Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2010/42 E. 2010/44 K. 02.03.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/42
KARAR NO : 2010/44
KARAR TARİHİ : 02.03.2010

Tebliğname :2009/44427
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi : ADANA 4. Ağır Ceza
Günü : 04.11.2008
Sayısı : 274-350
Sanık A.K.’in taksirle ölüme neden olmak suçundan, 5237 sayılı TCY’nın 85/1 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 1 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, sanığa verilen hapis cezasının TCY’nın 50/1-a ve 52/2. maddeleri uyarınca günlüğü 20 Lira hesabıyla 15.200 Lira adli para cezasına çevrilmesine ilişkin, Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesince 13.11.2006 gün ve 352-264 sayı ile verilen kararın, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 03.06.2008 gün ve 8833-7136 sayı ile;
“1- 17.08.2005 tarihli ölü muayene tutanağının aslı ya da onaylı örneği getirtilmeden onaysız fotokopi belgeye dayanılarak yazılı şekilde hüküm tesisi,
2- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizce de benimsenen 11.03.2008 tarih, 2008/7-14 esas, 2008/50 sayılı kararı ile; 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinde değişiklik yapan 5728 sayılı Kanunun 562. maddesinin amaç, kapsam ve gerekçesi de nazara alındığında; hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. maddesiyle değişik CMK’nun 231. maddesindeki ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılması’na ilişkin düzenleme karşısında suçun niteliği, hükmolunan cezanın tür ve miktarı gözetilip dosyada bulunan adli sicil kaydı da değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun yeniden tayin ve takdirinde zorunluluk bulunması” isabetsizliğinden hükmün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise, 04.11.2008 gün ve 274-350 sayı ile;
“Maktûle ait 17.08.2005 tarihli otopsi tutanağının aslının dizi 32’de fotokopisinin ise dizi 23’de yer aldığı, bu nedenle tutanak aslının dosyada bulunmadığına dair bozma ilamının yerinde olmadığı,
CMK’nun 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için hürriyeti bağlayıcı cezanın 2 yıl veya daha az süreli olmasının gerektiği, CMK’nun 231/7. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi halinde cezanın seçenek yaptırımlara dönüştürülemeyeceği, temel cezanın 2 yıl 6 ay olarak belirlenmesi, 62/1. maddenin uygulanmasıyla bulunan cezanın 2 yıl 1 ay hapis cezası olması nedeniyle bu miktar ceza için CMK’nun 231. maddesinin uygulanmasına yasal olanak bulunmadığı” gerekçeleriyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyizi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının “onama” istemli 04.02.2010 gün ve 44427 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca incelenmiş, aşağıda belirtilen gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında taksirli suçtan hükmedilen 2 yıl 1 ay hapis cezasının, 5237 sayılı TCY’nın 50. maddesindeki taksirli suçlardan hükmolunan hapis cezasının uzun süreli de olsa paraya çevrilebileceğine ilişkin hükmü uyarınca adli para cezasına çevrilmesine karar verilen somut olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlıklar;
1- Ölü muayene tutanağının aslının dosya içinde olup olmadığının,
2- Taksirli suçlarda, adli para cezasına çevrilen iki yıldan fazla hapis cezalarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilemeyeceğinin,
Belirlenmesine ilişkindir.
Birinci uyuşmazlık nedeninin incelenmesinde;
İncelenen dosya içeriğine göre, 17.08.2005 tarihli ölü muayene tutanağı aslının, dosya içerisinde bulunduğu ve dizi 32’de yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle yerel mahkemenin, Özel Daire kararında yer alan bir numaralı bozma nedenine ilişkin direnme gerekçesi isabetlidir.
İkinci uyuşmazlık nedeninin incelenmesinde;
5271 sayılı CYY’nın 231. maddesinin 5. fıkrasında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına konu mahkûmiyetin, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması gerektiği vurgulanmış, ancak buradaki adli para cezasının 5237 sayılı TCY’nın 50. maddesi uyarınca kısa süreli veya taksirli suçlardaki uzun süreli hapis cezalarına seçenek olarak çevrilen adli para cezası mı, yoksa 5237 sayılı Yasanın 52. maddesinde öngörülen adli para cezası mı olduğu yönünde bir belirlemeye yer verilmemiştir.
