YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/262
KARAR NO : 2011/35
KARAR TARİHİ : 05.04.2011
İtirazname : 2010/100540
Yargıtay Dairesi : 7. Ceza Dairesi
Mahkemesi : PENDİK 2. Sulh Ceza
Günü : 01.11.2007
Sayısı : 2–555
Yoklama kaçağı suçundan sanık O. Ü.’ün, 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasının 63/1–A, 5237 sayılı TCY’nın 62, 50/1–a ve 52/4. maddeleri uyarınca 1.500 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Pendik 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 01.11.2007 gün ve 2–555 sayılı hüküm, o yer Cumhuriyet savcısı ve sanık tarafından temyiz edilmiş, yerel mahkemece 12.12.2007 gün ve 2–555 sayılı ek kararla; “verilen hükmün kesin nitelikte olduğu” gerekçesiyle o yer Cumhuriyet savcısının temyiz istemi reddedilmiş, red kararının da, o yer Cumhuriyet savcısınca temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 11.10.2010 gün ve 9539–14998 sayı ile;
“01.11.2007 tarihli karara karşı o yer Cumhuriyet savcısı tarafından yasal süresi içerisinde temyiz yoluna başvurulması üzerine, 12.12.2007 tarihli ek karar ile, hükmolunan cezanın kesin nitelikte olduğu ve hükmün temyizinin olanaklı olmadığından bahisle temyiz talebi kanuna uygun olarak reddedilmiş ise de; Anayasa Mahkemesinin 23.07.2009 tarih ve 2006/65 E., 2009/114 K. sayılı kararı ile, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 305. maddesinin 1 numaralı alt bendinin iptaline karar verilmiş olması ve temyiz inceleme günü itibariyle sözü edilen iptal kararının yürürlükte bulunması karşısında, temyiz incelemesine engel kesinlik sınırını düzenleyen bir hüküm bulunmadığından, mahkemenin temyiz talebinin reddine dair 12.12.2007 tarihli ek kararı kaldırılarak, O yer Cumhuriyet Savcısı ile sanığın 01.11.2007 tarihli ilk karara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
5271 sayılı CMK’nın, 5560 sayılı Yasa ile değişik 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında değişiklik yapan 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulaması olanaklı hale geldiğinden, 5237 sayılı TCK’nın 7. maddesi gözetilerek ve suç tarihinin 1632 sayılı Yasaya, 5739 sayılı Yasanın 1. maddesi ile eklenen Ek 10. maddenin yürürlük tarihi olan 01.03.2008 tarihinden önceki bir tarih olduğu da dikkate alınarak, yasal koşullarının oluşup oluşmadığı saptanıp sonucuna göre uygulama yapılması zorunluluğu” gerekçesiyle diğer yönleri incelenmeyen hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 20.12.2010 gün ve 100540 sayı ile;
“5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 305/2–1. maddesi gereğince ikibin liraya (ikibin lira dâhil) kadar adli para cezasını içeren hükümlerin temyiz kabiliyeti bulunmamaktadır.
Temyiz edilebilirlik sınırının belirlenmesinde Ceza Genel Kurulunun 19.09.2006/180–195 ve 21.06.2005/61–82 gün ve sayılı kararlarıyla konulmuş ilkeler nazara alınarak hükmün temyiz kabiliyetinin olup olmadığı hüküm tarihindeki yasal düzenlemeler dikkate alınarak belirlenmektedir.
Sanığın asıl mahkûmiyeti, TCK’nın 50/5. maddesi gereğince kısa süreli hapis cezasından çevrilen adli para cezasıdır. Adli para cezası 2.000 TL sınırını aşmadığından temyiz kabiliyeti bulunmamaktadır. Kaldı ki suç vasfına yönelik temyiz bulunmayıp eylemin başka bir suça dönüşmesi de mümkün görülmemektedir.
