YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/194
KARAR NO : 2010/270
KARAR TARİHİ : 21.12.2010
Tebliğname : 2008/91488
Yargıtay Dairesi : 2. Ceza Dairesi
Mahkemesi : BURSA 1. Ağır Ceza
Günü : 21.11.2007
Sayısı : 248-402
Sanığın 765 sayılı TCY’nın 482/3, 59, 647 sayılı Yasanın 4, 6 ve TCY’nın 72. maddeleri uyarınca sonuç olarak 644.627.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine ilişkin, Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesince 05.11.2004 gün ve 217-257 sayı ve oyçokluğuyla verilen karar, sanık ve C.savcısı tarafından sanık aleyhine temyiz edilmekle, Yargıtay C.Başsavcılığının 16.10.2005 gün ve 27241 sayılı yazıları ile lehe yasanın değerlen¬dirilmesi için 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca mahkemesine iade edilmiş,
İade üzerine Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesince 17.02.2006 gün ve 10-24 sayı ile yine sanığın aynı maddeler uyarınca bu kez 580 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine oyçokluğuyla karar verilmiştir.
Sanık ve C.savcısı tarafından sanık aleyhine temyiz edilen hüküm dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 02.07.2007 gün ve 5110-9809 sayı ile;
“Sanığa hükmolunan cezanın miktar ve nevine göre duruşmalı inceleme isteminin 1412 sayılı CMUK’nun 318. maddesi gereğince reddine,
Sanık avukatın Tarım Kredi Kooperatifi müdürü olan müvekkilinin zimmet suçundan tutuklu olarak yargılandığı Ağır Ceza Mahkemesinin 02.03.2003 tarihli celsesinde, aynı kooperatifin üyesi olan müdahil adına kredi alındığına dair düzenlenen senetler ile, 1595, 1617/1-2, 2579 nolu senetlerde yazılı olan malzemelerin, müdahilin imzası bulunmadığı halde alındığına dair düzenlenmesinin gerekçesi ve sanığın ‘M.E.. iyi bir ortağımız olduğu için sonradan imzayı ikmal ettiririz diye imzasız senetler karşılığı da malzeme verdik’ şeklindeki savunmasını desteklemek ve bu suretle tahliyesini sağlamak amacıyla, tanıklar E.K.ile F. K..’ın yeminli anlatımlarına göre, müvekkili ile müdahil arasında duygusal ilişki bulunduğunu savunmuş olduğunun anlaşılmasına göre, söylenen sözlerin savunmayı desteklediği ve böylece eylemin hukuka uygunluk nedeni olan 765 sayılı TCK.nun 486. maddesinin sınırları içinde kaldığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmuştur.
Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesince 21.11.2007 gün ve 248-402 sayı ile;
Söylenen sözlerin dava ile bir ilgisinin bulunmadığı tartışmasızdır. Bu nedenle bu sözlerin TCK’nun 486. maddesinde tarif edilen şekilde savunma kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir.
Mahkememizin önceki kararında söylenen sözlerin hakaret oluşturduğu yönünde tam bir görüş birliği oluşmuştur. Ancak bu sözlerin TCK’nun 480/3. maddesinde belirtilen hakaret suçunu mu, yoksa TCK’nun 482/3. maddesinde belirtilen hakaret suçunu mu oluşturduğu konusunda görüş ayrılığı mevcuttur.
TCK’nun 480/3. maddesinde belirtilen suçun oluşabilmesi için şahsa, şekle, konuya, yere ve zamana ilişkin unsurların gösterilmiş olması, belirli somut bir fiil isnat edilmesi gereklidir.
Sanık yakınıcının müvekkiliyle birlikte yaşadığı, aralarında duygusal ilişki bulunduğu şeklinde sözleri söylemesi yukarıda belirtilen yer ve zamana ilişkin soruları cevaplamamaktadır. Bu nedenle sanığın eyleminin TCK’nun 482/3. maddesinde açıklanan hakaret suçunu oluştur¬duğu yönünde mahkememizde çoğunluk görüşü oluşmuştur.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nun 486. maddesinde ‘Tarafların veya vekili, müdafii, müşavir yahut kanuni mümessillerinin bir dava hakkında kaza mercilerine verdikleri dilekçe, layiha veya sair evrakın yahut yaptıkları iddia ve müdafaların ihtiva ettiği hakareti mutazammın yazı ve sözlerinden dolayı takibat yapılmaz.
