Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2010/61 E. 2010/117 K. 25.05.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/61
KARAR NO : 2010/117
KARAR TARİHİ : 25.05.2010

Tebliğname : 2009/159022
Mahkemesi : YARGITAY 4. Ceza Dairesi
Günü : 10.12.2009
Sayısı : 34-42
Sanık M.Ü..’ın, görevde yetkiyi kötüye kullanma suçundan beraatına ilişkin, Yargıtay 4. Ceza Dairesince verilen 10.12.2009 gün ve 34-42 sayılı hüküm, Yargıtay C.Başsavcılığı tarafından aleyhe temyiz edilmekle, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 09.03.2010 gün ve 159022 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Olayın gerçekleştiği 13.06.2008 tarihinde Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Hakimi olarak görev yapmakta olan sanığın, daha önceden verilen karar uyarınca mahkemenin 2008/175 esas sayılı dosyasında, 13.06.2008 tarihinde keşif yapılması kararlaştırıldığı halde, 06.06.2008 tarihinde keşif yaptığı, ayrıca aynı tarihte, 2008/350 ve 2008/351 esas sayılı dosyalarda ise henüz keşif günü belirlenmemesine karşın, taraflar ve vekillerine haber verilmeden keşiflerini yaptığı ve yine aynı tarihte Kahramanmaraş 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ne ait 2008/188 ve 2008/199 esas sayılı dosyalar elde bulunmadan ve keşif kararı olmadan, mahkemenin müstemir yetkili hakimi görevinin başında olduğu halde, her iki dosyanın da keşiflerini yapıp, sarf kararları yazılarak ödeme yapılmasını sağlamak suretiyle, görevini kötüye kullandığı iddiasıyla açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonunda, sanığın olay tarihinde birinci sınıfa ayrılmış hakim olması nedeniyle davaya ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakan Yargıtay 4. Ceza Dairesince, suç kastı bulunmadığından beraat kararı verilmiş, hüküm Yargıtay C.Başsavcılığı tarafından sübuta yönelik olarak temyiz edilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca çözümlenmesi gereken sorun; sanığın görevi kötüye kullanma suçunu işleyip işlemediğinin belirlenmesine ilişkindir.
Dosya incelendiğinde;
Olayın, Kahramanmaraş Barosu Avukatlarından M.D..’ın, Kahramanmaraş Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığına sunduğu 11.06.2008 tarihli dilekçe ile Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi M. Ü..’ın, müvekkili M. D..’ın sanık olarak yargılandığı 2008/175 esas sayılı dava dosyasında, 13.06.2008 tarihinde keşif yapılmasına ilişkin ara kararı bulunmasına rağmen 06.06.2008 tarihinde kendilerine haber vermeden keşif yaparak savunma haklarını kısıtladığı gibi, ayrıca henüz ilk duruşması yapılmamış olan 2008/350 ve 2008/351 esas sayılı dosyalarda da keşif için alınmış bir karar olmadığı halde müvekkillerinin ve kendisinin haberi olmadan keşif yaptığını, bunlardan başka müstemir yetkili hakimi görevi başında olmasına rağmen Kahramanmaraş 1. Sulh Ceza Mahkemesine ait 2008/188 ve 2008/199 esas sayılı dava dosyalarına ilişkin olarak da dosyalar dahi bulunmadığı halde keşif yaptığını, hakimin bu davranışı nedeniyle müvekkillerinin gözünde keşif gününden dahi haberdar olmayan avukat durumuna düştüğünü ve mesleki hayatının olumsuz etkilendiğini belirterek başvurması üzerine, yapılan soruşturma sonunda ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Sanık, aşamalardaki savunmalarında özetle; aynı bölgede başka keşiflerinin de olduğunu, keşif yerinin Kahramanmaraş İlinden yaklaşık 2,5-3 saatte çoğu stabilize olan virajlı yollardan geçilerek güçlükle gidilebildiğini, ulaşmadaki zorluk, bazı keşiflerde bir kısım yolun orman işletmesine