Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2010/133 E. 2010/184 K. 05.10.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/133
KARAR NO : 2010/184
KARAR TARİHİ : 05.10.2010

Tebliğname 2008/180150
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi : GAZİANTEP 3. Ağır Ceza
Günü : 11.03.2008
Sayısı : 208-82
Sanık A. B.. hakkında yağma suçundan açılan kamu davasında Kozan Ağır Ceza Mahkemesince 15.04.2004 gün ve 77-89 sayı ile verilen yetkisizlik kararı üzerine, dosyanın gönderildiği Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesince 02.06.2005 gün ve 175-132 sayı ile verilen; sanığın 5237 sayılı TCY’nın 37, 157 ve 53. maddeleri uyarınca sonuç olarak 1 yıl hapis ve 600 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 15.05.2007 gün ve 8733-3392 sayı ile;
“Suç tarihinde yaşı küçük olan sanık H..G..ile müdafii atanmasına ilişkin talebi kabul edilip Baroya yazılan müzekkere cevabı beklenmeyen sanık A.B..’a müdafii tayin edilmeden ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK’ nun 150. maddesinin 2 ve 3. fıkraları gözetilmeden yargılamaya devamla yazılı şekilde karar verilmek suretiyle sanıkların savunma haklarının kısıtlanması” isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmuştur.
Yerel mahkeme ise 11.03.2008 gün ve 208-82 sayı ile;
“…sanık A..’nın önce müdafi istemeden savunmasını yaptığı, daha sonradan cezaevinden müdafi talep ettiği, müdafi teminine çalışıldığı, ancak süreç içerisinde müdafi isteğinden vazgeçip eski savunmalarını tekrarladığı, esas hakkındaki savunmasını da müdafi talepsiz yaptığı gözetildiğinde yapılan usul işlemlerin kanuna uygun olduğu” gerekçesiyle ilk hükmünde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsav¬cılığının “onama” istekli 31.05.2010 gün ve 180150 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerek¬çelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın dolandırıcılık suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığa müdafii tayin edilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkindir.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilen¬dirmektedir. Çünkü ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan, hükmün doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplan¬masını isteme, duruşmada hazır bulunma… gibi hakların yanında müdafiden yararlanma hakkını da içerir.
Savunma, Anayasamızın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafii de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafii aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır.
Savunma hakkı, uluslararası belgelerde de değerine uygun yerini almıştır. Bunlardan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 121/I., Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Milletlerarası Antlaşmanın 14/3-b-d, Avrupa İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesinin 6/3-b-c maddeleri sanığın müdafiden yararlanması konusunda açık düzenlemeler getirmiştir.
5271 sayılı CYY savunma hakkı konusunda oldukça hassas davranmış, bunun bir sonucu olarak da isteğe bağlı müdafiliğin yanında, bazı hallerde zorunlu müdafiliği benim¬semiştir.
Bu bağlamda Yasanın 147. maddesinde; şüphelinin müdafi seçme hakkının bulunduğu, onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceğini kendisine bildirilmesi gerektiği, 148. maddesinde; müdafi hazır bulun¬mak¬sızın kollukça alınan ifadenin, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamayacağı, 149. maddesinde; sanığın kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlana¬bileceği, avukatın, sanık ile görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkının engellenemeyeceği ve kısıtlanamayacağı, 153. mad¬de¬sinde; müdafi, kovuşturma evresinde dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebileceği ve istediği tutanak ve belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabileceği, 154. maddesinde; sanığın vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebileceği hükme bağlanmıştır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren anılan Yasanın “müdafiin görevlendirilmesi” başlıklı 150. maddesi ise;
“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görev¬lendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir” şeklinde iken, 19.12.2006 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasanın 21. maddesi ile maddenin 3. fıkrasında değişiklik yapılarak bu zorunluluk, “alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren” suçlardan yargılanan sanıklarla sınırlandırılmıştır.
Bu maddenin 3. bendi uyarınca, mahkeme tarafından sanığa zorunlu olarak müdafii görevlendirilmesi için aranılacak “alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren” suç, iddianame veya iddianame yerine geçen belgelerde, sanık için gösterilen sevk maddelerindeki ceza miktarına göre belirlenecektir. Suç vasfının sonradan değiştiğinden bahisle yargılama sırasında CYY’nın 226. maddesi uyarınca ceza miktarı daha az olan bir yasa maddesinden ek savunma alınmış ya da hükümde sanığın daha az cezayı gerektiren bir suçtan cezalandırılmış olması da müdafii görevlendirilmesi zorunluluğunu ortadan kaldır¬mayacaktır.
