Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2010/188 E. 2010/248 K. 07.12.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/188
KARAR NO : 2010/248
KARAR TARİHİ : 07.12.2010

İtirazname : 2008/217015
Yargıtay Dairesi : 10. Ceza Dairesi
Mahkemesi : ÇANAKKALE 2. Asliye Ceza
Günü : 24.04.2008
Sayısı : 137-524
Sanık N… S…’in karşılıksız çek keşide etme suçundan;
1-A) 18.10.2003 keşide tarihli 5.668.000.000 lira meblağlı çek için 4814 sayılı Yasa ile değişik 3167 sayılı Yasanın 16/1. maddesi gereğince çek bedeli tutarı olan 5.668.000.000 Lira,
B) 25.10.2003 keşide tarihli 5.431.000.000 lira meblağlı çek için 4814 sayılı Yasa ile değişik 3167 sayılı Yasanın 16/1. maddesi gereğince çek bedeli tutarı olan 5.431.000.000 Lira,
C) 25.10.2003 keşide tarihli 6.597.000.000 lira meblağlı çek için 4814 sayılı Yasa ile değişik 3167 sayılı Yasanın 16/1. maddesi gereğince çek bedeli tutarı olan 6.597.000.000 Lira,
D) 29.10.2003 keşide tarihli 6.597.250.000 lira meblağlı çek için 4814 sayılı Yasa ile değişik 3167 sayılı Yasanın 16/1. maddesi gereğince çek bedeli tutarı olan 6.597.250.000 Lira,
E) 01.11.2003 keşide tarihli 7.711.500.000.000 lira meblağlı çek için 4814 sayılı Yasa ile değişik 3167 sayılı Yasanın 16/1. maddesi gereğince çek bedeli tutarı olan 7.711.500.000 Lira,
Ağır para cezası ile cezalandırılmasına,
F) Verilen ağır para cezalarının TCY’nın 72 nci maddesi gereğince içtima ettirilerek 32.004.750.000 TL ağır para cezası ile tecziyesine,
2- 4814 sayılı Yasa ile değişik 3167 sayılı Yasanın 16/3. maddesi gereğince suçun işleniş şekli ve çek miktarları dikkate alınarak takdiren ve teşdiden 3 yıl süre ile bankalarda çek hesabı açmasının yasaklanmasına, yasaklama kararının tüm bankalara bildirilmek üzere Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasına bildirilmesine, 300.000.000 Lira maktu vekalet ücretinin sanıktan tahsili ile müdahil vekiline verilmesine ilişkin, Çanakkale Asliye Ceza Mahkemesince verilen 12.07.2004 gün ve 137-524 sayılı hükmün, sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 29.01.2007 gün ve 7895-596 sayı ile;
“1- Hükümde Türk lirası olarak ifade edilen ağır para cezasının; 5083 sayılı Kanunun 1 ve 2. maddeleri ile 5252 sayılı Kanunun 5/1 ve 8. maddeleri uyarınca yeni Türk Lirası (YTL) olarak ve 1 YTL’nin küsuru hesaba katılmadan belirlenmesinde ve adli para cezasına dönüştürülmesinde zorunluluk bulunması,
2- 1136 sayılı Avukatlık Kanununun değişik 164/son maddesi yanlış yorumlanarak, avukatlık ücretinin katılan yerine davanın tarafı olmayan ‘katılan vekili’ lehine hükme¬dilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün CMUK’nun 321. maddesi gereğince bozulmasına, ancak, bu durumların yeniden duruşma yapılmaksızın aynı Kanunun 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan;
1- 3167 sayılı Kanunun 16/1. maddesi uyarınca sanığa verilen ağır para cezasının, 18.10.2003 keşide tarihli, 15535 seri numaralı çek için 5.668 YTL, 25.10.2003 keşide tarihli, 13879 seri numaralı çek için 5.431 YTL, 25.10.2003 keşide tarihli, 15533 seri numaralı çek için 6.597 YTL, 29.10.2003 keşide tarihli, 15534 seri numaralı çek için 6.597 YTL, 01.11.2003 keşide tarihli, 15536 seri numaralı çek için 7.711 YTL adli para cezası olmak üzere, hükmolunan sonuç cezanın 32.004 (otuzikibindört) YTL olarak belirlenmesi ve adli para cezasına dönüştürülmesi,
2- Hüküm fıkrasında yer alan ‘müdahil vekiline verilmesine’ ibaresinin ‘katılana verilmesine’ biçiminde değiştirilmesi suretiyle” düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Sanık müdafiinin şikayetten vazgeçme nedeniyle davanın düşürülmesi istemli dilekçesi üzerine yargılama yapan Çanakkale 2. Asliye Ceza Mahkemesince 24.04.2008 gün ve 137-524 sayı ile; Çanakkale Asliye Ceza Mahkemesinin 137-524 sayılı ve 12.07.2004 tarihli ilamı ile verilmiş bulunan mahkûmiyet hükmünün 3167 sayılı Yasanın 16/b maddesi gereğince bütün cezai sonuçları ile birlikte ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.
