Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2010/171 E. 2010/232 K. 23.11.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/171
KARAR NO : 2010/232
KARAR TARİHİ : 23.11.2010

Tebliğname : 2010/162189
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi : BAKIRKÖY 15. Ağır Ceza
Günü : 07.04.2009
Sayısı : 11-95
Sanık M…P…’nın olası kasıtla öldürme suçundan 5237 sayılı TCY’nın 81/1, 21/2 ve 62. maddeleri uyarınca 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, verilen cezanın yasal sonucu olarak aynı Yasanın 53/2. maddesi gereğince 53/1. maddesinde yazılı hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına, hakkında 63. maddenin uygulanmasına ve sanığın tutukluluk halinin devamına ilişkin, Eyüp 3. Ağır Ceza Mahkemesince oyçokluğuyla verilen 29.05.2007 gün ve 105-147 sayılı re’sen temyize tabi olan hüküm, O yer C.Savcısı, sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından da temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 18.11.2008 gün ve 3733-7369 sayı ile;
“…
Eniştesi M….ve ablası L…’yı evlerine götürmekte olan sanığın, yolda aracına yakıt almak için durdukları petrol istasyonunda tartışan enişte ve ablasını susturmaya çalışan ve ablasının bağırması üzerine, ablasını arabaya bindirmeye çalışan sanığın bu hareketi, petrol istasyonunda çalışanlarınca yanlış anlamaları üzerine sanık ile tartıştıkları ve olay yerine bağırıp çağıran sanığın; eşini, annesini, enişte ve ablasını olay yerinde bırakarak olay yerinden aracı ile kaçtığı, sanığı durdurmak ve gitmesini engellemek için, aracın önüne geçen maktûle, sanığın sevk ve idaresindeki aracı önce yavaşlatıp daha sonra hızlandırarak durmadan maktûlün üzerine sürüp, önce çarptığı daha sonra üzerinden geçtiği sonuçta maktûlün öldüğü olayda;
1- Sanığın doğrudan aracı maktûlün üzerine sürerek çarpması sonucu maktûl öldüğüne göre, sanığın kasten insan öldürme suçundan cezalandırılması yerine, yazılı şekilde olası kastla öldürme suçundan karar verilmesi,
2- Sanığın tekerrüre esas sabıkası bulunması nedeni ile, hakkında 5237 sayılı TCK’nun 58/7. maddesinin uygulanmaması,
3- 5237 sayılı TCK’nun 53/1-c maddesindeki hak yoksunluğunun şartla tahliye tarihine kadar geçerli sayılması yerine yazılı şekilde infazı tamamlanıncaya kadar karar verilmesi” isabetsizliğinden 1 nolu neden yönünden oyçokluğuyla 2 ve 3 nolu nedenler yönünden oybirliğiyle bozulmuştur.
Bakırköy 15. Ağır Ceza Mahkemesince 07.04.2009 gün ve 11-95 sayı ile;
“Bilindiği gibi taksir yeni ceza yasasında bir haksızlık olarak belirlenmiş ancak kasıttan belli özellikleri ile ayrılmıştır, taksirli suçlarda fail kendisine yüklenen dikkat ve özeni göstermemekten yükümlü tutulmaktadır. Nitekim TCK’nun 22. maddesinde ‘taksir: dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısı ile bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleşmesidir’ şeklinde tanımlanmıştır. Burada ihlal edilen objektif özen yükümlülüğüdür, taksirle işlenen suçlarda kişi taksirli davranışta bulunurken başkasının canını ve malını zarara ve tehlikeye maruz bırakmak konusunda her hangi bir amaç taşımamaktadır. Bu suçlarda kendisine uymakla yükümlü bulunduğu objektif özen yükümlülüklerine niye uymadığı hususu sorulmakta olup kişi bu özen yükümlülüklerine uymadığından dolayı muahaze edilmektedir, somut olayda gerek tanık beyanları gerekse dosya içinde bulunan olay yeri güvenlik kamerası görüntü çözümlerine ilişkin fotoğraflar incelendiğinde ve sanığın kendi beyanı değerlendirildiğinde, sanık, maktûlün önüne çıktığını kabul etmekte ve maktûle çarptığını bilmektedir, sanığın eyleminin buraya kadar taksirle yaralama suçunu oluşturduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır, sanığın kendi kabulü de ve anlatımı da bu hususu doğrulamaktadır, ancak sanık maktûle çarptıktan sonra durmayıp maktûlün aracının altına düştüğünü görmesine ve bilmesine rağmen yoluna devam etmiştir, maktûl aracın altında takılı kalmıştır ve aracın altında sürüklenmiştir, bu hale göre sanık eğer çarptığı anda durmuş olsaydı taksirle adam öldürmekten sorumlu olacaktı, zira bir metre gibi bir mesafede ve bir saniyelik bir dilim içinde önüne çıkan maktûle çarpmış ve belirlenecek kusur oranında sorumluluk cihetine gidilecekti, ancak sanık bununla yetinmemiş yola devam etmiştir, bu hali ile sanığın bundan sonraki aşamada taksirden sorumlu olması söz konusu olamaz, zira bundan sonraki davranışlarında ne objektif özen yükümlülüğünün ihlali ne meslekte veya sanatta acemilik veya özensizlik söz konusu olmayıp, bundan sonraki aşamada öngörme söz konusudur.