ait, dört çeker araçla gidebilmesi, adliye aracı ve çalışanların tekrar aynı yere gelmesi halinde yıpranma payı, yorgunluk, araca yeniden yazılacak sarf kararı vb. dava ve usul ekonomisine ilişkin nedenlerle, 06.06.2008 tarihinde aynı bölgedeki diğer keşifleri bir arada yaparak, adliyeden bir daha uzak kalmayıp, sık sık nöbetçi olduğundan diğer mahkeme işlerini halletme, dosyaların karara çıkarılması için şevk ve görev heyecanı ile personelden aynı mahaldeki diğer dosyaları da almalarını istediğini, ancak sehven 2008-175 esas sayılı keşif günü verilen dosyanın da alınmış olduğunu, dönüşte, keşfin içeriğine dikkat edilmesi ve öncesinde zabıt katibine keşif kararı verilmeyen dosyalarda re’sen keşfe gidildiğinin keşif tutanak formatının üzerine işlenmesi yönünde genel talimat verdiğini, ancak tutanak içeriğine yoğunlaşılması ve aşırı yorgunluk sonucu bu hususun format başlığında sehven unutulduğunu, suça konu yerlerin tespit edilmesinde GPS cihazı ile alınan koordinatlar da kontrol edilerek nizalı alanın kesin olarak işaretlendiğinin bilirkişice rapor edilmesi nedeniyle, yeniden keşif yapılması yönündeki istemleri, yeniden devlete külfet getirmemesi ile dava ve usul ekonomisi açısından reddettiğini, Elbistan İlçesi Orman Müdürlüğü’ne bağlı olmakla birlikte; yargı sınırı Kahramanmaraş merkezde bulunan yerde aynı gün kendi mahkemesinin keşiflerini yaparken, Elbistan’dan gelen tutanak tanıklarının aynı yerde başka keşifler olduğunu söylemeleri üzerine, tutanak tanıklarını mağdur etmemek için, bilirkişilere sorup, dosya olmasa da GPS cihazıyla kesin ve doğru tespit yapacaklarını beyan etmeleri sonucu, bilirkişilerden tutanak tanıklarının yer göstermesi ile GPS cihazıyla gerekli tespitleri yaparak notlarını almalarını, keşif yerinde mesai saati geçtiği ve telefonla ulaşma imkanı da bulunmadığından, ilk mesai günü kendi mahkemesine ait dosyalar için rapor sunmalarını, diğer mahkeme dosyalarına ilişkin raporun ise, ilgili Hakim’in kabul etmesi halinde düzenlemelerini, aksi takdirde düzenlememelerini istediğini, sonrasında ilgili hakimin uygun bulması nedeniyle gerekli işlemlerin yapıldığını, görevi kötüye kullanma suçunda birinin yararına, diğerinin zararına yönelik olarak kasten hareket edilmesi gerekmekte olup, ortada kesinlikle ne birisine yarar, ne de diğerine zarar amacıyla hareket etmediğini, buna rağmen keşif giderlerinin tamamını Maliye Hazinesine ödediğini, bu işi tamamen iyi niyetle yaptığını, keşiflerden herhangi bir maddi beklentisi olmadığını, böyle olsaydı yeniden keşif talep edilen ilgili dosyalarda yeniden keşiflere gidebileceğini ve böylelikle şikayet de edilmemiş olacağını bildirerek beraatini talep etmiştir.
Sanık hakim tarafından dosyalarında keşif yapılan Av. M. D.., Y. D.., E. D.., M. D..ve M.S.., yakınan sıfatıyla dinlenmişler ve sanık hakimden şikayetçi olduklarını ancak kamu davasına katılmak istemediklerini beyan etmişlerdir.
Tanık H. A.., 1. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi olarak görev yaptığını, 06.06.2008 tarihinde görevi başında olduğunu, ertesi gün sanık hakimin telefonla arayarak, “yerin uzak olması nedeniyle sizin de iki keşif dosyanızın olduğunu öğrendik biz keşfini yaptık, kabul ederseniz, size keşif zabıtlarını verebiliriz” dediğini, kendisinin de hangi dosyalar olduğunu bilmediği bu dosyalar ile ilgili olarak telefonda bilirkişilerin raporlarını sunabileceklerini söylediğini, sonradan itiraz olunca itirazın da haklı olduğu kanaati ile keşif kararı alarak yeniden keşif yaptığını belirtmiştir.