Anılan fıkrada belirtilen adli para cezasından ne kast edildiği 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 7. fıkrasındaki; “Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez” şeklindeki hükmü ile;
11. fıkrasındaki; “…Ancak, mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunun değerlendirilerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşulların varlığı halinde, hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek, yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir” biçimindeki hükümlerinden yola çıkılarak belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Her iki fıkranın açık hükümlerinden de anlaşılacağı üzere, 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 5. fıkrasında kast edilen adli para cezası, seçenek yaptırım olarak hükmedilen adli para cezası olmayıp, 5237 sayılı Yasanın 52. maddesinde öngörülen ve hapis cezası ile birlikte veya yalnız hükmedilen adli para cezasıdır. Böyle bir kabul her iki fıkranın ve müessesenin de doğal sonucudur.
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19.02.2008 gün ve 346-25 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.
Koşullu bir düşme nedeni oluşturan “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” müessesesi (mahkûmiyet, suç niteliği ve ceza miktarına ilişkin) objektif koşulların varlığı halinde, diğer kişiselleştirme hükümlerinden önce ve re’sen mahkemece değerlendirilerek, uygulanması yönünde kanaate ulaşıldığı takdirde, hiçbir isteme bağlı olmaksızın öncelikle uygulanacak, koşullarının bulunmadığı veya uygulanmaması yönünde kanaate ulaşıldığı taktirde ise diğer kişiselleştirme nedenleri değerlendirilebilecektir.
Bu kararda da açıkça belirtildiği üzere, sanık hakkında sonuç cezanın tayininden sonra hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis cezası olması veya adli para cezası olması halinde, öncelikle yasal bir zorunluluk olarak 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 5-14. fıkralarında düzenlenmiş bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının bulunup bulunmadığı, hiçbir isteme gerek kalmaksızın re’sen değerlendirilecek, olumsuz sonuca ulaşıldığı takdirde, cezanın kişiselleştirilmesine ilişkin 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddeleri ile 5237 sayılı Yasanın 50 ve 51. maddeleri yönünden bir değerlendirme yapılabilecektir.
Görüldüğü gibi, sanık hakkında hükmolunan hapis cezası, henüz seçenek yaptırım olarak adli para cezasına ve tedbire çevrilmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının değerlendirilmesi zorunlu olup, ancak bu konuda olumsuz bir kanaate ulaşıldığı takdirde uygulanabilecek bir hükme dayanılarak sonuç cezanın çevrilen adli para cezası veya tedbir olduğundan hareketle taksirli suçlarda hükmolunan 2 yıldan fazla hapis cezalarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceğini kabul etmek olanaklı değildir.
Kaldı ki, 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 7 ve 11. fıkralarına aykırı olarak hükmolunan cezanın adli para cezasına çevrilmesi ve bilahare sonuç cezanın adli para cezası olduğundan bahisle, hukuka aykırı bir uygulamanın sonuçlarından sanığın ikinci kez yararlandırılması da hukuken kabul edilemez.
İlk hükümde sanık hakkında hükmolunan cezanın adli para cezasına çevrildiği, dolayısıyla hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının adli para cezası dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği yönündeki görüşün de, suçun işlendiği zamanın yasası ile sonra¬dan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması halinde önceki ve sonraki yasaların tüm hükümlerinin birbirine karıştırılmadan, ayrı ayrı somut olaya uygulanıp her iki yasaya göre ortaya çıkan sonuçların karşılaştırılması suretiyle lehe yasanın belirlenmesi gerektiğine ilişkin, 23.02.1938 gün ve 23-9 sayılı İBK karşısında kabulü olanaksızdır.
Bu nedenle yerel mahkemenin, Özel Daire kararında yer alan iki numaralı bozma nedenine ilişkin direnme gerekçesi de isabetlidir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme kararı isabetli olup, Özel Dairece hükmün sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verildiğinden, dosyanın sair yönlerinin incelen¬mesi için Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 04.11.2008 gün ve 274-350 sayılı kararındaki direnme nedenlerinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
2- Dosyanın, esasa ilişkin temyiz incelemesi yapılması için Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere, Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 02.03.2010 günü tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliğiyle karar verildi.