YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/175
KARAR NO : 2010/212
KARAR TARİHİ : 26.10.2010
Tebliğname :2007/173054
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi : ANKARA 1. Ağır Ceza
Günü : 19.12.2006
Sayısı : 179-497
Sanık hakkında resmi belgede sahtecilik ve kamu kurumuna karşı birden fazla dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasında, eylemlerin bütün halinde zimmet suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanığın 765 sayılı TCY’nın 202/1, 80 ve 59. maddeleri uyarınca 5 sene 10 ay ağır hapis ve 29.310.100.457 Lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına, 202/4. maddesi uyarınca meydana gelen zararın ödettirilmesine, 647 sayılı Yasanın 5. maddesi uyarınca ağır para cezasının 24 taksite bağlanmasına, taksitlerden birinin süresinde ödenmemesi halinde diğerlerinin muaccelliyet kazanmasına, sanık hakkında TCY’nın 33. maddesinin uygulanmasına, 219/son maddesi uyarınca memuriyetten müebbeden mahrumiyetine, 40. madde gereğince tutukluk ve gözetimde geçen günlerinin cezasından indirilmesine ilişkin, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 21.05.2002 gün ve 279-148 sayılı hüküm, sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 01.12.2005 gün ve 10963-11170 sayı ile;
“1- Sanığın, yetkili imzalarla düzenlenmiş talimat yazıları ile OYAK veznesine yatırmak üzere 16.08.2001 tarihinde T.C. Ziraat Bankası Küçükesat Özel İşlem Merkezinden görevi gereği çektiği 227.000.000 TL’yi, 20.08.2001 tarihinde T.C. Ziraat Bankası Bahçelievler Özel İşlem Merkezinden çekmiş olduğu 110.900.000 TL’yi, 20.08.2001 tarihinde T.C. Ziraat Bankası Çankaya Şubesinden çekmiş olduğu 80.800.000 ve 63.600.000 TL’yi, kurum veznesine yatırmamak suretiyle, 21.08.2001 tarihinde elektrik ve su parasını yatırması için kendisine teslim edilen 6.564.731.000 TL’yi ve 09.08.2001 tarihinde ödenen 80.000.000 TL yol avansını ilgili yerlere yatırmayıp kendisine mal edinmesi biçimindeki eylemlerinin 765 sayılı TCY’nın 202/1, 80. maddesine uyan suçları; katılan kuruma ait çeklerden birisini 24.832.465.828 TL bedelli olarak doldurup yetkililer yerine sahte olarak imzalayıp karşılığını 21.08.2001 tarihinde T.C. Ziraat Bankası Merkez Şubesinden çekmek ve sahte imza ile kendisine ödenmek üzere talimat düzenleyip T.C. Ziraat Bankası Tandoğan şubesinden 20.08.2001 tarihinde 3.212.623.701 TL’yi çekmek şeklindeki eylemlerinin de 765 sayılı TCY’nın 342/1, 80, 504/3-7-son, 80, 522/1. maddelerine uyan suçları oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde uygulama yapılması,
2- Sanığın eylemine uyan 765 sayılı TCY’nın 202/1, 80, 59/2, 342/1, 80/1, 59/2, 504/3, 7-son, 80, 522/1, 59/2. maddelerine göre, hükümden sonra 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nın aynı suça uyan 247/1, 43, 62/1, 204/1, 43, 62/1, 158/1-e, 43/1, 62/1. maddelerinde öngörülen özgürlüğü bağlayıcı cezanın türü, alt ve üst sınırları bakımından, anılan Yasanın 7/2, 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddeleri ışığında sanık yararına olması ve 5237 sayılı Yasa hükümleri uyarınca yeniden değerlendirme ve uygulama yapılmasında zorunluluk bulunması” nedenleriyle bozulmuştur.
Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince 19.12.2006 gün ve 179-497 sayı ile;
“Mahkememizce bozma ilamına uyularak yeniden yapılan yargılamada eylem bir bütün olarak zimmet suçu olarak tespit ve kabul edilmiştir.
Lehe yasa açısından yapılan karşılaştırmada ise 5237 sayılı Yasa hükümlerinin sanık lehine olduğu sonucuna ulaşılmıştır gerekçesiyle, sanığın bu kez 5237 sayılı TCY’nın 247/1, 43 ve 62. maddeleri uyarınca 5 yıl 2 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, tutukluluk ve gözetimde geçen sürelerinin 63. madde uyarınca cezasından indirilmesine,
Diğer suçların zimmetin unsuru olması sebebiyle ayrıca ceza tertibine yer olmadığına,
Adli emanetin 2001/6048 sırasında kayıtlı ve ayrıca dosyada bulunan sair belgelerin delil olarak saklanmasına” karar verilmiştir.