Katılan vekilleri tarafından temyiz edilen bu hüküm ise, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 16.07.2010 gün ve 16533-18485 sayı ile;
“Kesinleşmiş hükmün infazı aşamasında 4814 sayılı Kanun ile değişik 3167 sayılı Kanunun 16/b maddesi uyarınca verilen kararların, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 ve 101/3. maddeleri kapsamında yer almadığı ve temyiz yasa yoluna tabi bulunduğu hususu dikkate alınarak, tebliğnamedeki iade görüşüne iştirak edilmemiştir” görüşüyle onanmıştır.
Yargıtay C.Başsavcılığınca 29.07.2010 gün ve 217015 sayı ile;
“A-Yargıtay 10. Ceza Dairesi ile Cumhuriyet Başsavcılığımız arasındaki ilk uyuşmazlık konusu yerel mahkeme kararının tabi olduğu yasa yolu konusundadır. Gerçekten Başsavcılığımız Çanakkale Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen ‘kamu davasının ortadan kaldırılması’ kararının ‘itiraz’ yasa yoluna tabi olduğu düşüncesinde iken, Yüksek Daire ‘temyiz’i kabil bir karar olarak kabul etmektedir. Bu kabulün aşağıdaki sebeplerle hukuka uygun olmadığını düşünmekteyiz:
Kural olarak hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçmenin, cezanın infazını engelleme etkisi bulunmamaktadır (TCK m. 73/4). Fıkrada geçen ‘kanunda aksi yazılı olmadıkça’ ibaresi, kuralın aksinin kararlaştırıldığı hükümlere işaret etmektedir. İşte 3167 sayılı Çek K. m. 16 b/3’de, ‘Hükmün kesinleşmesinden sonra şikâyetten vazgeçildiğinde de, hüküm bütün cezai sonuçları ile ortadan kalkar’ denilerek bu kurala istisna getirilmiş, aynı istisnaya benzer ifade tarzı ile 5941 sayılı Çek K m. 6/1.c-2 hükmünde de yer verilmiştir. Bu düzenlemeye göre, mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesinden sonra vakî şikâyetten vazgeçme hâlinde, karşılıksız çek suçunun faili hakkında mahkeme tarafından ‘hükmün bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılması’na karar verilecektir (5941 sayılı Çek K. m. 6/1.c-2). Şikâyetten vazgeçilmesi durumunda hüküm bütün cezaî sonuçları ile birlikte ortadan kalkacağından, henüz cezanın infazına başlanmamışsa adlî para cezası (veya ödenmediği için dönüştürüldüğü zorlama hapsi) infaz edilmeyecek, infazına başlanmışsa buna derhâl son verilecektir. Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 3167 sayılı Çek K. bakımından- geliştirdiği uygulamasını yansıtan kararlarında, hüküm kesinleştikten sonra fakat bilfiil infaza geçilmeden önce şikâyetten vazgeçme nedeniyle hükmü veren mahkemeden mahkûmiyet kararının tüm sonuçları ile birlikte ortadan kaldırılması talep edildiğinde, verilecek karar önceki hükmün zat ve mahiyetinde değişiklik yapacak nitelikte olduğundan, bu hususun duruşma açılmak suretiyle incelenmesi, şikâyetçinin (katılanın/hamilin) de duruşmaya çağrılmasının gerekli olduğuna işaret edilmekteydi.