‘Usul hükümleri derhal yürürlüğe girer’ kuralı, usul kurallarının yürürlüğe girmesinden sonraki hükümler yönünden geçerlidir. Anayasa Mahkemesi kararı, temyiz talebinin reddi kararından sonraki bir tarihte verilmiştir. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi 23.07.2009 tarih ve 2006/65–2009/114 sayılı kararında, iptal kararının Resmi Gazete’de yayımından bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Anayasanın 153. maddesinin 5. fıkrası uyarınca, iptal kararları geriye yürümez” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurularak; “suç vasfına ilişkin temyizin de bulunmaması nedeniyle kesinlik sınırları içinde kalan hükme yönelik Yargıtay 7. Ceza Dairesince verilen 11.10.2010 gün ve 9539–14998 sayılı kararın kaldırılarak, sanığın temyiz isteminin reddine, O yer Cumhuriyet savcısının temyiz talebinin reddine ilişkin kararın ise onanmasına karar verilmesi” isteminde bulunulmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Anayasa Mahkemesi’nin 23.07.2009 gün ve 65–114 sayılı iptal kararının 07.10.2010 tarihinde yürürlüğe girmiş olması karşısında, anılan karardan önce verilen kesin nitelikteki hükümlerin de bu karar kapsamında temyizinin olanaklı hale gelip gelmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Kara Kuvvetleri Komutanlığı 12. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Ağrı Askeri Savcılığı tarafından, 11.07.2005 gün ve 761 sayılı iddianame ile; sanığın, yoklama kaçağı suçundan, 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasının 63/1–A maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davasının açıldığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı 12. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Ağrı Askeri Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, sanığın atılı suçtan mahkûmiyetine karar verildiği,
Sanığın temyizi üzerine dosyayı inceleyen Askeri Yargıtay’ca eksik soruşturma nedeniyle hükmün bozulduğu,
Bozma üzerine yargılama yapan Kara Kuvvetleri Komutanlığı 12. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Ağrı Askeri Mahkemesince bu kez, yeni yasal düzenlemelerin yürürlüğe girmiş olması nedeniyle görevsizlik kararı verilerek, dosyanın görevli ve yetkili Pendik 2. Sulh Ceza Mahkemesine gönderildiği,
Pendik 2. Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda da; sanığın suçu sabit kabul edilerek; 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasının 63/1–A ve 5237 sayılı TCY’nın 62. maddeleri uyarınca 2 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve bu cezanın, aynı Yasanın 50/1–a maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilmesi sonucu 1.500 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve anılan Yasanın 52/4. maddesi uyarınca da taksitlendirilmesine kesin olarak karar verildiği,
O yer Cumhuriyet savcısı ile sanığın; “765 sayılı TCY hükümlerinin sanık lehine olduğu” gerekçesi ile anılan hükmü temyiz etmeleri üzerine, Pendik 2. Sulh Ceza Mahkemesince; “verilen hükmün kesin nitelikte olduğu”ndan bahisle, 5271 sayılı CYY’nın 276. maddesi uyarınca o yer Cumhuriyet savcısının temyiz isteminin reddine karar verildiği,
Red kararının da; suç vasfına yönelik temyiz talebinin reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu” gerekçesi ile o yer Cumhuriyet savcısınca temyiz edilmesi üzerine; dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince;
“Anayasa Mahkemesince, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 305/2–1. maddesinin iptaline karar verildiği, temyiz inceleme günü itibariyle, söz konusu iptal kararının yürürlükte olduğu ve kesinlik sınırını düzenleyen engel bulunmadığından, yerel mahkemenin temyiz isteminin reddine ilişkin kararı kaldırılarak 5237 sayılı CYY’nın 231. maddesinin değerlendirilmesi yönünden hükmün bozulmasına” karar verildiği,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ise; “Anayasa Mahkemesinin iptal kararla¬rının geriye yürüyemeyeceği, bu nedenle hüküm tarihi itibariyle kesinlik sınırı içinde kalan hükme yönelik temyiz isteminin reddine ilişkin yerel mahkeme kararının isabetli olduğundan onanması, sanığın temyiz isteminin ise reddine karar verilmesi gerektiği” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 305. maddesine göre, ceza mahkemelerinden verilen hükümler temyiz yasa yoluna tabidir.
Hükümler ise, 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesinde; “beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi, davanın düşmesi ve adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı” olarak gösterilmiştir.
1412 sayılı CYUY’nın 305. maddesi uyarınca yukarıda sayılan hükümlerden birinin verilmesi durumunda, kural olarak bu kararlara karşı başvurulabilecek olağan yasa yolu temyizdir. Ancak yasa koyucu, yine aynı maddede; bir kısım hükümlerin kesin olduğunu belirtmek suretiyle bu hükümlere karşı temyiz yasa yoluna başvurulamayacağını, yalnızca yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulabileceğini belirtmiştir. Buna göre; iki milyar liraya kadar (iki milyar dâhil) para cezalarına dair hükümler ile yukarı sınırı on milyar lirayı geçmeyen para cezasını gerektiren suçlardan dolayı verilen beraat hükümleri ve yasalarda kesin olduğu açıkça belirtilen hükümlerin temyiz yeteneği bulunmamaktadır.
