Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2009/150 E. 2010/1 K. 26.01.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2009/150
KARAR NO : 2010/1
KARAR TARİHİ : 26.01.2010

Tebliğname : 2008/153046
Yargıtay Dairesi : 5. Ceza Dairesi
Mahkemesi : KASTAMONU Ağır Ceza
Günü : 07.04.2008
Sayısı : 48-173
Rüşvet almak suçundan sanık M N S’nin, 5237 sayılı TCY’nın 252/1 ve 62. maddeleri uyarınca 4 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hakkında 53. maddenin uygulanmasına ve ayrıca bu maddenin 5. fıkrası uyarınca, sanığın kamu görevine ait hak ve yetkileri kötüye kullanarak atılı suçu işlediği anlaşıldığından, hükmolunan cezasının infazından sonra işlemek üzere, suçun işleniş şekli, sanığın kişiliği, ekonomik ve sosyal durumu ile gözlenen haline nazaran takdiren 5 yıl süre ile 53/1-a maddesinde yazılı haklardan yasaklanmasına ilişkin, Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesince 22.03.2007 gün ve 26-136 sayı ile verilen hükmün, sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 28.01.2008 gün ve 11465-462 sayı ile;
“Olayın başlangıcından beri rüşvet verme kastı taşımayan müştekinin, sanığın yakalanması amacıyla yaptığı anlaşmanın serbest irade ürünü olmaması nedeniyle rüşvet anlaşmasının oluşmadığı, bu nedenle, eyleminin yapmaması gereken işi yapmak için rüşvet almaya teşebbüs aşamasında kaldığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise, 07.04.2008 gün ve 48-173 sayı ile
“Sanık M.N.S.nin, ısrarla gerek beyanlarına başvurulan diğer tanıkların anlatımlarından gerekse müdahilin beyanından anlaşılacağı üzere yapmaması gereken işi yapmak amacı ile müdahilden rüşvet istediği ve müdahilin de daha öncesinde kolluğa müracaat etmeden bu istek doğrultusunda kabulde bulunduğu görülmüş olup, esasen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun değişik tarihlerdeki karar ve uygulamaları (18.04.1994 tarih, 1994/5-55 esas, 103 karar vb.) ile açık kanun hükmü nazara alındığında iki taraflı suç olan rüşvet almak suçlarında suçun oluşumu için memur olan sanık ile kendisinden rüşvet istenilen kişi arasında hukuka aykırı bir menfaatin sağlanması hususunda özgür irade ile anlaşmanın bulunması gerektiği açık olup, müdahilin sanıkla arasındaki anlaşmanın müdahilin özgür iradesine dayanmadığını kabul etmek mümkün olmadığı gibi müdahilin daha önce de diğer çalışanlardan benzer şekilde rüşvet istediği söylenen sanıkla ilgili onun yakalanması amacı ile adli kolluğa durumu bildirmiş olmasının anlaşmasının serbest irade ürünü olmadığı anlamına gelmeyeceği açıktır. Aksine düşünce tarzı rüşvet suçlarında kişilerin serbest irade ile anlaşmaları halinde bu suçların ortaya çıkmasını imkansız kılacağı gibi suç ve suçlu ile mücadelede yetersiz kalacağı da açıktır. Zaten müdahilin sanıkla yaptığı anlaşmada iradesinin cebir, tehdit, hile ve sair nedenlerle fesada uğratıldığına dair herhangi bir delil ve iddia bulunmadığı gibi 5237 sayılı TCK’nun yürürlüğe girmesinden önce Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.04.1983 gün ve 113-197 sayılı ve 04.05.1987 gün ve 600-245 sayılı kararlarına benzer birçok kararında açıkça işaret edildiği hususların 5237 sayılı TCK’nun rüşvet suçunu düzenleyen 252. maddesinde yasa hükmü haline getirildiği görülmekte olup, TCK’nun 252/(3) maddesinde yer alan ve anlaşmanın rüşvet suçunun oluşumu için yeterli olduğu ayrıca menfaatin bizzat temin edilmesinin aranmadığının anlaşılmış olması karşısında sanığın üzerine atılı suçun tamamlandığı açıktır. Zira rüşvet anlaşmasının gerçekleştirildiği an, istek veya önerinin karşı tarafça kabul edildiği dolayısıyla rızaların uyuştuğu andır. Bu anlaşmadan sonra anlaşmaya konu vaadin, taahhüdün ya da işin yerine