‘Sanık hakkında hükmün kesinleşmesinden sonra katılanın vazgeçmesi ya da çek bedelinin tazminat ve yasal faizi ile birlikte ödenmesi cezayı ortadan kaldıracağından, bu yöndeki talep hâlinde katılan tarafa da bildirimde bulunularak duruşma açılıp karar verilmesi gerektiğinden, duruşma açılmadan verilen hükümden haberdar olan katılan vekilinin hükmü temyiz yetkisi bulunduğu kabul edilerek yapılan incelemede, hükmün zat ve mahiyetinde değişiklik yapan kararların duruşma açılarak verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi yasaya aykırı olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan başka yönleri incelenmeksizin hükmün bozulmasına karar verildi’ (10. CD. 26.12.2006, 2005/15095, 2006/14954).
‘3167 sayılı Kanun’un 16 c maddesinin 4. fıkrasında, hükmün kesinleşmesinden sonra, çek tutarı veya karşılıksız kalan bölümü ile çek tutarına veya karşılıksız kalan bölümüne ait yüzde yirmi tazminatın ve çekin ibrazından ödeme tarihine kadar geçen süre içinde 16 a maddesine göre hesaplanacak gecikme faizinin ödenmesi hâlinde, bütün cezai sonuçlarıyla birlikte hükmün ortadan kalkacağı öngörülmüş olup, bu konuda mahkeme tarafından verilecek karara karşı hangi yasa yoluna başvurulabileceği belirtilmemiştir. Mahkeme kararlarına karşı başvurulacak yasa yolu kural olarak temyiz yasa yoludur. Kararın kesin ya da itiraza tabi olması için açık düzenleme gerekir. Öte yandan, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98-101. maddelerinde düzenlenen ve itiraza tabi olan konulara ilişkin kararlar 3167 sayılı Kanunun 16 c maddesinde belirtilen kararlardan farklıdır. Bu durumlara göre, hükümden sonra ödeme veya şikâyetten vazgeçme nedeniyle, 3167 sayılı Kanunun 16 b ve 16 c maddeleri kapsamındaki talepler üzerine verilecek kararlar temyiz yasa yoluna tabi olduğundan, hükümlü müdafiinin 04.01.2008 tarihli itiraz dilekçesi temyiz dilekçesi olarak kabul edilmiş ve Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin sözü edilen 11.12.2007 tarihli ek kararı incelenmiştir. Hükümlü müdafiinin talep dilekçesinde, çekin ödendiğini ve çek aslının ilgili bankaya iade edildiğini belirtmesi; muhatap bankanın 07.12.2007 tarihli cevap yazısında ise, çek aslının A.R.Ö. (hükümlünün babası) tarafından bankaya iade edildiğinin bildirilmesi; suç konusu çekin aslının şikâyetçiden onun rızası ile alınmış olmasının çekle ilgili borcun ödendiği anlamına geleceği dikkate alınarak; bu konuda katılan veya vekilinden durum sorulduktan sonra, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik araştırma ve yasal olmayan gerekçe ile talebin reddedilmesi yasaya aykırıdır’ (10. CD. 06.11.2009, 2009/2163, 2009/17188).
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, kesinleşen hükmün infazına geçildiği aşamadan itibaren ise, değişik uygulama yürütülmesi gerektiğine işaret etmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla Yüksek Daire, hükmün kesinleşmesi ile fiilen infaza başlanması arasında kalan sürede -etkin pişmanlıkta olduğu gibi- şikâyetten vazgeçilmesi hâlinde, ortadan kaldırma kararının duruşma açılarak, fiilen infaza geçilmesinden sonraki süreçte ise, ancak dosya (evrak) üzerinden ek-kararla ortadan kaldırma kararı verilebileceğini düşünmüştür:
‘Karşılıksız çek keşide etmek suçundan hükümlüler Ş.B. ve S-B. İnş. Ltd. Şti. hakkında Erzurum 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce yapılan yargılama sonucu, 23.05.2006 tarihinde 2006/29 esas ve 2006/277 karar sayı ile kurulan mahkûmiyet hükümlerinin temyiz edilmeksizin kesinleştiği, hükümlülerin müdafii tarafından çek aslının ödeme nedeniyle icra müdürlüğünden geri alınması üzerine cezanın kaldırılması ve infazın durdurulması talebi hakkında mahkemesince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu 26.09.2006 tarihinde 2006/29 esas ve 2006/277 ek karar sayı ile hükmün ortadan kaldırılması talebinin reddine ilişkin kararların hükümlülerin müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iade isteyen tebliğnamesi ile 16.07.2008 tarihinde Dairemize gönderildiği anlaşılmış ise de; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98 ve 101. maddeleri uyarınca infaza yönelik olarak verilen Erzurum 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 26.09.2006 tarih ve 2006/29 esas, 2006/277 sayılı ek kararının temyiz değil 5275 sayılı Kanun’un 101/3. maddesi uyarınca itiraz yasa yoluna tabi olması nedeniyle, merciince karar verilmesi için dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verildi’ (10. CD. 30.03.2010, 2008/11704, 2010/7371).