Vurma anına kadar sanığın taksirle öldürme suçunu işlediği, bundan sonraki aşamada ise çarptığı ve aracın altına düşen maktûlün üzerinden geçerek devam etmesi konu¬sundaki nitelendirme ise incelenen dosya kapsamı tanık beyanları ve CD inceleme tutanak¬larına ve dosya içinde bulunan CD çözümündeki fotoğraflara göre, olayın başında maktûl ve sanıklar arasında öldürmeyi gerektirir bir düşmanlık bulunmamaktadır, olay mahallinde kavga olmuş ve sanık darp edilmiş olay yerinden kaçmaya çalışmaktadır. Sanık kaçmaya çalışırken sağ tarafından gelen maktûl bir metre kala aniden aracın önüne çıkmış ve sanık maktûle çarpmıştır, çarpma neticesinde maktûl aracın altına düşmüş sanık durmayarak yoluna devam etmiştir, somut olayda öldürme kastının gerçekleştiği anı ve öldürme kastının varlığını tespit etmek mümkün değildir, zira olayın öncesinde ve çarpma anına kadar sanıkta öldürme kastının olmadığı açıktır, bu konuda her hangi bir tereddüt de bulunmamaktadır, kastın oluşması için yeterli bir süre de yoktur, kastı bir haksızlık şekli olarak değerlendirdiği¬mizde bu aşamaya kadar sanıkta her hangi bir haksızlık söz konusu değildir, kasıt yasada eylemi ve neticesini bilerek ve isteyerek işleme iradesidir şeklinde tanımlanmıştır, somut olayda sanığın olayın başında maktûlü öldürmek yönünde bir istek ve iradesi bulunma¬maktadır.
Somut olayda sanık maktûlün aracın altına düştüğünü bilmekte ancak maktûlün ölmesini istediği yönünde dosyaya yansımış her hangi bir delil bulunmamaktadır, nitekim maktûlü öldürmesi için bir sebep de bulunmamaktadır, sanık maktûlün aracın altına düştüğünü ve yola devam ettiği takdirde maktûlün aracın altında sürüklenme neticesinde veya üzerinden geçmesi neticesinde ölebileceğini öngörebilmektedir, nitekim sanık ifadesinde bu olaydan şüphelendiğini ve durmak istediğini 100 metre kadar gittikten sonra durduğunu beyan etmektedir, bu hali ile sanık maktûlün aracın altına düştükten sonra ölebileceğini öngörmekte genel hayat tecrübeleri ile bu hususu bilebilmekte ancak bu hususu doğrudan doğruya istememektedir, sanık maktûlün ölmesini öngörmekte ancak bunu umursama¬maktadır, ölebileceğini kabullenmekte buna engel olmak için her hangi bir çaba içine girmemektedir.
Somut olayda sanık maktûlün aracın altında sürüklenme neticesinde ölebileceğini ön görmekte ve muhtemel saymaktadır ancak bu neticeyi kabullenmiş ve aracını sürmeye devam ederek maktûlün yaralanmasına ve ölümüne sebebiyet vermiştir, olayda olası kast ile adam öldürme suçu oluşmuştur” gerekçeleriyle, suç niteliği yönündeki bozma ilamına direnilmek suretiyle, sanığın 5237 sayılı TCY’nın 81/1, 21/2 ve 62. maddeleri uyarınca 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,
Mükerrir olan sanık hakkında, 5237 sayılı TCY’nın 58/7. maddesi gereğince mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına, infazın tamamlanmasından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına,
Sanığa verilen cezanın yasal sonucu olarak TCY’nın 53/1. maddesinin, a, b, d ve e bendlerinde yazılı haklardan hapis cezasının infazı tamamlanıncaya, c bendinde yazılı yetkiler açısından ise şartlı salıverilme tarihine kadar yoksun bırakılmasına, hakkında 63. maddenin uygulanmasına ve sanığın tutukluluk halinin devamına, suç niteliği yönünden oyçokluğuyla diğer nedenler yönünden oybirliğiyle karar verilmiştir.
