka uygun olması halinde başvurunun reddine, hukuka aykırı olması halinde ise idari yaptırım kararının kaldırılmasına karar verilecek, maddenin 9. fıkrasındaki şartların bulunması halinde ise, başvuru mercii idari para cezasının miktarında değişiklik yapmak suretiyle başvurunun kabulüne karar verebilecektir.
Mahkemenin verdiği son karara karşı ise 29. madde uyarınca yedi gün içinde daha önce yargı çevresinde yer aldığı ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilecek iken, 14.04.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6217 sayılı Kanunun 27. maddesiyle yapılan değişiklikle itirazın CMK hükümlerine göre yapılacağı hükmü getirilmiştir. İdari yaptırım kararının ağır ceza mahkemesi tarafından verilmesi halinde de bu mahkemenin kararına karşı yine 6217 sayılı Kanunun 27. maddesiyle yapılan değişiklik sonucu CMK hükümlerine göre itiraz edilebilecektir.
5326 sayılı Kabahatler Kanununun 27. maddesinde başvuru, 28. maddesinde başvurunun incelenme yöntemi, 29. maddesinde ise itiraz kanun yoluna ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, her üç hükümde başvurulacak kanun yollarının şartları ve sonuçları ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.
Bu hükümler uyarınca, 14.04.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6217 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesinde 2.000 Liraya kadar (2.000 Lira dahil), değişiklik sonrasında ise 3.000 Liraya kadar (3.000 Lira dahil) idari para cezasına ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı başvuru üzerine sulh ceza mahkemesince verilen karar ile,
Bu miktardan fazla idari para cezasına ilişkin idari yaptırım kararlarında ise yapılan başvuru üzerine sulh ceza mahkemesince verilen kararların itiraz üzerine, itiraz merciince denetlenmesi sonucu verilen karar ile,
İdari yaptırım kararının mahkemece verilmesi halinde, itiraz üzerine, itiraz merciince verilen karar ile,
5326 sayılı Kanunda öngörülen olağan kanun yolu süreci tamamlanacaktır.
Cumhuriyet Savcılığınca eylemin suç oluşturmayıp kabahat oluşturduğu belirlenerek, suç nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi halinde, kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara itiraz edilmesi üzerine, bu kararın Cumhuriyet savcısının görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi tarafından inceleneceğinden, ağır ceza mahkemesince verilen karar, hem suç soruşturması ile ilgili yapılan işlemleri hem de idari yaptırım kararını kapsadığından, bu karar olağanüstü kanun yolu olan kanun yararına bozma kanun yoluna konu edilebilecektir.
Yine aynı şekilde, mahkemelerce eylemin suç oluşturmaması nedeniyle suçtan dolayı beraat, kabahat nedeniyle de idari yaptırım kararı verilmesi halinde, bu şekilde kesinleşen bir beraat kararı, eylemin suç oluşturduğu iddiasıyla kanun yararına bozma konusu yapılabilecektir.
Görüldüğü gibi 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ile getirilen sistem CMK hükümlerinden farklı kendine özgü olup, bu kanunda CMK’na atıflar yapılması da kendisine özgü bir sistem öngörüldüğü gerçeğini değiştirmeyecektir.
Kabahatler Kanununun getirdiği kendine özgü sistem nedeniyle idari para cezasına ilişkin idari yaptırım kararına başvuru ya da itiraz üzerine adlî mercilerce verilen kararlara karşı kanun yararına bozma isteminde bulunulup bulunulamayacağı tartışmalara ve yargısal kararlara konu olmuş, Ceza Genel Kurulunun 07.12.2010 gün ve 235-247; 19.10.2010 gün ve 166-197 ile 19.10.2010 gün ve 167-195 sayılı kararlarıyla, bu kararlara karşı da kanun yararına bozma yoluna gidilebileceği kabul edilmiştir. Bu kararların bir sonucu olarak CMK’nda öngörülen karar ve hükümlere uygun olarak düzenlenmiş bulunan 309. maddesinin, Kabahatler Kanunu uyarınca verilen kararlar açısından ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira, tamamen kendine özgü bir sistem getiren Kabahatler Kanunu uyarınca verilen kararların, CMK’nda yer alan düzenlemelere göre değerlendirilerek 309. maddesi açısından sonuçlar çıkarılması, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına yol açabilecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Kabahatler Kanunu uyarınca yapılan başvuru üzerine sulh ceza mahkemesince verilen idari para cezasının kaldırılmasına ilişkin kararın, CMK’nun 223. maddesinde sayılan hükümlerden olmadığında ve 309. maddesinin 4. fıkrasında yer alan 4 bendin hiçbirisinin doğrudan kapsamına girmediğinde tereddüt bulunmamakla birlikte, kendine özgü bir sistem getiren Kabahatler Kanununa göre, idari yaptırım kararlarına karşı yapılan başvuru üzerine yerel mahkemece verilen kararın, davanın esasını çözen bir karar olduğu da gözardı edilmemelidir. Bu durumda, Kabahatler Kanunu hükümleri uyarınca başvuru üzerine yerel mahkemece idari yaptırım kararının kaldırılmasına dair verilen kararın, davanın esasını çözmesi ve mahkûmiyet hükmü olmaması nedeniyle CMK’nun 309/4-c maddesi kapsamında kabul edilmesi, hakkaniyete daha uygun bir kabul olacaktır.
Bu itibarla, yerel mahkemece başvuru üzerine verilen idari yaptırım kararının kaldırılmasına ilişkin kararın CMK’nun 309/4-c maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinden Özel Dairece aleyhe tesir etmemek üzere kanun yararına bozulmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, itirazın reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 17.09.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.