Görüldüğü üzere Yüksek Dairece, kesinleşen hükümler bakımından şikâyetten vazgeçmeye dayanılarak ortadan kaldırma kararı verilirken ‘fiili infaz’ durumu ölçü alınmak suretiyle hükmün tabi olduğu yasa yolunun temyiz veya itiraz olduğunu belirlemektedir. Kanımızca şikâyetten vazgeçmeye dayalı olarak hükmün hangi şekilde ortadan kaldırılacağı sorununun çözümünü 5275 s. CGTİK’de aramak gerektiğinden, bu uygulama yerinde değildir ve esasen kendi içinde çelişkilidir. Gerçekten CGTİK’nın 98/1. maddesinde mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar isteneceği belirtilerek zikredilen belirsizlik giderilmeye çalışılmıştır. Aynı Kanunun 101/1. maddesinde, cezanın infazı sırasında 98 ilâ 100. maddeler gereğince mahkemeden alınması gereken kararların duruşma yapılmaksızın verileceği, karar verilmeden önce Cumhuriyet savcısı ve hükümlünün görüşlerini yazılı olarak bildirmelerinin istenebileceği hükme bağlanmıştır. Görüldüğü üzere, 98 ve 101. maddelerdeki düzenlemelerin yalnızca (salt) cezanın fiilen infazına ilişkin olduğunu iddia etmek aşırı şekilcilik anlamına geleceğini ve bu düzenlemelerin hükmün kesinleşmesi (CGTİK m. 4-5) anından itibaren uygulama alanı kazanan hükümler olarak görmek gerektiğini düşünmekteyiz. CMK’da hükmün ortadan kaldırılması şeklinde bir karar türüne yer verilmemiş olması da bu görüşümüzü desteklemektedir. Dolayısıyla verilen hüküm kesinleştikten sonra şikâyetten vazgeçilmesi olasılığında, CGTİK m. 98 hükmüne istinaden infazda tereddüt hâsıl olduğu gerekçe gösterilerek infaz savcısı, hükümlü veya hükümlünün vekili tarafından mahkemeden infazın durdurulması istenmeli, henüz cezanın infazına başlanmamışsa hükmün bütün cezaî sonuçları ile birlikte ortadan kaldırılması istemini içeren ‘ek-karar’ talep edilmeli, yargılama faaliyeti ‘duruşmasız’ (evrak üzerinde) gerçekleştirilmeli ve verilen hükmün ortadan kaldırılması kararı ‘temyiz’ değil, ‘itiraz’ kanunyoluna tabi olmalıdır (Arslan, Çetin/ Kayançiçek, Murat, 5941 sayılı Çek Kanunu Şerhi, Ankara 2010, s. 536-542). Kaldı ki, itiraza konu dosyada yerel mahkeme kararının 29.01.2007 tarihinde kesinleştiği ve 28.02.2007 tarihinde infaza başlandığı gözetildiğinde, Yüksek Dairenin kararı yukarıda aktarılan 30.03.2010 tarih ve 2008/11704 E, 2010/7371 K sayılı kendi içtihadına da aykırıdır.
B- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin yerel mahkemenin kararının temyiz yasa yoluna tabi olduğunu kabul ederek kararı esastan incelemesi sonucunda verdiği ‘onama kararı’ da kanımızca hukuka uygun değildir. Zira ilamın infazı aşamasında ‘sanık müdafii tarafından’ mahkemeye sunulan 19.02.2008 tarihli dilekçe ekindeki ‘Sulh ve İbra Sözleşmesi’ başlıklı belge, usulüne uygun bir ‘şikâyetten vazgeçme’ olarak kabul edilemez. Belirtelim ki, şikâyetin şeklini yazılı veya tutanağa geçirilecek sözlü beyan şartına bağlayan CMK ve TCK’de şikâyetten vazgeçmenin ‘şekli’ konusunda herhangi bir açıklık bulunmamakla birlikte, bunun, şikâyetin kullanılmasında geçerli şekil kurallarına uygun olarak yapılması gerektiği kabul edilmelidir (Erem, Faruk/ Danışman, Ahmet/ Artuk, Mehmet Emin, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 14. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara Haziran 1997, s. 966; Centel, Nur/ Zafer, Hamide/ Çakmut, Özlem, Türk Ceza Hukukuna Giriş, 3. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul Ekim 2005, s. 658; Arslan/ Kayançiçek, 5941 sayılı Çek Kanunu Şerhi, s. 528-529). Şikâyetten vazgeçme yazılı veya sözlü yahut açık veya örtülü olabilmekle birlikte, vazgeçme iradesinin ortaya konulmuş olması ve bunun mutlaka yetkili soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince tespit edilmiş olması gerekmektedir. Nitekim Yüksek 10. Ceza Dairesinin uygulaması da bu yöndedir:
Taraflar arasında 01.07.2004 tarihinde yapılan protokolün 3.5. maddesinde ‘iş bu protokolün imzalan¬masına müteakip T. tarafından, Y. Elyaf yetkilileri aleyhine Şişli 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2001/1571 E. sayılı dosyası ile açılan çek davasından ve yapılan çek şikâyetinden feragat edilecektir’ denilmesine karşın, şikâyet¬çinin hâkim huzurunda açıkça şikayetinden vazgeçmediği gözetilmeden yazılı şekilde düşme kararı verilmesi yasaya aykırıdır. (10. CD. 19.03.2007, 2005/11173, 2007/3085).” gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurularak, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 16.07.2010 tarih ve 16533–18485 sayılı “onama” kararının kaldırılarak yerel Mahkemenin kararına yönelik istemin incelenmesinin 5271 sayılı CMK’nin 267 ve devamı maddeleri uyarınca merciinde yapılmak üzere “dosyanın mahalline iadesi”ne karar verilmesi talep olunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, 3167 sayılı Yasanın 16/b maddesi gereğince verilen “hükmün bütün cezai sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılması” kararının tabi olduğu yasayolunun belirlenmesine ilişkindir.
5271 sayılı CYY’nın 260 ila 323. maddelerinde tüm yasa yollarına, 260 ila 266. maddelerinde ise, yasa yollarına ilişkin genel hükümlere yer verilmiştir.
5271 sayılı CYY’da teorik ayrıma uygun olarak yasa yolları, olağan ve olağanüstü yasa yolları olmak üzere ikiye ayrılmış, 267 ila 307. maddelerinde olağan yasa yolları olan itiraz, istinaf ve temyiz, 308 ila 323. maddelerinde ise olağanüstü yasa yolları olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı, yasa yararına bozma ve yargılamanın yenilenmesi düzenlenmiştir.
5271 sayılı CYY’sı ile olağan yasa yolları, 1412 sayılı CYUY’nın hükümlerinden farklı olarak itiraz, istinaf ve temyiz olarak düzenlenmiş, 5235 sayılı Yasa ile de istinaf incele¬mesini yapacak olan Bölge Adliye Mahkemelerinin yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde kurulması öngörülmüştür.
5271 sayılı CYY, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiş, yine aynı şekilde 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Yasanın 18/a maddesiyle 1412 sayılı CYUY tüm ek ve değişiklikleriyle yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak, 5235 sayılı Yasa ile kurulması öngörülen Bölge Adliye Mahkemelerinin kurulup henüz faaliyete geçmemesi nedeniyle 5271 sayılı Yasanın istinafa ilişkin hükümleri ile temyize ilişkin hükümleri yürürlüğe girmiş olmasına karşın uygulama olanağına kavuşmamış, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi ile “Bölge adliye mahkemelerinin, göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 322 nci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326 ncı maddeleri” nin uygulanacağı hüküm altına alınmış, bu şekilde 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesinde yer alan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı ve karar düzeltmeye ilişkin hükümler hariç olmak üzere temyize ilişkin tüm hükümlerin uygu¬lanması sağlanmış, 5271 sayılı CYY’nın 308. maddesinde Yargıtay C.Başsavcılığı itirazına, 1412 sayılı CYUY hükümlerine göre daha geniş bir şekilde yer verilmesi ve yeni sistemde karar düzeltme yasa yolunun öngörülmemesi nedeniyle 1412 sayılı CYUY’nın 322. mad¬desinin dört, beş ve altıncı fıkralarının yürürlükte kalmalarına gerek görülmemiştir.
