Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2009/7 E. 2009/24 K. 17.02.2009 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2009/7
KARAR NO : 2009/24
KARAR TARİHİ : 17.02.2009

Tebliğname :264125
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi : ADANA 3. Ağır Ceza
Günü : 01.07.2008
Sayısı : 224-267
Sanık Ü.Y..’un dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak suçundan, 765 sayılı TCY’nın 455/2-son, 59, 647 sayılı Yasa¬nın 4, 765 sayılı TCY’nın 72 ve 647 sayılı Yasanın 4. maddeleri uyarınca 2.888.00 YTL adli para cezasıyla cezalan¬dırılmasına, cezasının 647 sayılı Yasanın 5. maddesi uyarınca taksitlendirilmesine, hakkında TCY’nın 40. maddesinin uygulanmasına ilişkin Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 01.10.2007 gün ve 22-314 sayılı hüküm, Sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 07.04.2008 gün ve 1538-3308 sayı ile;
“Hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. maddesiyle değişik CMK.nun 231. maddesindeki ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılması’na ilişkin düzenleme karşısında suçun niteliği, hükmolunan cezanın tür ve miktarı gözetilip dosyada bulunan adli sicil kaydı da değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun yeniden tayin ve takdirinde zorunluluk bulunması,” isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin bozulmuştur.
Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesince 01.07.2008 gün ve 224-267 sayı ile;
“Mahkememizin 2007/314 sayılı kararında sanığa temel ceza olarak neticeten 2 yıl 7 ay 7 gün hapis cezası verildiği, belirlenen bu temel cezanın 2 yılın üzerinde olduğu, CMK’nun 231/6. fıkrasının sanık hakkında uygulanabilmesi için 5. fıkraya göre temel cezanın azami 2 yıl olmasının gerekmesi, aynı maddenin 7. fıkrasına göre de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının seçenek yaptırım uygulanmadan önce değerlendirilmesinin gerekmesi karşısında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermenin mümkün olmadığı” gerekçeleriyle önceki hükümde direnilmiştir.
Bu hükmün de Sanık müdafii tarafından temyizi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istemli, 07.01.2009 gün ve 264125 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca incelenmiş, aşağıda belirtilen gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında taksirli suçtan hükmedilen 2 yıl 7 ay 7 gün hapis cezasının, 647 sayılı Yasanın 4. maddesindeki taksirli suçlardan hükmolunan hürriyeti bağlayıcı cezanın uzun süreli de olsa paraya çevrilebileceğine ilişkin hükmü uyarınca, adli para cezasına çevrilmesine karar verilen somut olayda, Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuş¬mazlık, taksirli suçlarda, adli para cezasına çevrilen iki yıldan fazla hapis cezaları yönün¬den hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilemeyeceği, noktasında toplanmaktadır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nda, cezanın kişisel¬leştirilmesine ilişkin üç kuruma yer verilmiş olup, bunlar sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının kural olarak kısa süreli olması halinde 50. madde uyarınca seçenek yaptırım olarak adli para cezasına veya tedbire dönüştürme, taksirli suçlara özgü olarak da, uzun süreli de olsa seçenek yaptırım olarak adli para cezasına çevirme, çocuklar ile altmışbeş yaşını doldurmuş kişiler hakkındaki hükümler saklı kalmak koşuluyla, hükmolunan iki yıla kadar hapis cezalarının 51. madde uyarınca ertelenmesidir. Görüldüğü gibi 5237 sayılı Yasada, paraya çevirme, tedbire dönüştürme ve erteleme şeklinde üç atıfet müessesi kabul edilmiş ve ancak sanık hakkında bu atıfet müesseselerinden yalnızca birinin uygulanabileceği hüküm altına alınmış, bu kapsamda erteleme yalnızca hapis cezaları için kabul edilmiş, hükmolunan cezanın adli para cezasına veya tedbire çevrilmesi halinde erteleme olanağı ortadan kaldırılmış, bu şekilde bir taraftan cezanın sanığın ileriki yaşamı üzerindeki olası etkileri azaltılmaya çalışılırken, diğer taraftan da cezaların caydırıcılığı ilkesi hayata geçirilmiştir.