Tanık M. Ç.., 06.06.2008 tarihinde 3. Sulh Ceza mahkemesinde zabıt katibi olarak görevli olduğunu, keşif ara kararında belirtilen günde keşif yapılıyorsa, verilen ara kararı şeklinde tutanağa geçtiklerini, fakat ara kararında belirtilen tarihte gidilmemişse, resen keşfe gidildiğini yazdıklarını, ancak matbu bir önceki keşif zaptı örneği üzerinden yazıldığı için bazen bu hususu unuttuklarını, keşif günü adliyeden çıkmadan önce hakim beyin mübaşire, gidilecek keşif yerlerinin çok uzak olduğunu, o yönde keşif yapılabilecek dosyaları da çıkarmasını söylediğini, ancak kesinlikle keşif günü başka gün olan dosyaların çıkarılmasını istemediğini, mübaşirin de keşif günü verilen şikayetçi Avukat M. D..’a ait bir dosyayı da sehven çıkarmış olduğunu ve bu konuda hakim beyi uyarmadığını, o gün oldukça uzak ve bazen yaklaşık 1-1.5 saat süreyle engebeli arazide yürümek zorunda kalan hakim beyin, aldığı notlara göre keşif zaptının içeriğine bakarak yazdırdığı için matbu keşif başlığına dikkat edilmemiş olduğunu, keşif başlığını düzeltmeyi kendisinin de unuttuğunu, bunun keşifleri gün içerisinde yetiştirme çabası ve yorgunluktan kaynaklandığını, Hakim beyle çalıştığı 2 yıllık dönem içerisinde avukatlı dosyalarda kesinlikle keşif gününden önce veya sonra haber vermeksizin keşif yapmadıklarını, ayrıca avukatın keşfe katılıp katılmayacağı hususunda hakim beyin mutlaka avukatları aratıp bilgileri ve muvafakatları dahilinde işlem yaptığını, ancak her nasılsa bu dosyada bu durumu sehven hiç biri farkedemediği için hakim beyi uyaramadıklarını, Elbistan’dan gelen tutanak tanıklarının, gelip gitmelerinin çok zor olduğunu, burada iki tane daha tutanak tuttuklarını, ancak hangi mahkemeye ait olduğunu bilmediklerini söylemeleri üzerine keşfin yapıldığını, ancak öncesinde hakimin fen ve orman mühendisine dosya bizim mahkemeninse raporu sunarsınız, eğer başka mahkemenin keşfi ise o mahkeme hakiminden onay aldıktan sonra raporları ibraz edersiniz, eğer yapılan keşfi mahkeme hakimi kabul etmezse rapor sunmazsınız diye söylediğini, keşif ücreti konusunda da ilgili mahkeme hakiminin ve mübaşirin keşif parasını yanlış anlamaya maruz bırakmamak için kendisine tahakkuk eden kısmından ve kendisinden alıp vermesini istediğini, kendisinin de keşif ücretleri dağıtıldıktan sonra hakim beyin verdiği parayı 1. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi H..A..’e ve mübaşiri İ. G.e götürüp teklif ettiğini ancak onların parayı kabul etmediklerini, 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin keşiflerini hakimin tamamen iyi niyetle ve öncelikle kendi mahkemesinin dosyaları olabileceğini zannederek ve devletin ekonomik kazancını düşünerek yaptığını, taraflarla zaten herhangi bir husumeti de olmadığını, kendi çıkarını da düşünmediğini, düşünseydi keşif parasını o mahkemenin hakimine ve mübaşirine teklif etmeyeceğini belirtmiştir.
