Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2010/64 E. 2010/85 K. 13.04.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/64
KARAR NO : 2010/85
KARAR TARİHİ : 13.04.2010

İtirazname :2010/38202
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi : ESKİŞEHİR 3. Asliye Ceza
Günü : 03.04.2007
Sayısı : 188-250
Sanık S.K.’in, kasten yaralama suçundan lehe olan 765 sayılı TCY’nın 456/4, 51/1, 59 ve 647 sayılı Yasanın 4. maddeleri uyarınca 333 YTL, mala zarar verme suçundan ise 765 sayılı TCY’nın 516/1, 522, 51/1, 59, 72 ve 647 sayılı Yasanın 4. maddeleri gereğince 750 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, sanığa verilen aynı neviden para cezalarının 765 sayılı TCY’nın 72. maddesi uyarınca 1.083 YTL adli para cezası olarak içtimaına, sanık hakkında 647 sayılı Yasanın 6. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına ilişkin, Eskişehir 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 03.04.2007 gün ve 188-250 sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyizi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 19.10.2009 gün ve 15956-10309 sayı ile;
“Mağdurların zararlarının karşılanmamış olması ve hükmedilen hapis cezalarının adli para cezasına çevrilmesi karşısında tebliğnamedeki ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesinin zorunlu olduğu’ gerekçesine dayanan bozma düşüncesine iştirak edilmediği” açıklamasıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığınca, 11.03.2010 gün ve 38202 sayı ile;
“Somut olayda sanık hakkında mala zarar vermek ve kasten yaralama suçlarından Eskişehir 3. Asliye Ceza Mahkemesine açılan dava sonunda sanığın 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 516/1, 522, 456/4 (iki kez), 59 (iki kez), 72 (iki kez) 647 sayılı Yasanın 4 (iki kez) maddeleri uyarınca toplam 1.083 Yeni Türk lirası adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan ve 5560 sayılı Kanunla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesi kapsamında kalan mahkûmiyete konu suçlar açısından anılan madde uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği karar yerinde tartışılmamış, dolayısıyla giderilemeyen zarar da açıklanmamıştır.
Ayrıca mala zarar verme suçundan 2 ay 15 gün hapis ve 70 Yeni Türk Lirasına hükmolunduktan sonra hapis cezasının 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca günlüğü 9.00 Yeni Türk Lirasından 675 Yeni Türk Lirası olarak paraya çevrilmesinin akabinde 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 72. maddesi uyarınca aynı neviden olan adli para cezalarının toplanması esnasında, sanığın aleyhine olacak şekilde sonuç ceza 745 Yeni Türk Lirası yerine 750 Yeni Türk Lirası olarak belirlenmiştir.
Hüküm tarihi itibariyle de yürürlükte bulunan ve 5560 sayılı Kanunla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesinde yer alan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, mahkûmiyet, suç niteliği ve ceza miktarı gibi objektif koşulların varlığı halinde, yargılamanın herhangi bir sujesinin istemine gerek kalmaksızın, diğer kişiselleştirme hükümlerinden önce ve re’sen yargıç tarafından her olayda kendiliğinden değerlendirilip takdir edilmeli ve denetime olanak sağlayacak biçimde kararda gösterilmelidir.
Kurulan hükmün hukuki sonuç doğurmamasına olanak sağlaması nedeniyle sanığın lehine olduğunda kuşku bulunmayan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun hüküm tarihinden sonra 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. maddesinin 1. fıkrasıyla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesinin 5. ve 14. fıkraları yönünden yeniden ve öncelikle birinci derece yargılamasını yapan mahkemece değerlendirilmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla; 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. maddesinin 1. fıkrasıyla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesinin 5. ve 14. fıkraları yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceği hususunun yeniden ve öncelikle yerel mahkemesince değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmasının yanı sıra, mahkemece sanık hakkında 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 516/1, 522, 456/4 (iki kez), 59 (iki kez), 72 (iki kez), 647 s.Y.nın 4 (iki kez), maddeleriyle yapılan uygulamada sonuç cezanın 1.078 Yeni Türk Lirası yerine 1.083 Yeni Türk lirası olarak belirlenmesi, aleyhe sonuç doğurmaktadır” gerekçesiyle itiraz yasa yoluna başvurularak, Özel Daire onama kararının kaldırılarak, yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığı ve fazla adli para cezasına hükmolunup olunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Sanık hakkında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığına ilişkin uyuşmazlık konusunun değerlendiril¬mesinde;
İncelenen dosya içeriğine göre;
Şikâyete bağlı kasten yaralama ve mala zarar verme suçlarını işleyen sanığın ve katılanlar vekilinin 12.07.2006 günlü duruşmada mahkeme tarafından kendilerine yapılan uzlaşma teklifini kabul etmedikleri, hüküm tarihi itibariyle uygulanma olanağı bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda yerel mahkeme tarafından herhangi bir değerlendirme yapılmadan karar verildiği anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun 19.02.2008 gün ve 346-25 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, koşullu bir düşme nedeni olan “hükmün açıklan¬ma¬sı¬nın geri bırakılması” kurumu; mahkûmiyet, suç niteliği, ceza miktarı ve zararın giderilmesine ilişkin objektif koşulların varlığı halinde, diğer kişiselleş¬tirme hükümlerinden önce ve re’sen mahkemece değerlen¬dirilerek, uygulanması yönünde kanaate ulaşıldığı takdirde, hiçbir isteme bağlı olmaksızın öncelikle uygulan¬malıdır. Kurulan hükmün sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmamasına olanak sağlayan ve bu yönüyle sanık lehine sonuç doğurduğunda kuşku bulunmayan bu hukuki kurumun sanık hakkında uygulanıp uygulanmayacağı ise öncelikle yerel mahkemece değerlen¬dirilmelidir.