Bu genel açıklamalar ışığında itiraz ve temyize ilişkin hükümler incelendiğinde;
5271 sayılı CYY’nın 267 ila 271. maddelerinde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, itiraz kural olarak hakimlik kararlarına, yasada açıkça belirtilmiş olmak koşulu ile de mahkeme kararlarına karşı başvurulan olağan bir yasa yoludur. Nitekim yasada da itiraz yasa yoluna tabi olan mahkeme kararları, ilgili hükümlerinde açıkça belirtilmiş, Yasanın 268. mad¬desinde itiraz usulü ile itiraz mercilerine ilişkin hususlara, 271. maddede itiraz mercilerinin inceleme yöntemi ile merciince verilecek kararlara yer verilmiştir.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen uygulanma zorunluluğu bulunan 1412 sayılı Yasanın 305. maddesinde ceza mahkemesince verilen hükümlerin temyiz yasa yoluna tabi olduğu belirtilmiş,
5271 sayılı Yasanın 223. maddesinde ise;
a) Beraat,
b) Ceza verilmesine yer olmadığı,
c) Mahkûmiyet,
d) Güvenlik tedbirine hükmedilmesi,
e) Davanın reddi,
f) Davanın düşmesi,
g) Adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik,
Kararları hüküm sayılmıştır.
1412 sayılı Yasanın 305. maddesi uyarınca yukarıda sayılan hükümlerden birinin ve¬rildiği ahvalde, kesin nitelikteki hükümler istisna olmak üzere bu kararlara karşı başvurulabilecek olağan yasa yolu temyizdir.
Görüldüğü gibi itiraz kural olarak hakimlik kararlarına karşı başvurulan bir yasa yolu olup, mahkeme kararlarına karşı ise ancak yasada açıkca belirtilmesi koşuluyla itiraz yasa yoluna başvurulabilecektir.
Temyiz ise 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CYUY’nın 305. maddesi uyarınca hükümlere karşı başvurulan bir yasa yoludur. 5271 sayılı Yasanın 223. maddesinde sayılan ve verilme koşulları ayrıntılı bir şekilde belirtilen, hükümlerden biri verildiği halde bu hükümlere karşı başvurulacak yasa yolu temyiz olacaktır.
Temyiz ve itiraz yasa yoluyla ilgili bu açıklamalardan sonra 5275 sayılı Yasanın 98 vd. madde hükümlerinin de uygulanma koşullarının belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yasa’nın Dördüncü Kısım, Sekizinci Bölüm’de infazla ilgili kararlar başlığı altında 98 vd. maddelerinde, infaz sırasında alınacak kararlar ve bu kararlara karşı başvurulacak yasa yolu ile ilgili ayrıntılı hükümlere yer verilmiştir.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yasanın 98. maddesinin 1. fıkrasında, “Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir” hükmüne yer verilip, aynı Yasanın 101. maddesinde ise, ceza¬nın infazı sırasında, 98 ilâ 100. maddeler gereğince mahkemeden alınması gereken kararların duruşma yapılmaksızın verile¬ceği ve bu kararların itiraza tabi olacağı belirtilmiş, 98. maddenin 1. fıkrasının uygulanma koşulları ise, madde gerekçesinde; “Madde ile infazı söz konusu olabilen yani kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararının yorumunda, içeriğinin belirlen¬mesinde veya çektirilecek cezanın hesabında tereddüt edilirse yahut hükümlünün adının yanlış yazılması gibi bir nedenle cezanın infaz olunmayacağı ileri sürülürse veya sonradan yürürlüğe giren kanun lehe ise yerine getirilecek cezanın belirlenmesi veya tereddüttün giderilmesi için, bir karar alınmak üzere yargılama makamına başvurulması hususları düzen¬lenmiştir” şeklinde açıklanmıştır.