Tanıklar M.Ö..ve H.K.. ise, Elbistan Orman İşletme Şefliğinde Orman Muhafaza Memuru olarak görev yaptıklarını ve 06.06.2008 tarihinde yapılan keşiflerde tutanak tanığı olarak hazır bulunduklarını, keşifler bittikten sonra orman işletme şefliğinin bağlı olduğu ve korumakla yükümlü olduğu sınırlar göz önüne alındığında araçla iki saatte gidilebilen bir uzaklıkta olduğundan, o bölgede orman suçları ile ilgili tuttukları başka tutanaklara ilişkin dosyaların keşiflerini de yapmasını istediklerini, Hakim beyin de “dosya bizde ise notlarımızı alalım, tespitlerimizi yapalım” diyerek yardımcı olmak istediğini, dosya kendilerinde değil ise diğer Hakime söyleyip, kabul ederse yapar, kabul etmez ise yapmaz dediğini, diğer mahkemenin dosyalarına ilişkin olarak keşif zaptı düzenlenip imzalandığını, hakimin böyle bir düşüncesi olmadığını, geliş gidiş zor olduğu için uygun ise keşfin yapılmasını kendilerinin istediğini belirtmişlerdir.
Tanık A. K.., kadastro müdürlüğünde kontrol memuru olarak görev yaptığını, mahkeme heyetiyle beraber orman mühendisi de olduğu halde keşif mahalline gittiklerini, uzak ve sarp bir yer olduğunu, yolun bir kısmında orman idaresinin aracıyla, bir kısmında yürüyerek gittiklerini, 3. Sulh Ceza Mahkemesinin keşfini yaptıktan sonra orman muhafaza memurlarının, iki yere ilişkin daha tutanak tutulduğunu ancak bu tutanaklara ait davanın hangi mahkemede olduğunu bilmediklerini belirttiklerini, bunun üzerine Hakimin orman muhafaza memurlarından tutanak tuttukları yerleri de göstermeleri istediğini, onların gösterdikleri yerde GPRS ile ölçüm yaptığını, orman mühendisinin de incelediğini, bu şekilde o bölgelerinde keşfinin yapılmış olduğunu, Hakimin bu yerlere ilişkin dava bizim mahkememizde ise rapor düzenlersiniz, başka mahkemede ise Hakimlerine sorarız kabul eder iseler raporunuzu verirsiniz, dediğini, orman muhafaza memurlarının Elbistan Bölgesinin memurları olup, daha sonra gelmelerinin zor olacağını belirtmiş olduklarını, ölçüm yaparken gösterilen yerin koordinat değerlerini aldıktan sonra işyerinde bulunan paftaya uygulamasını yaptığını bildirmiştir.
Serbest Orman Mühendisi Bilirkişi A.H..de benzer şekilde anlatımda bulunmuştur.
Özel Dairece sorulması üzerine, Kahramanmaraş 1. Sulh Ceza Mahkemesince 11.11.2009 gün ve 170 sayılı yazı ile mahkemeye ait 2008/188 ve 2008/199 esas sayılı dosyalarda 06.06.2008 tarihinde yapılan keşiflere ait ücretlerin tamamının sanık Hakim tarafından iade edildiği bildirilmiş ve yazı ekinde buna ilişkin 25.11.2008 (40 lira) ve 07.04.2008 tarihli (597,25 lira) dekont örnekleri de gönderilmiştir.
5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinde düzenlenen “Görevi kötüye kullanma” suçu; 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde yer alan “görevde yetkiyi kötüye kullanma”, 230. maddesindeki “görevi ihmal”, 228. maddesinde düzenlenen “görevde keyfi davranış” ve 212/1. maddesinde düzenlenmiş olan basit rüşvet alma suçlarının karşılığını oluşturmaktadır.
5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinin 1. fıkrasındaki görevi kötüye kullanma suçu; kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyeti veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız kazanç sağlanması ile oluşur.
Buna göre; 765 sayılı TCY’nın 240. maddesindeki suçun oluşumu için norma aykırı davranış yeterli iken; 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte; bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması gerekmektedir.
O halde, 765 sayılı TCY’nın 240. maddesindeki görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu, memur sayılan kişinin kasten görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ile oluşurken; 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabil¬mesi için, kamu görevlisinin kasten görevinin gereklerine aykırı davranması yanında bu davranış nedeniyle kişilerin mağduriyetinin, kamunun zararının ya da kişilere sağlanmış haksız bir kazancın bulunması zorunludur.