Bu itibarla diğer yönlerinin bu aşamada incelenmesine gerek bulunmayan hükmün, öncelikle bu zorunluluk doğrultusunda değerlendirilme yapılabilmesi için bozulmasına karar verilmesi gerektiği düşünülebilir ise de; mahkeme tarafından kendisine yapılan uzlaşma teklifini kabul etmemek suretiyle, zararın giderilmemesi yönünde iradesini açıkça ortaya koyan, yargılama aşamasında da giderim yönünden herhangi bir faaliyette bulunmayan sanık hakkında, hükmün açıklanmasının objektif koşularından birisini oluşturan “suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi” koşulu gerçekleşmediğinden, hükmün açıklanmasının geri bırakılması olanağı bulunmadığını belirten Özel Daire onanma kararının usul ve yasaya uygun bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
Sanık hakkında fazla adli para cezasına hükmolunup olunmadığına ilişkin uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesine gelince;
Dosyanın incelenmesinde; sanık hakkında mala zara verme suçundan kurulan hükümde 765 sayılı TCY’nın 516/1, 522, 51, 59 ve 647 sayılı Yasanın 4. maddeleri uyarınca kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı cezadan çevrilen 675 YTL adli para cezası ile doğrudan hükmolunan 70 YTL adli para cezasının anılan Yasanın 72. maddesi uyarınca toplanması sırasında maddi hata yapılarak adli para cezasının 745 yerine 750 YTL olarak belirlendiği, kasten yaralama suçundan hükmolunan kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı cezadan çevrilen 333 YTL adli para cezası ile mala zarar verme suçundan hatalı olarak belirlenen 750 YTL adli para cezasının 765 sayılı TCY’nın 72. maddesi uyarınca toplanması sonucu sanık aleyhine 1.078 yerine 1083 YTL adli para cezasına hükmolunduğu anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun 17.03.1998 gün ve 18-91 sayılı kararında belirtildiği üzere, Yargıtay C.Başsavcılığının Ceza Dairelerinin kararlarına karşı itirazı, olağanüstü bir yasa yolu olup, hangi hallerde bu yola başvurulacağı yasada açıklanmamakla beraber gerek yerleşmiş yargısal kararlarda, gerekse öğretide ancak sınırlı hallerde bu yola başvurulabileceği kabul edilmiştir.
Buna göre, yerel mahkeme tarafından mala zarar verme ve kasten yaralama suçlarından hükmolunan adli para cezalarının doğru olarak belirlendiği, ancak bir infaz işlemi olan aynı neviden para cezalarının toplanmasında maddi hata yapıldığı, bu maddi hatanın da mahallinde ve infaz aşamasında giderilmesi olanaklı bulunduğundan, sanık hakkında fazla cezaya hükmolunduğuna ilişkin Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının da reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi A. Ö.; “13/04/2010 günlü gündemin 5. sırasında yer alan, 2010/64 Esas sayılı dosyanın itirazen incelenmesi sonucu oyçokluğuyla Reddine ilişkin kararın çoğunluk görüşüne, aşağıdaki nedenlerle karşıyım.
Yerel Mahkemece, mala zarar verme ve kasten yaralama suçlarından kurulan hükümlerin katılanlar vekili tarafından temyizi üzerine, tebliğnamedeki CMK 231. madde kapsamındaki bozma isteyen düşünceye, “mağdurların zararlarının karşılanmaması ve hapsin adli para cezasına çevrilmesi nedeniyle HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILAMIYACAĞI görüşte talep reddedilerek, hükmün onanması üzerine anılan itiraz gündeme taşınmıştır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin koşulların sanık açısından gerçekleşip gerçekleşmediğine geçmeden önce çoğunluk görüşüne esas alınan ve suç tarihine göre her iki suç açısından Uzlaşma kapsamında olmaları nedeniyle dosyadaki veriler açısından uzlaşma irdelenmelidir.