Dava ile ilgili olmayan ve ilgili olduğu takdirde dahi iddia ve müdafa hududunu aşan hakareti mutazammın yazı ve sözler yukarıdaki fıkra hükmünden hariçtir.
Birinci fıkrada yazılı hallerde selahiyetli kaza merciilerince kanunen muayyen olan inzibati tedbirlerden maada tecavüze uğrayanın talebi üzerine tazminata hükmedilebileceği gibi hakareti mutazammın yazı ve sözlerin evrak ve zabıtlardan kısmen veya tamamen kaldırılmasına da karar verilebilir’ denilmektedir.
Mahkememizce sanığın söylediği sözlerin dava ile bir ilgisinin bulunmadığı kabul edilmiştir. Bu durumda 765 sayılı TCK’nun 486/2. fıkrasında açıklandığı şekilde söylediği sözlerden dolayı takibat yapılamayacağına ilişkin aynı maddenin 1. fıkrasının uygulanamayacağı tartışmasızdır.
Sanığın duruşma sırasında katılanı kastederek ‘müvekkilim ile müşteki beş yıldır birlikte yaşamaktadırlar, aralarında duygusal ilişki mevcuttur’ şeklindeki sözlerinin savunma ile bir ilgisinin bulunduğunu kabul etmek dosya kapsamı karşısında mümkün değildir.
Mahkememizce, önceki kararda direnilmesi, Yargıtay 2. Ceza Dairesinin bozma ilamına uyulmaması gerektiği yönünde kanaate varılmıştır.
Suç tarihinde 765 sayılı TCK’nun hükümleri yürürlükte bulunmaktadır. Suç tarihinden sonra 01.06.2005 tarihinde 5237 sayılı Yasa hükümleri yürürlüğe girmiştir. Direnme kararı verilmesi durumunda da lehe yasa tartışması yapılması mümkündür. Olayımızda 765 sayılı TCK’nun hükümleri uygulandığında ulaşılan sonuç cezanın 25 gün hapis ve 355 YTL. adli para cezası bulunduğu, sanığın kişiliği dikkate alınarak verilen para cezasının beher günü 647 sayılı Yasanın 4. maddesi gereğince 9 YTL. den paraya çevrilmesi durumunda ve TCK’nun 72. maddesi gereğince aynı neviden para cezaları toplanarak sonuç olarak sanığın 580 YTL. adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi gerekecektir. Mahkememizin önceki hükmünde 647 sayılı Yasanın 6. maddesi gereğince sanığın suç işleme hususundaki eğilimine göre cezasının ertelen¬mesi halinde bir daha suç işlemeyeceği yönünde kanaat oluştuğundan sanığa verilen cezanın ertelenmesine karar verilmiştir.
Sanığın eylemi 5237 sayılı Yasanın 125/1. maddesinde düzenlenmiş 3 aydan 2 yıla kadar hapis veya adli para cezasını gerektirmektedir. Adli para cezası tercih edilmesi durumunda asgari adli para cezasının seçenek yaptırım olan hürriyeti bağlayıcı cezanın alt sınırı olan 3 aylık süreye bir gün karşılığı asgari 20 YTL.den belirlenmek suretiyle bulunacak para cezası miktarından az olamayacağından hükmedilebilecek asgari adli para cezasının 1800 YTL. adli para cezası olması gerekecektir. Ayrıca TCK’nun 50/2. maddesinde suç tanımında hapis cezası ile adli para cezasının seçenek olarak öngörüldüğü hallerde hapis cezasına hükmedilmişse bu ceza artık adli para cezasına çevrilemez hükmü mevcuttur. Yani 5237 sayılı TCK’nun 125/1. maddesi uygulandığında seçenek olarak hürriyeti bağlayıcı ceza tercih edildiğinde sanığın asgari 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi gerekeceği, takdiri indirim nedeni olarak 62. maddenin uygulanması durumunda cezanın 2 ay 15 gün hapis cezası olacağı, adli para cezası seçeneği tercih edilmesi durumunda asgari adli para cezasının 1800 YTL. olması gerektiği TCK’nun 62. maddenin uygulanması durumunda sonuç adli para cezasının 1500 YTL. adli para cezası olması gerektiği anlaşılmıştır. Bu durum karşısında 765 sayılı TCK’nun hükümlerinin sanık lehine olduğu değerlendirilmiştir” gerekçeleriyle önceki hükümde direnilmiştir.