Somut olayda; bölgenin ve iş yoğunluğunun özelliklerini gözeten ve uzak olan bir yerde keşif icra eden sanık hakimin, keşif günü gelmemiş ve bir başka mahkemeye ait dosyalarda, re’sen keşif yapması, görevinin gereklerine aykırı ise de keşif ücretlerinin sanık tarafından iade edilmiş olması ve bu aykırılıkların temyiz davasına konu olacağı da nazara alındığında, kişilerin mağduriyetine, kamunun zararına ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanmasına yol açmadığı gibi, sanığın görevi kötüye kullanma kastı ile hareket ettiğinden söz edilemez.
Bu itibarla, sanık hakkında hukuka aykırı eylemi nedeniyle disiplin soruşturması yapılmasına bir engel bulunmamakla birlikte, manevi unsur yokluğu nedeniyle oluşmayan görevi kötüye kullanma suçuyla ilgili olarak, temyiz itirazlarının reddiyle beraat hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi H.B.., “5237 sayılı Yasanın 257. maddesinin 1. fıkrasında yer bulan ‘görevde yetkiyi kötüye kullanmak’ suçu; kamu görevlisinin görev gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine, kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız kazanç sağlanması ile oluşmaktadır. Bütün Ceza Kanunlarında, kamu görevlilerinin yetkilerini kötüye kullanmaları nedeniyle işledikleri fiiller cezalandırılmaktadır. Burada önemli olan görev gereği sahip olunan yetkidir. Herhangi bir şekilde kanuni yetkinin aşılması, takdir yetkisinin maksada aykırı kullanılması cezalandırılmalıdır.
Takdir yetkisi; kamu görevlisine davranış serbestisi veya keyfi davranma gücünü vermemektedir. Yetkinin, mutlaka kamu hizmeti ve yararına kullanılması şarttır. Takdir yetkisindeki yanılgıyı görev gereğine aykırı davranış olarak değerlendirmemek gerekir. Bu nedenle fiil açıkca görev gereğine aykırı davranış olmalıdır. Diğer yandan kasıtlı davranışların yanılgı savunmasıyla örtülmeye çalışılmasına da izin verilmemelidir. Somut olayın özelliğine, işin vasfına ve failin davranışlarına göre kastın tayin edilmesi gereklidir. Görev gereğine aykırı davranıştan söz edebilmek için failin çalıştığı görev alanıyla alâkalı olarak kendisine yükletilen davranış normlarına aykırı davranışın bulunması aranmalıdır. Suça bağlı olarak sağlanan kazanç veya kamu zararının az ya da çok olması suçun oluşmasına engel teşkil etmez ama cezanın tayin edilmesinde önem kazanır.
Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu’muz bir kısım kararlarında; mağduriyet kavramının sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla sınırlı olmayıp, bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade ettiğini belirtmektedir. Mağduriyetin azlığı veya çokluğunun suçun oluşmasında önemi bulunmamaktadır.