1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun 73/8 ve 5271 sayılı CMK’nun 253-254. maddelerinde uzlaşma kurumuna ‘maddi ve usul hukuku’unda hukuki sonuçlar doğurucu hükümler içeren dava ve kovuşturma şartını oluşturan bir sistem olarak yer verdiğinden, Hakim ve C.Savcısı tarafından takdir hakkı olmaksızın doğrudan ele alınması zorunlu iken,
17.12.2004 tarihli celsede sanığa içerik de usulsüz, şeklen uzlaşma önerilmiş, sanığın kabul etmediği tutanağa geçirilmiş ve katılan vekiline de anılan celse ile ilişkin diyeceklerine karşı, bir diyeceği olmadığını, ancak, uzlaşma konusu bize teklif edilseydi, bizde kabul etmeyecektik şeklindeki beyanın açıkça katılanlar tarafına önerilmediği görülmektedir.
Uzlaşmanın şeklen geçiştirilecek bir usul kuralı olmadığı, katılanların zararlarının neler olduğu belirlenip bunun taraflara önerilmesi gerekirken, olayımızda, katılan Fatma Özel’in kasten yaralanması eyleminde maddi bir zararın dosyaya yansımadığı, yine mülk sahibi bu kişinin kapısına verilen zararın keşfen fiziki olarak tesbit edilip, TCK. 522. maddesi uygulamasında pek hafif kabul edilen değer miktar olarak belirlenmemiş buna ilişkin bir talep de olmamıştır. Diğer katılan Atike Bayraktar anılan konutta geçici konuk olup, maddi boyutlu bir zararı söz konusu değildir. Ona yönelik fiillerden sanığın beraatine ilişkin davalar zamanaşımı nedeniyle düşürülmüş olmasına karşın, Yüksek 9. Ceza Dairesince “mağdurların zararlarının giderilmediği” esas alınmıştır.
Oysa uzlaşma kurallarının yürürlülüğü ile yerel mahkeme “kovuşturma şartı olan bu usul kuralını belirsiz olan maddi zararı belirleyip, CMK. 253/5. maddesi kapsamından uzlaşmanın kabulü veya reddinin hukuki sonuçları taraflara anlatılıp tutanağa geçirilmemesi, uzlaşmanın usulen önerilmediğini göstermektedir. Buna bağlı olarak da sanığın “uzlaşmayı” kabul etmediğinden bahisle gerekçeden hareketle, hükmün açıklanmasının koşullarının oluşmadığından söz etmek hukuki değildir.
Usul yasamıza ilk defa 19.12.2006 tarihinde 5560 sayılı Yasanın 23. maddesiyle CMK 231/5 ve devamı fıkralarıyla giren “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına” ilişkin kurumda, yasanın gerekçesinde madur veya suçtan zarar görenin uzlaşmayı kabul edip, sanığın kabul etmemesi halinde kovuşturma konusu suçla ilgili olarak sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez” görüşü esas alınıp itirazın reddine karar verilmesi, uzlaşmayla ilgili yukarıdaki açıklamalarımız ışığında yerinde değildir. Çoğunluk görüşü bir an kabul edilse bile,
231. maddenin 5560 sayılı Yasanın 23. maddesiyle değişiklik gerekçesi madde metniyle taban tabana zıtlık arzetmekte olup, anılan otoriter hüküm ifade eden kural, metinde yer almamaktadır.
Kaldı ki; yasa metinlerin asıl uygulanması gereken hükümler olup, gerekçelerin ancak yol gösterici, yorumlamada yardımcı metinler olduğu, anılan şekilde çelişen gerekçenin yasa metninin önüne geçmesinin düşünülmesi “kanunilik” ilkesine aykırılık oluşturacağı,
5237 sayılı TCK’nun genel gerekçesinde “madde başlığı ve gerekçesi, madde metninin ayrılmaz bir parçasını oluşturdukları” Bu husus madde hükümlerinin yorumlanması açısından büyük önem taşımaktadır. İfadesi, anılan madde ve gerekçesinin uyumlu olması halinde, yol gösterici olabileceği, aksi düşüncenin ise,
Madde gerekçesinin kanun metni ile çelişmesi halinde, metne dahil olmadığına ilişkin 8.12.1982 gün ve 4/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Bölümü Genel Kurul Kararına aykırılık oluşturacaktır.
Usulsüz uzlaşma; tahrik altında atılı suçları işleyen ve sabıkasız olan sanık açısından, soyut zarar olgusuna dayanan maddi zararın ödenmediğinden bahisle, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin koşulların araştırılmasını engellemez, yerel mahkemece doğrudan değerlendirilmeliydi. Yine özel Dairenin, hapsin paraya çevrilmesi nedeniyle de koşulların oluşmadığı görüşü 231/5. fıkrası gereği uygulama yapılmadığından, 7.fıkradaki yasaklar bu evrede düşünülmeyeceğinden” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle itirazın kabulü yönünde karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 13.04.2010 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.