Ancak yeni sistemde, ertelemeyi bir infaz kurumu olarak düzenleyen Yasa koyucu, bu düzenlemenin doğurabileceği olumsuz sonuçları ortadan kaldırmak için, yeni müesselere ihtiyaç duymuş, kamu davasının mecburiliği ilkesini, 5271 sayılı CYY’nın 171. maddesi ile yumuşatmak suretiyle, etkin pişmanlık veya şahsi cezasızlık nedenlerinin bulunması halinde, soruşturma aşamasında, C.Savcısına kovuşturmaya yer olmadığı kararı verebilme, kovuşturma aşamasında ise yargılama yapan mahkemeye koşulların bulunması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verebilme olanağı tanınmıştır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumuna ilk kez, “Hükmün geri bırakıl¬ması, denetimli serbestlik” başlığıyla Ceza Muhakemeleri Usulü Tasarısının 233. maddesinde yer verilmiş, Adalet Komisyonunca, 233. maddenin Tasarı metninden çıkarılması nedeniyle, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kuruma pozitif bir hukuk normu olarak ilk kez çocuklar hakkında 03.07.2005 tarihinde kabul edilerek, 15.07.2005 gün ve 25876 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Yasasında yer almıştır.
5395 sayılı Yasanın 23. maddesi uyarınca, çocuklar tarafından işlenen suçlardan dolayı hükmolunan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası maddedeki diğer objektif ve subjektif koşulların bulunması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakıl¬masına konu olabilecektir. Anılan düzenlemede, hükmolunan cezanın tedbirlere veya adli para cezasına çevrilemeyeceği veya ertelenemeyeceğine ilişkin açık bir düzenlemeye yer verilmemesi nedeniyle, müessesenin hukuki niteliği bir tarafa bırakılarak, hükmün açık¬lanmasının geri bırakılmasına karar verilmekle yetinilmemiş, hükümdeki hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine karar verilmiş, hatta bununla da yetinilmemiş, erteleme ve hükmün açıklan¬masının geri bırakılması müesseselerinin bir arada uygulanamayacağı dikkate alın¬maksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte erteleme kararları da verilmiştir. Yasa koyucu tarafından uygulamadaki bu farklı algılama ve uygulamaların önüne geçilmek amacıyla 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasanın 40. maddesi ile 5395 sayılı Çocuk Koruma Yasasının 23. maddesi değiştirilmek suretiyle denetim suresindeki farklılık hariç olmak koşuluyla, çocuk suçlular ile yetişkin suçluları hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı koşullara tabi kılınmış, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasanın 23. maddesiyle 5271 sayılı Yasanın 231. maddesine eklenen 5-14. fıkralar ile de büyükler için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması, yetişkin sanıklar yönünden başlangıçta şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilmiş iken, 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 23.01.2008 gün ve 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklik ile de, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezaları için uygulanabilir hale getirilmiş, şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak uygulanan bu müessese Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılâp Kanunla¬rında yer alan suçlar ayrık olmak üzere, tüm suçları kapsayacak hale getirilmiştir.
Uyuşmazlık konusunu, taksirli suçlarda hükmedilen iki yıldan fazla hapis ceza¬larının, adli para cezasına çevrilmesi halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip, verilemeyeceği oluşturduğundan, hükmün açıklanmasının tüm koşulları ve sonuçla¬rının değil, 5271 sayılı Yasanın uyuşmazlıkla ilgili 231. maddesinin 5, 7 ve 11. fıkralarının değerlendirilme¬sinde zorun¬luluk bulunmaktadır.
5271 sayılı CYY’nın 231. maddesinin 5. fıkrasında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına konu mahkûmiyetin, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması gerektiği vurgulanmış, ancak buradaki adli para cezasının 5237 sayılı TCY’nın 50. maddesi uyarınca, kısa süreli veya taksirli suçlardaki uzun süreli hapis cezalarına seçenek olarak çevrilen adli para cezası mı, yoksa 5237 sayılı Yasanın 52. maddesinde öngörülen adli para cezası mı olduğu yönünde bir belirlemeye yer verilmemiştir.
Anılan fıkrada belirtilen adli para cezasından ne kast edildiği, 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 7. fıkrasındaki; “Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez” şeklindeki hükmü ile;
11. fıkrasındaki; “….Ancak, mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunun değerlendirilerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşulların varlığı halinde, hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek, yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir” biçimindeki hükümlerinden yola çıkılarak belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Her iki fıkranın da açık hükümlerinden anlaşılacağı üzere, 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 5. fıkrasında kast edilen adli para cezası, seçenek yaptırım olarak hükmedilen adli para ceza olmayıp, 5237 sayılı Yasanın 52. maddesinde öngörülen ve hapis cezası ile birlikte veya yalnız hükmedilen adli para cezasıdır.
Böyle bir kabul, her iki fıkranın ve müessesenin de doğal sonucudur.
647 sayılı Yasanın 4. maddesinin 3 ve 4. fıkraları ile benzer düzenlemeleri içeren 5237 sayılı Yasanın 50. maddesinin 4 ve 5. fıkralarındaki; “Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı hâlinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir.”
“Uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adlî para cezası veya tedbirdir.” hükmünden hareketle, mademki asıl mahkûmiyet çevrilen adli para cezası veya tedbirdir, 231. maddenin 7. fıkrası uyarınca seçenek yaptırımlara çevrilemeyecek hapis cezası kısa süreli hapis cezasından ibarettir, o halde taksirli suçlardan hükmolunan iki yıldan fazla hapis cezaları da adli para cezasına çevrildiğinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına konu olabilirler şeklindeki bir yaklaşımla, seçenek yaptırımlara çevirme yasağının sadece kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar için getirildiğinin kabulü hukukun temel ilkeleri ve 231. maddenin 7 ve 11. fıkralarındaki düzenlemelere aykırı olacağı gibi yasa koyucunun amacı ile de bağdaşmaz. Zira Yasa Koyucu 7. fıkra ile açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümdeki cezanın adli para cezasına dönüştürülemeyeceği veya cezanın ertelenemeyeceğini amaçlamış olup, bu hükümle taksirli suçlar yönünden bir istisna getirmiş değildir.
Böyle bir yaklaşım müessesenin hukuki niteliğiyle de bağdaşmayacaktır. Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19.02.2008 gün ve 346-25 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğur¬mamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açık¬lanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurdu¬ğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.
Koşullu bir düşme nedeni oluşturan “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” müessesesi (mahkûmiyet, suç niteliği ve ceza miktarına ilişkin) objektif koşulların varlığı halinde, diğer kişiselleştirme hükümlerinden önce ve re’sen mahkemece değerlendirilerek, uygulanması yönünde kanaate ulaşıldığı takdirde, hiçbir isteme bağlı olmaksızın öncelikle uygulanacak, koşullarının bulunmadığı veya uygulanmaması yönünde kanaate ulaşıldığı taktirde ise diğer kişiselleştirme nedenleri değerlendirilebilecektir.
Bu kararda da açıkça belirtildiği üzere, sanık hakkında sonuç cezanın tayininden sonra, hükmolunan cezanın iki yılı veya daha az süreli hapis cezası olması veya adli para cezası olması halinde, öncelikle yasal bir zorunluluk olarak 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 5-14. fıkralarında düzenlenmiş bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının bulunup bulunmadığı, hiçbir isteme gerek kalmaksızın re’sen değerlendirilecek, olumsuz sonuca ulaşıldığı takdirde, cezanın kişiselleştirilmesine ilişkin 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddeleri ile 5237 sayılı Yasanın 50 ve 51. maddeleri yönünden bir değerlendirme yapılabilecektir.
Görüldüğü gibi, sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının henüz seçenek yaptırım olarak adli para cezasına ve tedbire çevrilmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının değerlendirilmesi zorunlu olup, ancak bu konuda olumsuz bir kanaate ulaşıldığı taktirde uygulanabilecek bir hükme dayanılarak sonuç cezanın çevrilen adli para cezası veya tedbir olduğundan hareketle taksirli suçlarda hükmolunan 2 yıldan fazla hapis cezalarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceğini kabul etmek olanaklı değildir.
Diğer yönden; 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 7 ve 11. fıkralarına aykırı olarak hükmolunan cezanın adli para cezasına çevrilmesi ve bilahare sonuç cezanın adli para cezası olduğundan bahisle, hukuka aykırı bir uygulamanın sonuçlarından sanığın ikinci kez yararlandırılması da hukuken kabul edilemez.
İlk hükümde sanık hakkında hükmolunan cezanın adli para cezasına çevrildiği dolayısıyla, hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının adli para cezası dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği yönündeki görüşün de, suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması halinde, önceki ve sonraki yasaların tüm hükümlerinin birbirine karıştırılmadan, ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre ortaya çıkan sonuçların karşılaştırılması suretiyle lehe yasanın belirlenmesi gerektiğine ilişkin 23.02.1938 gün ve 23-9 sayılı İBK karşısında kabulü olanaksızdır.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme direnme kararı isabetli olup, Özel Dairece hükmün sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verildiğinden, dosyanın sair yönlerinin incelenmesi için Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Kurul Üyesi; “sonuç ceza, çevrilen tedbir veya adli para cezası olduğuna göre, kazanılmış hak ilkesi de nazara alınmak suretiyle, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği,” gerekçeleriyle direnme hükmünün bozulması yönünde oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 01.07.2008 gün ve 224-267 sayılı kararındaki direnme nedenlerinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
2- Dosyanın, esasa ilişkin temyiz incelemesi yapılması için Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere, Yargıtay C.Başsavcı¬lığına TEVDİİNE, 17.02.2009 günü yapılan ikinci müzakerede tebliğnamedeki iste¬me aykırı olarak oyçokluğuyla karar verildi.