Bu hükmün de sanık tarafından temyizi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 08.12.2009 gün ve 91488 sayılı tebliğnamesi ile 4. Ceza Dairesine, bu Dairece 10.02.2010 gün ve 29021/1914 sayı ile 2. Ceza Dairesine, Yargıtay 2. Ceza Dairesince de 19.07.2010 gün ve 6973/24729 sayı ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın söylediği sözlerin 765 sayılı TCY’nın 486. maddesi kapsamında değerlendirilip, değerlendirilemeyeceği noktasında toplanmakta ise de; 5271 sayılı CYY’nın 231. maddesinde düzenlenmiş bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun sanık hakkında uygulanması olanağının bulunup bulunmadığı yönünden bir değerlendirme yapılması zorunluluk arz etmektedir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu hukukumuzda ilk kez 15.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Yasasının 23. maddesi ile çocuklar hak¬kında, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasanın 23. maddesiyle 5271 sayılı Yasanın 231. maddesine eklenen 5-14. fıkralar ile de yetişkinler için kabul edilmiş, aynı Yasanın 40. maddesiyle 5395 sayılı Yasanın 23. maddesi değiştirilmek suretiyle denetim süresindeki farklılık hariç olmak koşuluyla, çocuklar ile yetişkinler hükmün açık¬lanmasının geri bırakılması açısından aynı koşullara tabi kılınmıştır.
Yetişkin sanıklar yönünden başlangıçta şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen bu müessese, 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 23.01.2008 gün ve 5728 sayılı Yasanın 562. maddesiyle 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklik ile hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezaları için uygulanabilir hale getirilmiş, böylece başlangıçta yetişkin sanıklar hakkında şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak uygulanan bu kurum Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılâp Yasalarında yer alan suçlar ayrık olmak üzere tüm suçları kapsayacak şekle dönüştürülmüş, ancak; 01.03.2008 tarihinde yürürlüğe giren 26.02.2008 gün ve 5739 sayılı Yasa ile 3713 sayılı Yasanın 13. maddesinde yapılan değişiklik ve 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasına eklenen Ek 10. madde ile; 15 yaşından büyüklerin işledikleri terör suçları ile 1632 sayılı Yasada yer alan suçlar, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamı dışına çıkarılarak kurumun uygulanma alanı tekrar daraltılmış, 25.07.2010 gün ve 27650 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 22.07.2010 gün ve 6008 sayılı Yasanın 7. maddesi ile 231. maddenin 6. fıkrasına eklenen cümle ile, sanığın kabul etmemesi halinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği esası getirilmiş, 3713 sayılı Yasanın 13. maddesindeki “onbeş yaşını tamamlamamış” ibaresi yürürlükten kaldırılmak suretiyle bu kurumun terör suçu işleyen 15-18 yaş grubundaki çocuklar yönünden de uygulanmasına olanak sağlanmıştır.
Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenme¬mesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırıla¬rak kamu davasının 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucunu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.