Re’sen temyize tabi olan hüküm, sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından da temyiz edilmekle, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 10.07.2010 gün ve 162189 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık müdafiince hükmün duruşmalı olarak incelenmesi istemiyle temyiz yasa yoluna başvurulmuş ise de; Yargıtay Ceza Genel Kurulunda temyiz incelemesinin duruşmalı yapılacağına ilişkin bir hüküm bulunmadığından, sanık müdafiinin duruşmalı inceleme isteminin reddiyle dosya üzerinde yapılan incelemede;
Sanık M… P..’nın savunmaları, tanıklar M… K…, A…P.., L…P…, L…P.., C…Ç.. Bedri T.., O.. T.., R… Ö…, T..Ç.., K…. K.., Ş…K.., B… T..ve B… C..’in anlatımları, morg ihtisas dairesince düzenlenen 22.12.2005 tarihli rapor, cd çözümleri ve tüm dosya kapsamı ile;
Sanık M…P..’nın 05.12.2005 günü saat 20.30 civarında yanında, M… K…, eşi A… P…ve annesi L…P… olduğu halde, kullandığı araçla imam nikahlı eşi M… K..’dan ayrılarak Küçükçekmece’de bulunan sığınma evinde kalan kızkardeşi L…P…’yı alarak annesinin evine bırakmak için hareket ettiği, maktûl M….U…’ın müdürlüğünü yaptığı benzin istasyonuna aracına gaz almak için geldiği, benzin istasyonunda L… P…ile M.. K…arasında tartışma yaşandığı, seslerin yükselmesi üzerine istasyon müdürü olan maktûlün dışarı çıkarak, istasyon çalışanlarına ne olduğunu sorduğu, bu sırada sanık M… P…’nın kızkardeşi L… P…ya yönelik darp eylemlerini sürdürdüğü, L…P…’nın da kardeşine vurma diyerek yalvardığı, bunu gören maktûlün, sanığın yanına giderek, bir kadına sokak ortasında el kaldırmasının yanlış olduğunu belirterek sanığı uyardığı, ancak sanığın bu uyarıya hakaretlerle karşılık verdiği, bunun üzerine maktûlün, araç sürücüsünden benzin istasyonunu terk etmesini istediği, araç içinde bulunan L..P…’ya durumu polise bildireceğini söyleyerek araçtan inmesini istediği, sanığın, tehditlerle aracına binerek süratli bir şekilde aracını gaz pompasına doğru sürdüğü, araçtan inip, benzin istasyonunu yakacağını, havaya uçuracağını söyleyerek tehditlerini sürdürdüğü, bu arada durumun emniyete bildirildiği, sanığın tekrar aracına binerek uzaklaşmak istemesi üzerine, maktûlün polise durumun bildirildiğini söyleyerek, sanığın gitmesine engel olmaya çalıştığı, aracıyla yola çıkan sanığın, önüne geçen maktûlü görmesi üzerine önce durduğu, maktûlün de aracın önünden geçerek, aracın sol tarafına sanıkla konuşmak üzere hareket etmesi üzerine de, henüz sol tarafa geçmeden, sanığın aniden aracını hareket ettirerek maktûle çarptığı, kaputun üzerine düşen maktûlün, kaputun üzerinden kayarak aracın altında kaldığı, maktûl aracın altında olduğu halde sanığın hızını yavaşlatmamak ve durmamak suretiyle, maktûlü aracıyla 80-100 metre kadar sürüklediği, daha sonra maktûlün üzerinden geçerek olay yerinden aracıyla ayrıldığı, sanığın 06.12.2005 günü saat 12.05 sıralarında avukatı ile gelerek polis merkezine teslim olduğu, ölümün ağır genel beden travmasına bağlı çok sayıda kot, uyluk kafatası kırıklarıyla birlikte iç organ laserasyonundan gelişen iç ve beyin kanaması sonucu meydana geldiği, sanığın kendisine yönelik saldırıdan kaçarken olayın meydana geldiği ve öleni görmediğine ilişkin savunmalarının dosya içeriğiyle bağdaşmadığı sabit olup, oluş ve kabulde bir uyuşmazlık bulunmayan somut olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, öldürme eyleminin, olası kasıtla mı, yoksa doğrudan kasıtla mı gerçekleştirildiğinin belirlenmesine ilişkindir.