Müdafii görevlendirmenin usulü ise “Müdafiin görevlendirilmesinde usul” başlıklı 156. maddenin 1/a maddesinde;
“150 nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;
a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,
b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,
Baro tarafından görevlendirilir…” şeklinde düzenlenmiş, ayrıca ilk hükümden sonra ancak direnme kararından önce 02.03.2007 gün ve 26450 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin” müdafi veya vekillerin görevlendirilmesine ilişkin 5. maddesinde de;
“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, görevlendirilecek müdafie yapılacak ödemelerin yargı¬lama giderlerinden sayılacağı ve mahkûmiyeti hâlinde kendisinden tahsil edileceği hususu hatırlatı¬larak talep ettiği takdirde barodan bir müdafi görevlendirmesi istenir.
… (6) Müdafi veya vekil görevlendirilmesi; soruşturma evresinde ifadeyi alan merci veya sorguyu yapan hâkim, kovuşturma evresinde ise mahkeme tarafından barodan talep edilir” hükmüne yer verilmiştir.
Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ise CYY’nın 151. maddesinde; “150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir” şeklinde belirtilmiş anılan Yönetmeliğin 6. maddesinin 6. fıkrasında da aynı doğrultuda düzenleme yapılmıştır.
Sanığa iddianamede atılı yağma suçunun düzenlendiği 765 sayılı TCY’nın 495/1. maddesinde öngörülen ceza, “on seneden yirmi seneye kadar”, bu maddenin karşılığı olan 5237 sayılı TCY’nın 148/1. maddesinde ise “altı yıldan on yıla kadar” hapis cezasıdır. Kozan Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen yetkisizlik kararında bahsolunan 765 sayılı TCY’nın 504/3. maddesinde öngörülen ceza miktarı da; “iki yıldan beş yıla kadar ağır hapis” tir. Ancak Kozan Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği yetkisizlik kararında eylemin vasıflan¬dırmasına ilişkin yapılan bu değerlendirmenin, yetkisizlik kararları görevsizlik kararları gibi dava açan belge niteliğinde olmadığından hukuksal bir değeri bulunmamaktadır.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Sanık hakkında Kozan C.Başsavcılığınca düzenlenen 14.04.2004 tarihli iddianamede, sanığın eylemi “müştekiyi korkutarak, kendisinden zorla hazır kart şifresi aldığı…müştekiden zorla maddi menfaat sağladıkları” şeklinde nitelendirilerek yağma suçundan 765 sayılı TCY’nın 495/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Kozan Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış,
Kozan Ağır Ceza Mahkemesi ise 15.04.2004 tarihinde, eylemin 765 sayılı TCY’nın 504/3. maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturabileceği görüşünü de eklemek suretiyle yetkisizlik kararıyla dosyayı Gaziantep nöbetçi Ağır Ceza Mahke¬mesine göndermiştir.
Bu dosyadan tutuklanan, ancak başka bir suçtan dolayı da Giresun Kapalı Cezaevinde bulunan sanığın savunması talimat yoluyla Giresun Ağır Ceza Mahkemesince 16.07.2004 tarihinde alınmış, savunmasının alınmasından önce kendisine CYUY’nın 135. madde¬sindeki hakları hatırlatılmış, sanık müdafii talebinde bulunmamıştır.
25.01.2005 tarihinde bizzat mahkeme huzurunda yine CYUY’nın 135. maddesindeki hakları hatırlatılmak suretiyle ifadesi alınmış, sanık yine müdafii isteminde bulunmamıştır.
Sanığın talimat yoluyla ve mahkeme huzurunda alınan bu savunmaları o tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’na uygun ve geçerlidir.
Sanık 26.01.2005 tarihinde Gaziantep Kapalı Cezaevinden mahkemeye gönderdiği dilekçede, “maddi durumum elvermediği için savunma yapabilmem için avukat tutamıyorum, kendimi ifade edemiyorum, yüce mahkemenize sığınıyorum” şeklinde beyanda bulunmuş,
Dilekçedeki bu beyanların mahkemece müdafii istemi olarak kabul edilmesi nedeniyle 22.02.2005 tarihli oturumda sanığa müdafii tayinine karar verilerek baroya yazı yazılmış, baro tarafından yanıt verilmemesi üzerine 18.03.2005 tarihli oturumda bu yazının tekidine karar verilmiştir.