Görüldüğü gibi 5275 sayılı Yasanın 98. maddesinin 1. fıkrasında sözü edilen ve infaza taalluk etmesi nedeniyle aynı Yasanın 101. maddesi uyarınca itiraza tabi bulunan kararlar;
Kesinleşmiş bir hükmün yorumu,
Çektirilecek cezanın hesabında duraksama,
Cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği,
Sonradan yürürlüğe giren yasanın lehe hükümler içermesi halinde, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi,
İle sınırlıdır.
Yine aynı şekilde 5275 sayılı Yasanın 98. maddesinin 2. fıkrası uyarınca hapis cezasının infazının hastalık nedeniyle ertelenmesi, 99. madde gereğince birden fazla hükümdeki cezaların toplanması ve 100. maddedeki cezanın infazına başlandıktan sonra hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesine ilişkin kararlar da mutlak suretle infaza ilişkin olduğundan, bu kararlara karşı başvurulacak yasa yolu da 101. madde uyarınca itirazdır.
Bir karar veya hükme karşı başvurulacak yasa yolunun belirlenmesinde, öncelikle bu konudaki açık yasal düzenlemeler nazara alınmalı, açık ve ayrıksı yasal düzenleme bulun¬maması halinde ise verilen kararın niteliği ve veren makam nazara alınarak 5271 sayılı CYY’nın 223, 267 ve 1412 sayılı CYUY’nın 305. maddelerine göre değerlendirme yapıl¬malıdır. Burada dikkate alınması gereken ölçüt infaza başlanıp başlanmadığı olmayıp, verilen kararın hakimlik kararı mı yoksa mahkeme kararı mı olduğu ve kararın hüküm niteliğinde olup olmadığı ile 5275 sayılı Yasanın 98 vd. maddelerinde sayılan infaza ilişkin kararlar kapsamında yer alıp almadığıdır.
Yasa yollarıyla ilgili bu açıklamalardan sonra şikayetten vazgeçme kurumunun da değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
5237 sayılı TCY’nın 73/4. maddesinde, yasada aksi yazılı olmadıkça suçtan zarar görenin vazgeçmesinin davayı düşüreceği, hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçmenin ise cezanın infazına engel olmayacağı, 765 sayılı TCY’nın 99. maddesindeki hükme benzer şekilde düzenlenmiştir. Görüldüğü gibi vazgeçme kural olarak hükmün kesinleşmesine kadar geçerli olup, kesinleşmeden sonraki vazgeçme ise ancak yasada aksinin belirtildiği hallerde başka bir anlatımla istisnai düzenlemelerin bulunduğu durumlarda hüküm ifade edebilecektir.
Bu istisnai (ayrıksı) durumlardan birini de 3167 sayılı Yasaya 4814 sayılı Yasa ile eklenen 16/b maddesindeki “hükmün kesinleşmesinden sonra şikayetten vazgeçildiğinde de hüküm bütün cezai sonuçları ile ortadan kalkar” hükmü oluşturmaktadır. Aynı düzenlemeyle 5941 sayılı Çek Yasasının 6/1-c maddesinde de yer verilmiştir.
5271 sayılı CYY’nın 158 ve yürürlükten kalkan 1412 sayılı CYUY’nın 151. maddelerinde şikayet yöntemi ve mercileri ayrıntılı olarak düzenlenmiş ise de, vazgeçmenin şekli konusunda açık ve sınırlayıcı bir hükme yer verilmemiştir. Bu nedenlerle vazgeçme yazılı veya sözlü olabileceği gibi, açık veya örtülü de olabilmektedir, yeter ki bu irade yetkili soruşturma veya kovuşturma mercilerince saptanmış olsun.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında karşılıksız çek keşide etme suçundan verilen hükmün, 29.01.2007 tarihinde düzeltilerek onanmak suretiyle kesinleşmesinden sonra, sanık müdafii tarafından 19.02.2008 tarihli dilekçe ile şikayetçinin şikayetten vazgeçtiği belirtilerek, vazgeçme nedeniyle davanın ve cezanın düşürülmesi talebinde bulunulmuş, dilekçeye tarafların imzasını havi sulh ve ibra sözleşmesi başlıklı belge de eklenmiştir. Çanakkale 2. Asliye Mahkemesince duruşma açılmak suretiyle yapılan yargılama sonucunda, vazgeçmenin geçerli olduğu saptanarak 24.04.2008 gün ve 137-524 sayı ile; Çanakkale Asliye Ceza Mahkemesinin 12.07.2004 gün ve 137-524 sayılı ilamı ile verilmiş bulunan mahkûmiyet hükmünün 3167 sayılı Yasanın 16/b maddesi gereğince bütün cezai sonuçları ile birlikte ortadan kaldırılmasına karar verilmiş, Özel Dairece de bu hüküm onanmıştır.