O halde 1412 sayılı CYUY’nın 305. maddesinin 1. fıkrasındaki kesinlik sınırını, maddede belirtilen kesinlik sınırları içinde kalmak koşuluyla, başkaca hiçbir hak kısıtlaması sonucunu doğurmayan, para cezasına ilişkin veya para cezası öngörülmüş hükümlerle sınırlı olarak yorumlamak, yasanın ruhuna ve uluslararası sözleşmelerle getirilen ilkelere daha uygun bir çözüm olacaktır.
Öte yandan, 647 sayılı Yasanın yürürlükte olduğu dönemde işlenen suçlar yönünden, aynı Yasanın 4. maddesi uygulanmak suretiyle kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezadan çevrilen para cezalarının, anılan maddenin 4. fıkrasındaki; “bu hükmün uygulanması, kanun yollarına başvurmada engel teşkil etmez” hükmü uyarınca, miktarına bakılmaksızın temyizi olanaklı ise de, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların paraya veya maddede yazılı diğer tedbirlerden birine çevrilmesi yönünde 647 sayılı Yasanın 4. maddesindeki ilkelere benzer şekilde yer veren 5237 sayılı TCY’nın 50. maddesinde, “uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adli para cezası veya tedbirdir” hükmüne yer verilmesine karşın, “bu hükmün uygulanması, kanun yollarına başvurmada engel teşkil etmez” düzenlemesine yer verilmemesi nedeniyle 5237 sayılı TCY’nın 50. maddesi uyarınca kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaya seçenek olarak veya anılan Yasanın 52. maddesi uyarınca doğrudan hükmedilen 2.000 Lirayı aşmayan adli para cezalarına ilişkin hükümlerin temyiz yeteneği bulunmamaktadır.
5271 sayılı CYY’nın 223 ve 1412 sayılı CYUY’nın 305. maddeleri, yargısal kararlarda varılan ilkeler de dikkate alınmak suretiyle değerlendirildiğinde, varılan sonuçları şu şekilde özetlemek mümkündür:
1- Mahkemelerce doğru uygulama yapıldığında temyiz incelemesine konu olabilecek bir eylemde, suç niteliği doğru belirlenmesine karşın, yanılgılı bir uygulama ile kesinlik sınırı içinde kalan bir cezanın verilmesi halinde, bu gibi hükümler, başvuru üzerine temyiz denetimine konu olabilecektir.
2- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.12.2005 gün ve 134–163 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uygulanmak suretiyle tayin olunan sonuç adli para cezasının miktarına bakılmaksızın, maddedeki; “bu hükmün uygulanması kanun yollarına başvurmada engel teşkil etmez” düzenlemesi uyarınca temyizi olanaklıdır.
3- 5237 sayılı TCY’nın 50 veya 52. maddeleri uygulanmak suretiyle hükmolunan ve başkaca herhangi bir hak kısıtlaması doğurmayan 2000 Liraya kadar (2000 Lira dâhil) adli para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükümleri kesindir.
4- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.11.2005 gün ve 140–143 sayılı kararı uyarınca, gerek bir mahkûmiyete ek, gerekse bağımsız olarak hükmedilen güvenlik tedbirleri, kesin nitelikteki hükümlere de her yönüyle temyiz edilebilirlik niteliği kazandıracaktır.
5- Ön ödeme nedeniyle verilen düşme kararlarında temyiz sınırının belirlenmesinde, ön ödeme miktarının dikkate alınması gereklidir.
6- Kesin nitelikteki hükümler ancak kesinlik sınırını aşar nitelikte yaptırım içermek koşuluyla suç vasfına yönelik temyiz üzerine, bu hususla sınırlı biçimde temyiz incelemesine konu olabilecektir.
Bu açıklamalar ışığında değerlendirme yapıldığında;
5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 305. maddesinin 2. fıkrasının 1. bendinin, 07.10.2010 tarihinde yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 23.07.2009 gün ve 65–114 sayılı kararı ile iptal edilmesinden sonra mahkûmiyet hükümlerinin, hiçbir miktar gözetilmeksizin temyizinin olanaklı hale geldiğinde bir duraksama bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık, somut olayda olduğu gibi, söz konusu iptal kararının yürürlüğe girmesinden önce kesin olarak verilen hükümlere ilişkin olup, bu sorunun da usul yasalarının zaman bakımından uygulanması ile ilgili ilkeler çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir.