Bu hükmün de C. Savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 21.09.2007 gün ve 173054 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay 6. Ceza Dairesine, bu Dairece 12.12.2007 gün ve 19216-14222 sayılı karar ile Yargıtay 11. Ceza Dairesine, Yargıtay 11. Ceza Dairesince de 29.06.2010 gün ve 451-7614 sayılı karar ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın eylemlerinin bütün halinde zimmet suçunu mu yoksa 20.08.2001 ve 21.08.2001 tarihli iki eyleminin ayrıca sahtecilik ve dolandırıcılık suçunu mu oluşturduğuna ilişkin ise de, bozmaya uyan yerel mahkemenin sonradan bu kararından dönerek önceki hükümde direnmesinin olanaklı olup olmadığı öncelikle değerlendirilmelidir.
İncelenen dosyada;
Ankara C.Başsavcılığınca sanık hakkında kamu kurumu niteliğindeki OYAK’a karşı işlediği dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından 765 sayılı TCY’nın 342/1, 31, 33, 504/7, 522 31 ve 33. maddeleri uyarınca dört kez cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında;
Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince sanığın tüm eylemlerinin zimmet suçunu oluşturduğu kabul edilerek; TCY’nın 202/1, 80 ve 59. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına, 202/4. maddesi uyarınca meydana gelen zararın ödettirilmesine, hakkında 33, 219/son ve 40. maddelerinin uygulanmasına karar verilmiş,
Sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilen hüküm, dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince sanığın eylemlerinin 765 sayılı TCY’nın 202/1, 80. maddesine uyan suçların yanında, katılan kuruma ait çeklerden birisini 24.832.465.828 TL bedelli olarak doldurup yetkililer yerine sahte olarak imzalayıp karşılığını 21.08.2001 tarihinde T.C. Ziraat Bankası Merkez Şubesinden çekmek ve sahte imza ile kendisine ödenmek üzere talimat düzenleyip T.C. Ziraat Bankası Tandoğan Şubesinden 20.08.2001 tarihinde 3.212.623.701 TL’yi çekmek şeklindeki eylemlerinin de 765 sayılı TCY’nın 342/1, 80, 504/3-7-son, 80, 522/1. maddelerine uyan suçları oluşturduğu ve 5237 sayılı Yasa hükümleri uyarınca yeniden değerlendirme ve uygulama yapılmasında zorunluluk bulunması, nedenleriyle bozulmuş,
Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince 10.10.2006 tarihli oturumda Yargıtay 6. Ceza Dairesinin bozma ilamına uyulmasına karar verilerek, yargılamanın 19.12.2006 tarihine ertelenmesine, 19.12.2006 tarihli oturumda ise lehe olan 5237 sayılı TCY’nın 247/1, 43 ve 62. maddeleri uyarınca sanığın 5 yıl 2 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve “diğer suçların zimmetin unsuru olması sebebiyle ayrıca ceza tertibine yer olmadığına” karar verilmiştir.
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.04.2007 gün ve 325-100 sayılı kararı ile yerleşik kararlarında belirtildiği üzere; uyma kararı, ara kararı niteliğinde olmayıp, davanın esasını çözümleyen kararlardandır. Bozmaya uymakla, yerel mahkemenin bozma kararında gösterilen esaslara göre işlem yapıp karar verme ödevi doğmaktadır. Sonradan bu kararın bir kısmından veya tamamından açıkça ya da zımnen geri dönülerek ilk hükmün aynen veya yeniden ittihaz edilmesi, uyma kararının hüküm ve sonuçlarını ortadan kaldırmaz.
Bu itibarla, bozmaya uyan yerel mahkemenin, dönülemez nitelikteki bu karardan sonradan dönerek, önceki hükmünde direnmesi nedeniyle hükmün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyeleri E. E.., Dr. B. K.. ve H. A..;
“CMUK’nın 322. maddesinin ikinci fıkrasına göre, temyiz davası üzerine Yargıtay bozma kararı verirse, işi yeniden tetkik ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan mahkemeye veya o derecede diğer bir civar mahkemeye gönderir.