getirilip getirilmemesi veya müdahil ya da sanığın anlaşmadan vazgeçerek adli mercilere durumu duyurması sonuca etkili değildir” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 15.06.2009 gün ve 153046 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Belediye temizlik işleri müdürü olan sanığın, aynı birimde temizlik işçisi olarak çalışan ve emekliliğine kısa bir süre kalan yakınana, belli bir miktar para vermesi karşılığında işe gelmemesini sağlayacağını söylediği, yakınanın çevresinden de sanığın para karşılığında bazı işleri yaptığını öğrenmesi üzerine, yasa dışı olan bu teklifinde ciddi olup olmadığını öğrenmek için makamına giderek konuşup, para miktarı için pazarlık yaptığı ve sanığın ciddi olarak teklif yaptığını öğrenince C.savcılığına suç duyurusu için başvurduğu, olay tarihinde de seri numaraları alınmış paraları sanığın makamına götürerek teslim ettiği ve bilahare görevlilerce söz konusu paranın sanığın makam odasında masasının üzerinde ele geçirildiği anlaşılmaktadır. Açıklanan bu oluş konusunda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, yukarıda oluş şekli açıklanan somut olayda, sanığa yüklenen rüşvet almak suçunun, tamamlandığının mı, yoksa kalkışma aşamasında mı kaldığının belirlenmesine ilişkindir.
Rüşvet suçu, 5237 sayılı TCY’nın 252. maddede düzenlenmiş olup, maddenin 3. fıkrasında “bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır” şeklinde tanımlanmıştır.
Rüşvet suçu, öğretide de açıkça vurgulandığı üzere iki taraflı bir suçtur. Bir karşılaşma suçu olduğu için, zorunlu olarak suçun işlenişine katılanlar, aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemekte, fakat farklı yönlerden hareket etmektedirler. Bu suç ile yasaklanan eylemler, rüşvet alan kamu görevlisi bakımından rüşvet alma, rüşveti veren fail bakımından ise, rüşvet vermedir. Bu nedenle de yararı sağlayan veya bu yolda anlaşmaya varan (vaadde bulunan) kişi ile kamu görevlisi arasında, serbest iradeye dayalı bir “rüşvet anlaşması” bulunmaktadır. (Prof. Dr. Mehmet Emin Artuk – Prof. Dr. Ahmet Gökcen – Yrd. Doç. Dr. A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 7. Bası, sh.699 vd.; Prof. Dr. Durmuş Tezcan – Doç. Dr. Mustafa Ruhan Erdem – Yrd. Doç. Dr. R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 6. Bası. Sh.810 vd.)
Bu bağlamda, uyuşmazlık konusunun çözümündeki önemi de nazara alındığında, rüşvet anlaşması konusunun incelenmesinde yarar vardır.
Gerek Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairenin yerleşmiş kararlarında, gerekse öğretide ağırlıklı bir görüş olarak kabul gördüğü üzere, kamu görevlisinin, görev alanına giren, yapmaması gereken bir işin yapılması veya yapması gereken bir işin yapılmaması karşılığında, fertle arasında, haksız yararın sağlanması hususunda rızalarının tam olarak uyuşması ile rüşvet anlaşması gerçekleşmiş olur. Teklif veya önerinin fert veya kamu görevlisinden gelmesinin önemi bulunmamakla birlikte, rüşvet veren ve alanın aynı amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak, kamu görevlisi tarafından ferde veya fert tarafından kamu görevlisine doğrudan veya örtülü bir istek veya önerinin yapılması ve bunun da karşı tarafça kabul edilmesi gerekir. Böyle bir anlaşmanın varlığının kabulü için, anlaşmaya ilişkin rızalar özgür irade ürünü olmalı, başka deyişle, cebir, tehdit, hile ve sair nedenlerle fesada uğratılmamış bulunmalıdır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 252. maddesinin 3. fıkrasındaki tanımlamadan hareketle, rüşvet suçları, rüşvet anlaşmasının yapıldığı veya rüşvetin alındığı anda tamamlanmış olur. Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, bu suç kalkışmaya (teşebbüse) elverişli bir suçtur.
