YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2009/85
KARAR NO : 2009/242
KARAR TARİHİ : 20.10.2009
Tebliğname : 2008/72588
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi : SİİRT Ağır Ceza
Günü : 06.11.2008
Sayısı : 165-214
İnsan öldürmek suçundan sanık İ.O..’ın, 5237 sayılı TCY’nın 81/1. maddesi uyarınca müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında 53. maddenin uygulanmasına, bu suça katılmaktan sanıklar S. O..ve M. O..’ın beraatlerine ilişkin Siirt Ağır Ceza Mahkemesince 29.03.2007 gün ve 178-84 sayı ile verilen ve sanıklardan İ. yönünden kendiliğinden temyize tabi olan hükmün, katılanlar vekili ile sanık İ..müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 10.07.2008 gün ve 1581-5819 sayı ile;
“Sanıklar İ., S..ve M..müdafiileri olan Av. R. Ö.. ile Av. A. G..’in kasten öldürme suçunun sanıklar S..ve M..tarafından işlenmediği, fiilin yasal savunma şartları içerisinde sanık İ.. tarafından işlendiği yönündeki savunmaları karşısında sanıklar S.. ve M.. ile İ.. arasında menfaat çatışması oluştuğundan sanık İ..’in savunmasının başka müdafii tarafından üstlenilmesinin sağlanması gerektiğinin düşünülmemesi suretiyle savunma hakkının kısıtlanması” isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulma¬sına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 06.11.2008 gün ve 165-214 sayı ile
“5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının 152/1. maddesinde yararları birbirine uygun olan birden fazla sanığın savunmasının aynı müdafie verilebileceği hükme bağlanmıştır. Bunun koşulu, (5237 sayılı Türk Ceza Yasasının Adalet Komisyonu Raporuna göre madde metninin ayrılmaz bir parçası olan) yasa maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere sanıkların savunulmasındaki yararlarının çelişkili olmamasıdır. Yine Avukatlık Yasasının 38. maddesinin (b) bendinde de avukatın ‘aynı işte menfaati zıt olan bir tarafa avukatlık etmiş olursa’ işi reddetmek zorunda olduğu düzenlenmiştir. Söz konusu yasa maddeleri savunma hakkının kısıtlanmasını engellemek ve ceza davasının hakkaniyete uygun bir tarzda adil yargılanma ilkesi gereğince yürütülüp sonuçlandırılmasını sağlamak amacıyla konulmuştur.
Olayımızda sanık İ..’in savunma hakkının kısıtlandığı ileri sürülemez. Zira sanık İ.. aşamalarda kararlılık gösteren savunmalarında maktülü kendisinin öldürdüğünü, kardeşleri olan diğer sanıklar M.. ve S..’in olayla ilgilerinin bulunmadığını belirtmiştir. Sanıklar M.. ve S.. de atılı suçu işlemediklerini söylemişler buna karşın suçu, diğer sanık İ..’in işlediği yönünde herhangi bir sav ve savunmada da bulunmamışlardır. Her üç sanığın da müdafileri sanık İbrahim’in savunması doğrultusunda savunma yapmışlar sanık İ..’in eylemi meşru savunma kapsamında işlediğini diğer sanıkların olayla ilgilerinin bulunmadığını ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla sanık İ..’in savunması doğrultusunda savunma yapan ve sanık İbrahim’in, meşru savunma kapsamında eylemi işlemek zorunda kaldığını bu nedenle sanık İbrahim’e 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 25/1. maddesi uyarınca ceza verilmemesini isteyen müdafilerin, sırf diğer sanıkların da müdafii oldukları bu nedenle menfaat çatışması bulunduğu dolayısıyla sanık İ..’in savunma hakkının kısıtlandığı hususunun ileri sürülmesi usul, yasa ve dosya içeriğine uygun değildir.
Yargılanan sanıklar suçu birbirlerinin üzerine atıyor veya sanıklardan birisi için yapılacak savunma, diğerleri için suçlama niteliğini taşıyorsa bu taktirde sanıklar arasında çıkar çatışması var demektir. Olayımızda sanıklar M.. ve S..’in, mahkumiyet alan sanık İ..’e; sanık İ..’in de bu sanıklara suç atması söz konusu olmadığı gibi sanıklar M.. ve S.. için yapılan savunma da sanık İ.. için suçlama niteliğini taşımamaktadır.
Öte yandan bozma ilamında adı geçen her iki müdafii de sanık İ.. tarafından tevkil edilmiş müdafilerdir. Kovuşturma evresinde sanık İ.., müdafilerinin savunmasına yönelik herhangi bir itirazı da söz konusu değildir. Kaldı ki sanık İ..’in savunması ile müdafilerinin savunması hiçbir şekilde çelişmemiş ve bütünlük arz etmiştir.