Bozmadan sonra dosya kendisine gelen mahkeme, ilk iş olarak diğer yargılama süjelerinin de görüşlerini aldıktan sonra bozmaya uyup uymayacağı hususunda bir karar verecektir. Bunun için bir duruşma yapılacağı ve buna ilgililerin çağrılacağı CMUK’nın 326. maddesinin ikinci fıkrasından dolaylı biçimde anlaşılmaktadır. Uyma ve uymama kararını vermek için yapılan ve sadece Türk Ceza Yargılamasına özgü olan bu duruşmanın özel bir durumu vardır; uyup uymama konusunda karar verilince sona erecektir. Ancak uyma kararı verildikten sonradır ki, normal nitelikte olan ve evrensel ceza yargılamalarında rastlanan yeni bir duruşma başlayacaktır.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 326. maddesinde sadece ısrar kararı düzenlenmiştir. Uygulamada ve yargısal kararlarda ise, ısrar etmeme şeklinde ortaya çıkan kararlara uyma kararı adı verilmektedir. Buna göre, uyma kararı açıkça verilebildiği gibi, uyulduğunu gösteren işlemler yapılmakla örtülü biçimde de verilebilir. Bu sonuncu gruba eylemli (fiilî) uyma denilmektedir.
Bozma sonrasında dosyanın gönderildiği mahkeme, açık veya örtülü biçimde uyma kararı verdiğinde, yeni ve gerçek bir kovuşturma ve duruşma yapar, sonunda yeni bir son karar verir. Mahkeme, bozmaya uyduktan sonraki duruşmasında vereceği bu ikinci son kararında kural olarak serbesttir. Gerek Yargıtay’ın görüşü ile gerekse eski kararı ile bağlı değildir. Buna, “bozmadan sonra serbestlik” veya “uymadan sonra serbestlik” kaidesi denilmektedir. Nitekim bu kural, öğretide ittifakla kabul edilmiştir. (Prof. Dr. Nurullah Kunter- Prof. Dr. Feridun Yenisey, Ceza Muhakemesi Hukuku, 12. Bası, II. Kitap, s. 1194, Prof. Dr. Bahri Öztürk – Yrd. Doç. Dr. Veli Özer Özbek – Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, 2001, 6. Bası, s.817, Prof. Dr. Nur Centel – Yrd. Doç. Dr. Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul, 2003, s.603, Prof. Dr. Erdener Yurtcan, CMUK Şerhi, 3. Cilt, 1995, s.251)
Serbestlik kaidesi, ceza yargılamasında gerçeğin araştırılması ve isabetli kararın verilmesi amacının doğal ve mantıki bir sonucudur. Gerçekten temyiz davası açılmakla, son kararın yargılaşmasının önüne geçilmiştir. Yargıtay son kararı bozduğu, mahkeme de buna uyduğu için son karar ortadan kalkmıştır. Ortada değil yargı, son karar dahi olmadığından, yargının otoriteleri de bahis konusu olmamak gerekir. O halde, mahkeme, hakikate en uygun ve isabetli kararı vermek imkanına kaide olarak malik bulunmalıdır. (Kunter – Yenisey, age, s. 1195)
Kuşkusuz bu olanak, birinci son kararda değişiklik yapılabilmesi sonucunu doğura¬caktır. Bu değişiklikler, hukuki durumdaki değişikliğe uygun bir karar verilmesi yahut bir hatanın düzeltilmesi amacıyla yapılabilir. Örneğin, uymadan sonra eylemi suç olmaktan çıkaran veya cezayı azaltan kanun ya da af kanunu çıkabilir. Bu takdirde yeni yasal düzenlemeye uygun ve değişik bir karar verilebilecektir. Keza sonradan dava zamanaşımına uğrarsa, mahkemenin düşme kararı verebileceği de açıktır. Öte yandan, hatanın düzeltilmesi de olanaklıdır. Bu hata, bozulan noktalarda olabileceği gibi, mahkemenin bozulmayan noktalarda da hata olduğunu anlaması mümkündür. Kısmi kesinleşme kabul edilemeyece¬ğinden, bozulmayan noktaların kesinleştiğinden söz edilemeyecek ve maddi ya da hukuki meselelere ilişkin olabilen bu noktalar, kaide olarak değiştirilebilecektir. Bozmaya uyma kararı verildikten sonra klasik anlamda ceza yargılaması ve duruşma yapılacağından, mahkemenin maddi meselelerdeki hatasını öğrenmesi için yeni kanıtların ileri sürülmesi mümkündür. Çıkan yeni kanıtları mahkemenin dikkate almaması için de herhangi bir neden yoktur. Kaldı ki Kanunumuz, kesin yargı olan hallerde dahi, yeni kanıtların ortaya çıkmasını yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak kabul etmiştir.