19.04.2005 tarihli oturumda barodan yine cevap gelmemesi üzerine sanığın; “ben artık bu aşamada avukat istemiyorum, daha önceki savunmalarım geçerlidir, tekrar ederim” şeklinde beyanda bulunmuş,
5271 sayılı CYY’nın yürürlüğe girmesinden sonra da 02.06.2005 tarihinde yapılan oturumda, hazır bulunan sanıktan, müdafii olmaksızın son savunması ve son sözü sorulmak suretiyle mahkûmiyet hükmü tesis edilmiş,
Bozmadan sonra ise, Özel Daire bozma ilamı sanığa tebliğ edilmiş, gelmemesi üzerine yokluğunda direnme kararı verilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında tüm dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde;
Sanığın talimat yoluyla 16.07.2004 ve mahkeme huzurunda 25.01.2005 tarihinde alınan savunması, o tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’na uygun ve geçerli bir savunmadır. Ancak 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren ve derhal uygulanması gereken 5271 CYY’nın 150/2. maddesinin; “üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada istemi aranmaksızın bir müdafiinin görevlendirileceğine” ilişkin hükmü uyarınca, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezasının öngörüldüğü 765 sayılı TCY’nın 495/1. maddesinde düzenlenen yağma suçundan yargılanan sanığa istemi aranmaksızın derhal müdafii görevlendirilmesi yasal bir zorunluluktur.
Yerel mahkemenin ilk hükmünden sonra yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasa ile 5271 sayılı CYY’nın 150/3. maddesindeki “üst sınır” ifadesinin 5560 sayılı Yasa ile “alt sınır” olarak değiştirilmesi de yağma suçuna ilişkin gerek 765 sayılı TCY gerekse 5237 sayılı TCY’nda öngörülen ceza miktarı nedeniyle bu sonuca etki etmeyecektir.
Sanığın 1 Haziran 2005 tarihinden önce, yürürlükte bulunan CYUY hükümlerine göre usulüne uygun savunmasının alınmış olması, 5271 sayılı CYY’nın yürürlüğe girmesi nedeniyle sanığa müdafii görevlendirilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Çünkü 5271 sayılı CYY ile getirilen ve yukarıda ayrıntılı biçimde açıklanan sistemde müdafiin görevi sadece savunmasının alınması sırasında sanığın yanında bulunmakla sınırlı olmayıp her aşamada sanığın yanında olmasından her türlü hukuki yardımda bulunmasına kadar savunmaya ilişkin diğer bütün işlemleri de kapsamaktadır. Nitekim CYY’nın 151. ve “Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin” 6/6. maddelerinde, 150. madde uyarınca görevlendirilen müdafiin, duruşmada hazır bulunmaması veya çekilmesi veya görevini yerine getirmekten kaçınması halinde mahkeme tarafından derhâl başka bir müdafiin görevlendirilmesi gerektiği ve bu yeni bir müdafii görevlendirilinceye kadar oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebileceği hüküm altına alınmıştır. Bu hükümle yasa koyucunun bu madde kapsamında bir müdafii görevlendirilmesini yeterli görmediği, bunun yanında müdafiin ceza yargılaması boyunca sanığın yanında yer almasını savunma hakkının kullanılması açısından zorunlu gördüğü, bu konuda görevini yeterince yapmayan müdafiin de derhal değiştirilmesi gerektiğini amaçladığı anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulu da 10.06.2008 gün ve 148-169 sayılı kararında; sanığa CYY’nın 150. maddesi uyarınca istemi üzerine görevlendirilen müdafiin yargılama aşamasında duruşmalar için bir kez mazeret dilekçesi vermek ve bir oturuma katılmak dışında herhangi bir işlem yapmamasını sanığın savunmasına ilişkin “görevini yerine getirmekten açıkça kaçınma” olarak kabul etmiş ve mahkemece derhal başka bir müdafiin görevlendirilmesi için CYY’ nın 151. maddesine göre işlem yapılması gerektiğine hükmederek görevini yerine getirmekten açıkça kaçındığı anlaşılan avukat ile sanık arasında CYY anlamında hukuken geçerli bir müdafilik ilişkisi kalmadığını açıkça vurgulamıştır.
Bu nedenle, yerel mahkeme tarafından 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren CYY hükümleri uyarınca sanığa bir müdafii görevlendirilmesi gerekirken, yargılamaya devam edilerek 2 Haziran 2005 tarihinde hüküm kurulması ve Özel Daire bozma ilamı sonrasında da yine sanığa müdafii görevlendirilmeden direnme kararı verilmesi suretiyle CYY’nın 150/3-2. maddesine aykırı davranılması, sanığın savunma hakkının açıkça kısıtlanması anlamına gelmektedir.
Bu itibarla isabetsiz bulunan yerel mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 11.03.2008 gün ve 208-82 sayılı direnme hükmünün, saptanan usul yanılgısı nedeniyle diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na TEVDİİNE, 05.10.2010 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme aykırı olarak oybirliği ile karar verildi.