Usul yasalarının zaman bakımından uygulanmasında asıl olan, aksi yasalarda açıkça düzenlenmiş olmadıkça “derhal uygulama” ilkesidir.
Bu ilkenin sonucu olarak da;
“1- Usul işlemlerinin, mutlaka yürürlükteki yasaya göre yapılması,
2- Yürürlükteki yasaya göre yapılmış işlemlerin, sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyeceği,
3- Yeni yasanın yürürlüğünden sonra yapılması gereken usul işlemlerinin ise yeni yasaya tabi olacağı,
4- Yeni yasanın uygulanmasında sanığın leh veya aleyhine sonuç doğurmasına bakılmayacağı” şeklindeki Ceza Genel Kurulunun 30.09.2003 gün ve 226–229, 27.01.2004 gün ve 3–14 sayılı kararları ile, “iptal kararları geriye yürümez” şeklindeki Anayasanın 153. maddesinin 5. fıkrasının açık hükmü karşısında; hükmün kesin nitelikte olup olmadığının, iptal kararıyla ortaya çıkan yeni duruma göre değil, verildiği dönemdeki usul hükümlerine göre belirlenmesi gerekmektedir.
Buna göre; Pendik 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 01.11.2007 gün, 2–555 sayı ve 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasının 63/1–A, 5237 sayılı TCY’nın 62, 50/1–a ve 52/4. maddeleri uyarınca sonuç 1.500 YTL adli para cezasından ibaret mahkûmiyet hükmünün, verildiği 01.11.2007 tarihi itibariyle kesin nitelikte olduğu tartışmasızdır.
Ancak yoklama kaçağı suçu, askeri cürüm olmakla birlikte, sırf askeri suç olmadığından, bu suçla ilgili olarak 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasının 47, Ek 8, Ek 10 ve 5237 sayılı TCY’nın 5. maddeleri uyarınca, suç tarihi itibariyle tayin olunan hapis cezasının, 5237 sayılı TCY’nın 50/1–a ya da 647 sayılı Yasanın 4. maddesindeki paraya veya diğer seçenek yaptırımlara çevrilmesinde yasal bir engel bulunmamaktadır.
1632 sayılı Askeri Ceza Yasasının 49/A maddesi uyarınca hükmedilecek temel hapis cezasından, 765 sayılı TCY’nın 59 veya 5237 sayılı TCY’nın 62. maddesi uyarınca belirlenen oranda indirim yapıldığında, sonuç hapis cezası yönünden herhangi bir değişiklik olmamakla birlikte; 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca uygulama yapılması halinde, hükmolunan kısa süreli hapis cezasının bir günü, suç tarihi itibariyle 11 Liradan, 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca uygulama yapılması durumunda ise, 20 Liradan para cezasına çevrileceği ve 647 sayılı Yasanın 4/4. maddesindeki “uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hüküm¬lerine göre çevrilen para cezası veya tedbirdir, bu hükmün uygulanması, kanun yollarına başvurmada engel teşkil etmez” hükmü karşısında, 765 sayılı TCY ile buna bağlı olarak 647 sayılı Yasanın bir bütün halinde uygulanmasının, hem sonuç para cezası, hem de hükme temyiz edilebilirlik niteliğini kazandırması nedeniyle sanık lehine olduğu görülmektedir.
Nitekim o yer Cumhuriyet savcısının temyizinin de, hükmü temyiz edilebilir kılacak şekilde;“sanık hakkındaki lehe yasanın 765 sayılı TCY olacağı”na ilişkin bulunmasına göre, somut olayda; Yargıtay 7. Ceza Dairesince; Anayasa Mahkemesinin 23.07.2009 gün ve 65-114 sayılı iptal kararının geriye yürüyeceğinin kabulü ile, temyiz isteminin reddi kararının kaldırılıp temyiz incelemesi yapılması, gerekçe yönünden isabetsiz ise de, o yer Cumhuriyet savcısının temyizinin kapsamı ile Ceza Genel Kurulunun yerleşik ve tartışmasız uygulamaları gözetildiğinde, Özel Daire kararı sonucu itibariyle doğru olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının bu gerekçelerle reddine karar verilmesi gerekmektedir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 23.07.2009 gün ve 65–114 sayılı bozma ilamı doğrultusunda işlem yapılması için Pendik 2. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na TEVDİİNE, 05.04.2011 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.