Bunun gibi, mahkemenin hukuki meselelerde de hata yaptığını öğrenmesi olanaklıdır. Hatta bu durum, diğer yargılama süjelerinin uyarıcı bir görüş ileri sürmeleri sayesinde de ortaya çıkabilir. Nitekim, bozmaya uyulduktan sonraki duruşmada, katılanın ve Cumhuriyet savcısının yeniden esasa dair görüş bildirmeleri ve sanık ile müdafiinin de esasa ilişkin yeni bir savunma yapmaları hep bu nedenledir. Yine, mahkemenin hukuki hata kanısına varması, yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı çıkması nedeniyle de olabilir. Bozmadan sonra serbestlik kuralı, mahkemeleri bu durumlarda bile bile hatalı kararlar verme mecburiyetinden koruyan bir ilkedir. Diğer taraftan, Yargıtay da eski görüşü ile bağlı bulunmadığına göre, mahkemeyi bağlı tutmak ta mümkün değildir.
Mahkemenin bozmaya uyduktan sonra verdiği son kararda serbest olması kuralının üç istisnası bulunmaktadır.
Bunlardan ilki, eksik kovuşturma nedeniyle yapılan bozmaya uyulduğunda bozma dairesinde hareket mecburiyeti bulunmasıdır. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur. Eksik kovuşturmadan dolayı bozmaya uyan yerel mahkemenin, bozma kararı doğrultusunda gerekli araştırma, inceleme ve kovuşturma işlemlerini yapmak zorunluluğu bulunmakla birlikte (CGK’nun 17.10.2000 gün ve 194-195 sayılı kararı), sonuçta önceki kendi son kararı ile bağlı bulunmaksızın yeni ve gerektiğinde değişik bir son karar vermesi mümkündür.
İkincisi, sadece sanık lehine temyiz davası açılmasından sonra yeniden verilecek son kararda sonucun ağırlaştırılmaması zorunluluğudur. Buna göre, hüküm yalnız sanık veya onun lehine Cumhuriyet savcısı ya da kanuni temsilcisi veya sanığın eşi tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz. (CMUK. md. 326/son) Bu durum, “lehe temyiz davası üzerine aleyhe bozmama yükümlülüğü” veya “aleyhe bozma yasağı” olarak adlandırılmaktadır.
Nihayet üçüncü istisna da, cezayı azaltan yasa değişikliği ve zamanaşımı süresinin dolması halidir; bu durumda, ilgili yasanın uygulanması veya zamanaşımının dolduğundan bahisle davanın düşmesi kararı verilmesi zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında somut olayı değerlendirecek olursak:
Yerel Mahkeme, Ordu ve Yardımlaşma Kurumu’nda işçi olarak çalışan ve fiilen mutemetlik görevini yürütmekte olan üye cari hesapları görevlisi sanığın, kuruma ait çeki kendi adına sahte imzayla düzenlediği, çeşitli tarihlerde değişik banka şubelerinde bulunan kuruma ait hesaplardan çektiği paraları kuruma teslim etmediği, kurum antetli sahte belge düzenleyip Kurum üyesine ait hesaptan kendisine ödeme yapılmasını sağladığı iddiası sahte resmi belge düzenleme ve dört ayrı dolandırıcılık suçundan cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonunda, iddia ve kabul edilen tüm eylemlerin zincirleme biçimde basit zimmet suçunu oluşturduğu gerekçesiyle sanığın 765 sayılı TCK’nın 202/1, 80, 59, 202/4, 33, 219/son ve 647 sayılı Kanunun 5. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar vermiştir.
Hükmün temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesi ise, sanığın bir kısım eylemleri nedeniyle zincirleme biçimde basit zimmet, bir kısım eylemleri nedeniyle zincirleme biçimde sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarının oluştuğunu, ayrıca hükümden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili suçlara uygulanması olanaklı hükümleri uyarınca yeniden değerlendirme ve uygulama yapılmasının zorunlu bulunduğu gerekçesiyle hükmü iki ayrı noktadan bozmuştur.