Keyfilik; Kanun, Tüzük gibi mevzuata yahut teamül ile konulmuş olan kurallara objektif aykırılıktır. Takdir yetkisinin amaca aykırı ve kamu yararı ilkesi gözetilmeden uygulanması halinde de keyfi davranılmış olur. Görevin gereklerine aykırı davranan kişinin haksız kazanç sağlaması da diğer önemli noktadır. Haksız kazanç; kişilere hukuka aykırı olarak ve hak etmediği şekilde menfaat sağlanmasıdır. Kazanç terimi ayrıca hem maddi ve ekonomik çıkarı hem de manevi yararı içine alacak biçimde anlaşılmalıdır. Failin saiki veya maksadı farklı olsa dahi, görevinin gereklerine aykırı davranışının maddede belirtilen neticelerden birine yol açacağını bilerek hareket etmiş olursa, suçun manevi unsuru diğer bir deyişle genel kastı gerçekleşmiş olacaktır.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 27.06.2006 gün ve 315 sayılı kararı ile benimsenen Bangolar Yargı Etiği İlkelerine göre; Hâkim, doğruluk ve tutarlılıktan ayrılmamalıdır. Mesleki davranış şekli itibariyle, makul olarak düşünme yeteneği olan bir kişide herhangi bir serzenişe yol açmayacak hâl ve tavır içinde olmalıdır. Yakışıksız ve yakışık olmayan görüntüler içerisinde bulunmaktan kaçınmalıdır. Özellikle “Yargının Onuruyla” uyumlu bir tarzda davranmalıdır. Kısaca özetlemek gerekirse Hâkim ve Cumhuriyet Savcıları; Anayasa ve Yasalarla kendilerine verilen görev ve yetkilerini yazılı olan veya olmayan ancak evrensel anlamda Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarını bağladığından kuşku duyulmayan etik kurallara tabi olarak yerine getirmelidirler. Aksine davranışın, ortaya çıkacak sonuçlar ve toplumdaki Adalet duygusunda açacağı yara itibariyle Hâkimlik mesleğinden kaynaklanan yetki ve görevin ihmal edilmesi ya da kötüye kullanılması anlamına geleceği açıktır ki, bundan da Yargı Erkinin nüfus ve itibarının zarar göreceği kaçınılmazdır.
Somut olayımızda; sanık 30.04.2006 tarihinde birinci sınıfa ayrılmış deneyimli bir Hâkimdir. 13.06.2008 tarihinde gidilmesine karar verilmesine rağmen keşif tarihini taraf ve taraf vekillerine haber vermeden bir hafta önceye çekerek keşfi icra etmiş, yine kendi mahkemesi olan Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Mahkemesine ait iki dosyada keşif kararı vermeden keşifleri yapmış, diğer iki dosyada ise; Kahramanmaraş 1. Sulh Ceza Mahkemesinin müstemir yetkili hâkimi görevinin başında olmasına rağmen “ileride kabul edilmesi halinde” düşüncesiyle ve dosyalar keşif mahalline bile götürülmeden keşifleri icra ederek sarf kararlarının yazılmasını ve ödemelerin yapılmasını sağlayarak haksız kazanca sahip olmuştur. ‘Ne olacak, zaten 1. Sulh Ceza Mahkemesi Hâkiminden kaçırılan dosyalardan alınan keşif ücretleri geri ödenmiş mesele kalmamış’ şeklinde düşünülebilinir ama sanık bunu bile kendi isteğiyle yapmamış, şikayet edileceğini anladığında Maliyeye geri dönüş yaparak görevli olmadığı dosyaların keşif paralarını ödemiş, bu şekilde muhtemel bir soruşturmadan ve sorumluluktan kaçmak istemiştir. Kendi mahkemesine ait dosyalarla ilgili almış olduğu keşif paralarını ise geri vermemiştir. Birinci sınıfa ayrılmış bir Hâkimin davranış şekli bu mudur? Böyle mi olmalıdır? Daha da önemlisi böyle mi devam etmelidir?
Biraz önce ayrıntılarına yer verildiği gibi, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinin 1. fıkrasında aranan tüm şartların gerçekleştiği ve etik kuralların yerle bir olduğu apaçık ortadadır.
Yüksek Ceza Genel Kurulumuzun vereceği bu çok önemli karar; mesleğin ilk yıllarında bulunan Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarımıza olduğu kadar stajlarını tamamlamaya çalışan Hâkim ve Savcı Adaylarına da emsal teşkil edecek bir karar olacaktır.
Açıklanan nedenlerle; sanığa yüklenen “görevde yetkiyi kötüye kullanmak” suçunun unsurlarının oluştuğu düşüncesiyle Yüksek Ceza Genel Kurul çoğunluğunun suçun unsurlarının oluşmadığı görüşüne katılmıyorum” görüşüyle;
Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer Kurul Üyeleri de bu görüşe katılarak karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 10.12.2009 gün ve 34-42 sayılı beraat hükmünün ONANMASINA,
2- Dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.05.2010 günü yapılan birinci müzakerede yasal oyçoğunluğu sağlanamadığından, 25.05.2010 günü yapılan ikinci müzakerede tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak oyçokluğuyla karar verildi.