5237 sayılı TCY’nın 21. maddesinin 1. fıkrasında; kast, suçun yasal tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi şeklinde tanımlanmış, öğretide de kast, genel kabul gören düşünceye göre, suçun yasal tanımında yer alan objektif unsurların bilinmesi ve istenmesi biçiminde tarif edilmiştir. Görüldüğü gibi kast, bilme ve isteme şeklinde ifade edilen iki unsurdan oluşmaktadır. Fail, hareketinin yasal tipi gerçekleştireceğini biliyor ve bunu istiyorsa kasten hareket ettiği kabul edilmelidir, ancak failin hareketiyle hedeflediği doğrudan sonuçların yanısıra, hareketinin zorunlu sonuçları ya da kaçınılmaz yan sonuçları da, açık bir isteme olamasa dahi kast kapsamında değerlendirilmelidir.
Olası kast ise Yasanın 21. maddesinin 2. fıkrasında; “öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanmış, bu kast türü ile ilgili başkaca ayırıcı bir unsura yer verilmemiş, 5237 sayılı Yasanın 22. maddesinin 2. fıkrasında bilinçli taksirin; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” şeklinde tanımlanması nedeniyle, bu kast türünün bilinçli taksirle karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, yasa koyucu da, madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsüne, madde gerekçesinde; “olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak ölçüyü ortaya koymuştur.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki ayırıcı ölçüye gelince, buradaki en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin yasal tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerek¬mektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerimize göre diğer bazı sonuçları da doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısında da, doğrudan hareket ettiği kabul edilmelidir.
ketlen¬mesi üzerine, aracı ile hareket ederek maktûle çarpmış, çarpma üzerine de durmayarak, 80-100 metre sürükledikten sonra, aracıyla olay yerinden uzaklaşmış, çarpma Olası kastı doğrudan kasttan ayıran ölçüt, suçun yasal tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır.
Somut olayda, sanık kendisine engel olmak isteyen maktûlü gördüğünde, başlangıçta aracını durdurmuş, ancak maktûlün aracın önünden geçerek yanına gelmesi için hareve sürüklenmeye bağlı olarak da ölüm meydana gelmiştir. Fail aracını öldürme suçunda vasıta olarak kullanmıştır. Önünden geçen bir kişiye hızla çarparak onu sürükleyen fail, bu eyleminin sonucunda ölüme neden olacağını bilebilecek durumda olduğu halde hareketini sürdürmüştür. Somut olayda ölüm, beklenir değil muhakkaktır. Yerel mahkemece sanığın, maktûlün ölmesini istediği yönünde dosyaya yansımış her hangi bir delil bulunmadığı, öldürmesi için de bir neden bulunmadığı gerekçeleriyle önceki hükümde direnilmiş ise de, bir an için failin yaralama kastı ile hareket ettiğini kabul etsek dahi, aracını maktûlün üzerine hızla sürerek onu 80-100 metre sürükleyen fail, ölüm sonucunu istemese de, günlük hayat tecrübelerimize göre böyle bir olayda ölüm sonucunun doğması kaçınılmaz olup, fail bu sonuçtan doğrudan kast kuralları uyarınca sorumlu tutulmalıdır.
Bu itibarla yerel mahkemece, Özel Dairenin suç niteliğine ilişkin bozmasına karşı uyulması gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerle direnilmesi isabetsizdir.
Diğer yönden, yerel mahkemece, mükerrir olan sanık hakkında, 5237 sayılı TCY’nın 58/7. maddesi gereğince mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına, infazın tamamlanmasından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmiş ise de, hangi ilam nedeniyle mükerrir sayıldığı ve tekerrür uygulamasına hangi hükmün esas alındığı belirtilmemiştir.
Ayrıca, sanığa verilen cezanın yasal sonucu olarak TCY’nın 53/1. maddesinin, a, b, d ve e bendlerinde yazılı haklardan hapis cezasının infazı tamamlanıncaya, c bendinde yazılı yetkiler açısından ise şartlı salıverilme tarihine kadar yoksun bırakılmasına karar verilmek suretiyle, 53. maddenin 3. fıkrasındaki, “koşullu salıverilen hükümlünün kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısında, c bendinin uygulanamayacağı hükmüne aykırı davranılmıştır.
Bu itibarla direnme hükmünün suç vasfındaki yanılgı ve diğer iki hukuka aykırılık nedenleriyle bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Kurul Üyesi, “Yerel Mahkeme direnme hükmünün suç niteliği yönünden isabetli olduğu” yönünde karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Bakırköy 15. Ağır Ceza Mahkemesinin 07.04.2009 gün ve 11-95 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere, Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 23.11.2010 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oyçokluğuyla karar verildi.