3167 sayılı Yasa’ya, 4814 sayılı Yasanın 16. maddesi ile eklenen 16/b maddesi uyarınca, hükmün kesinleşmesinden sonra da vazgeçme halinde hüküm bütün cezai sonuçları ile birlikte ortadan kaldırılacaktır.
Somut olayda, verilen mahkûmiyet hükmünün özel dairece düzeltilerek onanmak suretiyle kesinleşmesinden sonra, şikayetten vazgeçilmiş, mahkemece de duruşma açılıp, yargılama yapılarak vazgeçmenin geçerli olduğu saptanarak, hükmün bütün cezai sonuçları ile birlikte ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Verilen ortadan kaldırma kararı, 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesinde sayılan hüküm türlerinden düşme kararı niteliğinde bulunduğundan, aksine bir düzenleme bulunmadığı sürece, hükmü değiştiren bu tür kararlar temyiz yasa yoluna tabidir.
Yargıtay C.Başsavcılığınca, verilen kararın, 5275 sayılı Yasanın 98 ila 101. maddeleri uyarınca infaza taalluk ettiği, dolayısıyla itiraz yasa yoluna tabi olduğu ileri sürülmüş ise de, somut olayda, 5275 sayılı Yasanın 98. maddesi uyarınca uygulama yapılmasını gerektirir, hükmün yorumu, çektirilecek cezanın hesabında duraksama, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği, sonradan yürürlüğe giren yasanın lehe hükümler içermesi halinde, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi, koşullarının hiç birinin bulunmadığı, uygulanan 16/b maddesinin sonradan yürürlüğe giren bir hüküm de olmadığı, dolayısıyla 5275 sayılı Yasanın 98 vd. madde hükümlerinin uygulanma koşulları bulunmadığı gibi verilen hükmü infaza ilişkin bir karar olarak saymanın da açık yasal düzenleme karşısında olanaksız olduğu anlaşılmaktadır.
Vazgeçmenin geçerli olmadığına ilişkin diğer itiraz nedenine gelince;
“Sulh ve İbra Sözleşmesi” başlıklı belgede;
Borçluların borçlarını, nakit, çek veya gayrimenkullerin mülkiyetini devretmeleri suretiyle ödemeleri halinde, Ç.Kale 1. İcra Müdürlüğünce takibi yapılan 2004/1470 esas nolu Borçlusu N…. S… Olan ve 2004/1474 esas nolu Borçlusu İ…C… D… olan icra takiplerinden ve Ç.Kale Asliye Ceza Mahkemesinde şu anda temyiz aşamasında olan 2004/137 esas nolu davadaki şikâyetten vazgeçileceği taahhüdü, borçlular tarafından aynı gün yerine getirilmiş bunun üzerine, şikâyetten vazgeçildiğine ilişkin sulh ve ibra sözleşmesi başlıklı belge taraflarca imzalanarak, sanık müdafi tarafından 19.02.2008 tarihli dilekçe ekinde mahkemeye sunulmuş, alacaklı şirket temsilcisi tarafından da imzanın kendisine ait olduğu duruşmada ifade edilmiş, mahkemece vazgeçmenin özgür iradeye dayandığı ve geçerli olduğu kabul edilerek önceki hükmün tüm cezai sonuçları ile birlikte ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Bu koşullarda gerçekleşen, vazgeçmenin geçersizliğini veya usulüne uygun gerçekleşmediğini ileri sürmek olanaksızdır.
Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan altı Kurul Üyesi “verilen kararın infaza taalluk etmesi nedeniyle 5275 sayılı Yasanın 98 vd. maddeleri uyarınca itiraz yasa yoluna tabi olduğu” gerekçesiyle itirazın kabulü yönünde oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.12.2010 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.