Yerel Mahkeme bozmaya uyduktan sonra gerçekleştirdiği duruşma sonunda, önceki ve sonraki yasal düzenlemeleri de değerlendirmek suretiyle sanığın eyleminin zincirleme biçimde basit zimmet suçunu oluşturduğu gerekçesiyle, 5237 sayılı Kanunun bu suçu düzenleyen hükümlerini de tartışıp bu Yasanın daha lehe sonuç verdiğinden bahisle, bu kez sanığın 5237 sayılı TCK’nın 247/1, 43, 62 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar vermiştir.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki, 6. Ceza Dairesinin bozması sonrasında Yerel Mahkeme birinci bozma nedenine karşı eylemli biçimde direnmiş, ikinci bozma nedenine karşı ise bozmanın gereğini yerine getirip değerlendirme yapmak suretiyle eylemli biçimde uymuştur.
Yerel Mahkemenin “bozma sonrası serbestlik” kuralı gereğince verdiği ve istisnalar arasında da yer almayan bu son kararının esas yönünden Yargıtay denetimine tabi tutulması gerekir. Bu zorunluluk, bir yandan, üst dereceli yargılama mercilerinin uyuşmazlıkları çözerek sona erdirmesi görevinden kaynaklanmaktadır. Bir yandan da, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141/son maddesinde, “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” şeklinde ifade edilen usul ekonomisinin gereğidir.
Şöyle ki, yerel mahkemenin bu uygulaması usule aykırı bulunarak hüküm bozulup yerel mahkemeye gönderildiğinde, Ceza Genel Kurulu’nun usule yönelen bu bozması sonrasında yerel mahkemenin önceki kararı da tümüyle ortadan kalkmış olacağından, yerel mahkeme önceki ile aynı veya farklı yeni bir hüküm kurabilecektir. Bu yeni hüküm de Özel Daire tarafından incelenecektir. (CGK’nun 29.06.2004 gün ve 132-153 sayılı kararı) Özel Dairenin suç vasfı nedeniyle yeniden hükmü bozması ve yerel mahkemenin de ısrar kararı vermesi halinde temyiz incelemesi bu kez Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda yapılacak ve davanın esasına ilişkin uyuşmazlık ancak bu suretle çözümlenebilecektir. İncelenen dosyadaki suç tarihinin 2001 yılı olması ve birinci derece ile temyiz yargılamalarında geçen rutin süreler de dikkate alındığında, işin esası çözüme kavuşturulmadan davanın bu süreçte zamanaşımına uğraması kaçınılmaz bir sonuç olarak görünmektedir.
Öte yandan, yerel mahkemelerin bozma sonrası verdikleri yeni hükümde uyguladıkları yasa maddelerinin bozma öncesi uygulamasındaki yasa maddelerinden farklı olması durumunda, bu karar yeni hüküm niteliğinde olduğundan, böyle bir hükmün temyiz incelemesinin Özel Dairece yapılması gerekir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yerleşmiş uygulaması da bu doğrultudadır. Kaldı ki, somut olayda ilk hükme yönelik bozma kararı Yargıtay 6. Ceza Dairesince verilmiştir. Oysa şu anda bu suçlara ilişkin hükümlerin denetim yargılaması Yargıtay 11. Ceza Dairesince yapılmaktadır. Yargıtay’ın aynı dairesi bile kendi önceki kararı ile bağlı bulunmadığına göre, farklı bir Daire ve Yargıçlar Kurulu’nun öncekinden farklı bir sonuca varması dahi olanaklıdır.
Dolayısıyla, iki nedene dayanan bozma kararı sonrasında yerel mahkemenin bunlardan ilk nedene karşı farklı yasa maddelerini uygulamak suretiyle direndiği, ikinci nedene yönelik olarak da Yargıtay ilamında gösterilen biçimde yeni yasal düzenlemeyi tartışarak eylemli biçimde bozmaya uyduğu ve gereğini yerine getirdiği olayda, işin esasının Özel Dairece incelenmesinin sağlanması yerine, hükmün usuli nedenle bozulmasının yargılamanın temel ilkelerine ve usul ekonomisine uygun bulunmadığını düşündüğümüzden sayın çoğunluğun düşüncesine katılmıyoruz” görüşleriyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yerel Mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- Dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, sonucu itibariyle tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak 26.10.2010 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.