Kalkışma (teşebbüs) ise, 5237 sayılı TCY’nın 35. maddesinde; “Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” şeklinde tanımlanmıştır.
Bu tanıma göre, bir suça kalkışmadan söz edilebilmesi için, işlenmesi kast edilen suç açısından elverişli bulunan hareketlerle icra hareketlerine başlanması, ancak elde olmayan nedenlerle hareketlerin tamamlanamamış veya neticeye ulaşılamamış olması gerekmektedir.
Rüşvet suçu bakımından da kalkışma hükümlerinin uygulanabilmesi için, yukarıda açıklanan yasal tanımındaki hareketlerin icrasına başlanılmış olması, diğer bir anlatımla suçun oluşumunu sağlayacak yakınlık ve bağlantı içindeki hareketlerin yapılması, “doğrudan doğruya icraya başlanılmış” olması gerekir.
Uyuşmazlık konusu bakımından, rüşvet alma suçuna kalkışma değerlendirildiğinde ise;
Kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak rüşvet suçunu meydana getirmeye elverişli, bu suçla bağlantı ve yakınlık içindeki hareketleri yapması, ancak bu suretle yarar sağlama isteği fert tarafından kabul edilmeyerek geri çevrilmesi veya kamu görevlisinin rüşvet teklif veya önerisini kabul veya bu yönde yarar sağlama niyetinde olmayan ferdin onu atlatmak veya suçun ve maddi kanıtlarının ortaya çıkartılması amacıyla kabul etmiş gibi görünmesi (görünüşteki rıza-dış rıza) halinde, taraflar arasında özgür iradeleri ile yapılmış bir rüşvet anlaşmasından söz edilemeyeceği cihetle, rüşvet almaya kalkışma söz konusu olacaktır.
Nitekim öğretide de bu görüş kabul görmüş, rüşvet alma suçu yönünden, kamu görevlisinin rüşvet talep etmesine karşılık, ferdin, kamu görevlisini yakalatmak için onunla anlaşmış görünmesi durumunda, suç tipini düzenleyen maddenin aradığı anlamda bir rüşvet anlaşması olmadığından, rüşvet suçunun alan açısından kalkışma derecesinde kalacağı, çünkü bu halde icra hareketlerinin, failin elinde olmayan engel nedenler yüzünden tamamlanamadığı kabul edilmiştir. (Prof. Dr. Mehmet Emin Artuk – Prof. Dr. Ahmet Gökcen – Yrd. Doç. Dr. A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 7. Bası, sh. 720-731)
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Kamu görevlisi olan sanığın, hakkında rüşvet aldığı yolunda yaygın söylentilerin bulunduğu, yakınana da yapmaması gereken bir işte kolaylık sağlayacağını söyleyerek yarar sağlamak istediği, olayın başlangıcından itibaren rüşvet vermek niyetinde olmayan yakınanın, sanık ile arasında geçen konuşmaları cep telefonunun hafızasına kaydettiği ve rüşvet teklifini, sanığı yakalatmak ve suçun maddi kanıtlarını ortaya çıkartmak amacıyla kabul etmiş gibi göründüğü, bu haliyle taraflar arasında özgür iradeye dayalı bir rüşvet anlaşmasının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda sanık, rüşvet alma suçunun icra hareketlerine doğrudan doğruya başlamış, ancak elinde olmayan engel neden yüzünden tamamlayamamıştır. O halde sanığın eyleminin, rüşvet almaya kalkışma aşamasında kaldığının kabulü zorunludur.
Bu itibarla yerel mahkemece, dosyada mevcut kanıtların yanlış değerlendirilmesi sonucunda suçun tamamlandığının kabul edilmesi isabetsiz olup, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesinin 07.04.2008 gün ve 48-173 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.01.2010 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliğiyle karar verildi.