Sonuç olarak olayda menfaat çatışması koşullarının gerçekleşmesi ve dolayısıyla sanık İ..’in savunma hakkının kısıtlanması söz konusu olmadığından bozma ilamına konu önceki hükmümüz usul, yasa ve dosya içeriğine uygun olduğu (ve) bu nedenle de esastan incelenmesi gerektiğinden bozma ilamına karşı direnme kararı verilmiştir. (Nitekim Yargıtay C. Başsavcılığının 27.01.2008 tarih 2007/197516 nolu ‘onama isteyen’ tebliğnamesi de kararımızın usul yönünden doğruluğunu teyit etmiştir.)
Şu hususa da değinmek gerekir. Bozma ilamından sonra sanık İ..’i Av. N. D.. de savunmuştur. Bu durum bozma ilamına eylemli uyma olarak sayılamaz. Çünkü sanığa yeni bir müdafii atanması hususunda mahkememizin herhangi bir işlemi söz konusu olmadığı gibi sanığın önceki müdafilerinden Av. R.Ö..diğer iki sanıkla birlikte sanık İ.. de savunmaya devam etmiş ve adı geçen avukat bozma ilamına karşı direnil¬mesini istemiştir. Dolayısıyla yargılamamızda eylemli uymanın koşulları da gerçekleş¬memiştir” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanıklardan İ.. yönünden kendiliğinden temyize tabi olması ve katılanlar vekili ile sanık İ.müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 03.04.2009 gün ve 72588 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığa gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık İ.. müdafileri Av. R..Ö..ve Av. N. D..tarafından temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması isteminde bulunulmuş olup, Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş kararlarında da vurgulandığı üzere, Ceza Genel Kurulunda duruşmalı inceleme yapılacağına ilişkin bir yasa kuralı bulunmadığından, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 318. maddesi uyarınca bu istemin reddine karar verilerek, dosya üzerinde yapılan temyiz incelemesinde;
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında çözülmesi gereken uyuşmazlık, adam öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilen sanık İ. ile aynı suçtan beraatlarına karar verilen diğer sanıklar S.. ve M.. arasında menfaat çatışması bulunup bulunmadığının, buna bağlı olarak da aynı müdafiinin hukuki yardımından yararlanmalarının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir çözüme ulaşılabilmesi için, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
5271 sayılı CYY’nın, “Şüpheli veya sanığın birden fazla olması halinde savunma” başlığını taşıyan 152. maddesi, “Yararları birbirine uygun olan birden fazla şüpheli veya sanığın savunması aynı müdafie verilebilir” hükmünü taşımaktadır.
Öte yandan, 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 38. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca avukatın, aynı işte menfaati zıt olan bir tarafa vekalet etmesi halinde, gelen işi reddetmesi zorunluluğu getirilmiştir.
Yine Türkiye Barolar Birliğince kabul edilen avukatlık meslek kurallarının 35. maddesinde de, “Avukat aynı davada birinin savunması öbürünün savunmasına zarar verebilecek durumda olan iki kişinin birden vekaletini kabul edemez” kuralına yer verilmiştir.
Bütün bu hükümlerden de anlaşılacağı gibi, menfaat zıtlığını dar anlamda yorum¬lamamak gerekir. Burada, önemli olan, savunmanın hiçbir şekilde zafiyete uğramamasıdır. Nitekim öğretide de aynı görüş benimsenmiş, şüpheli veya sanıklardan birisinin savunulması ancak diğer sanığın suçlanmasıyla sağlanabiliyorsa, çıkarların çatıştığını ve müdafilerinin değişik kişiler olması gerektiği belirtilmiştir. (Prof. Dr. Nur Centel – Doç. Dr. Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası sh. 170)
Somut olayda, sanıkların birlikte suç işledikleri iddia edilmiş olup, suçun yalnızca bu sanıklardan birisi tarafından üstlenilmiş olması karşısında, diğer sanıkların bu suçu işlemediklerinin savunulmasının gerektiği ve bu durumun, suçu işlediğini ikrar eden sanık yönünden savunmada zafiyet yaratacağı açıktır. Zira, diğer sanıkların savunmalarını güçlendirmek adına, suçu işleyen sanığın bu işi tek başına gerçekleştirdiğinin ileri sürülmesi söz konusudur.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin, sanıklar arasında menfaat çatışması bulunmadığı görüşüne dayalı direnme gerekçesi, yukarıda açıklanan yasa ve meslek kurallarına aykırı olup, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyeleri ise, Yerel Mahkemenin direnme gerekçelerinin isabetli olduğu, bu nedenle de hükmün onanması gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Siirt Ağır Ceza Mahkemesinin 06.11.2008 gün ve 165-214 sayılı direnme hükmünün, saptanan usul yanılgısı nedeniyle diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline iadesi için Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.10.2009 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oyçokluğuyla karar verildi.