5560, 5728, 5739 ve 6008 sayılı Yasalar ile 5271 sayılı CYY’nın 231. maddesinde gerçekleştirilen değişiklikler nazara alındığında; yapılan yargılama sonucunda, sanık hakkında tesis edilen mahkûmiyet hükmünde, hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasından ibaret olması, suçun, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılâp Yasalarında yer alan suçlar ile 01.03.2008 tarihinden itibaren işlenen suçlar yönünden suçun ayrıca büyükler açısından 3713 sayılı Yasa kapsamındaki suçlar ile 1632 sayılı Yasa kapsamında yer alan suçlardan olmaması halinde, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunan veya mahkûm olmasına karşın 3682 sayılı Adli Sicil Yasası uyarınca silinme koşulları oluşan, 01.06.2005 tarihinden sonra işlenen suçlar yönünden ise 5237 sayılı TCY’nın 58. maddesinde tekerrür hükümlerinin uygulanması için öngörülen sürelerin geçtiği mahkûmiyetlerde, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi koşullarının birlikte gerçekleşmesi ve mahkemece de, sanığın kişilik özellikleri ile duruş¬madaki tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak, yeniden suç işlemeyeceği husu¬sunda kanaate ulaşılması, sanığın da açıkça kabul etmeme yönünde irade beyan etmemesi halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacak, denetim süresince de dava zamanaşımı süresi duracaktır.
Maddede sayılan objektif ve subjektif koşulların da bulunması halinde, önceki hükmün kesinleşmiş olması veya hukuki yararı bulunmak koşuluyla infaz edilmiş olması da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesine engel oluşturmayacak, hükmün açıklan¬masının geri bırakılmasına karar verildiği halde hükmolunan ceza, kişiselleştirmeye ilişkin erteleme veya adli para cezasına çevrilemeyeceği gibi, 5237 sayılı TCY’nın 50. maddesindeki tedbirlere de dönüştürülemeyecek, sanığın denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işleme¬mesi ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranması halinde, hakkında tesis edilen hüküm kaldırılarak davanın düşmesine karar verilecek, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yüküm¬lülüklere aykırı davranması halinde hakkındaki mahkûmiyet hükmü açıklanacak, yükümlü¬lüklerin yerine getirilememesi durumunda ise, kısmen infaza karar verilebileceği gibi koşul¬ları bulun¬makta ise, hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesi suretiyle yeni bir mahkûmiyet hükmü de tesis edilebilecektir.
İncelenen dosya içeriğinden,
Sanığa isnat olunan alenen sövme suçu 765 sayılı TCY’nın 482/3. maddesinde yaptırıma bağlanmış olup, bu suçun soruşturma ve kovuşturması 765 sayılı TCY’nın 488. maddesi uyarınca şikâyete tabidir, ilk hüküm tarihi olan 07.02.2006 tarihinden sonra, ancak Özel Daire bozma kararından önce, 5271 sayılı CYY’nın 231. maddesine, 5560 sayılı Yasanın 23. maddesiyle eklenen 5 ila 14. fıkralar ile bilahare 5 ve 14. fıkralarında 23.01.2008 gün ve 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile yapılan değişikliklerle, adli sicil kaydı bulunmayan sanık hakkında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu uygulanabilir hale gelmiştir. Her ne kadar anılan maddenin 6. fıkrasına, 22.07.2010 gün ve 6008 sayılı Yasanın 7. maddesiyle eklenen cümle ile kabul etmeyen sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği hüküm altına alınmış ise de;
Dosya içeriğinden 21.11.2007 tarihli direnme kararında, 5560 sayılı Yasa ile 5271 sayılı CYY’nın 231. maddesine eklenen fıkralar nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu yönünden bir değerlendirme yapılması zorunluluğu doğduğu halde, bir değerlendirmenin yapılmadığı, 5728 ve 6008 sayılı Yasalar ile 5271 sayılı CYY’nın 231. maddesinde yapılan değişikliklerle de, değerlendirme yapılması zorunluluğunun ortadan kalkmadığı gözetilerek, adli sicil kaydı bulunmayan sanık hakkında, objektif ve sübjektif koşullar değerlendirilmek ve sanığın bu konudaki iradesi de açıkça belirlenerek sonucuna göre karar verme yetkisinin yargılamayı yapan ilk derece mahkemesine ait bulunduğu nazara alınarak, sair yönleri incelenmeyen direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi A. K.. ise; “Öncelikle direnme hükmünün esasının incelenmesi gerektiği” yönünde karşıoy kullanmıştır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Sanığın temyiz isteminin kabulü ile Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 21.11.2007 gün ve 248-402 sayılı direnme hükmünün sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak 21.12.2010 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.