Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2008/95 E. 2008/195 K. 15.07.2008 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/95
KARAR NO : 2008/195
KARAR TARİHİ : 15.07.2008

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Günü : 07.02.2006
Sayısı : 1801-32

Sanığın taksirle insan öldürme suçundan 5237 sayılı TCY’nın 85/1, 62/2 maddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, aynı Yasanın 53/6 maddesi gereğince sürücü belgesinin bir yıl süreyle geri alınmasına ilişkin Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 07.02.2006 gün ve 1801-32 sayılı hüküm,
Sanık müdafii, katılanlar ile katılma istemi reddedilen…. vekili tarafından, diğer nedenlerin yanı sıra,…. ….’ın katılma talebinin reddedilmesinin isabetsiz olduğu gerek¬çesiyle temyiz edilmekle,
Dosyayı İnceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 04.03.2008 gün ve 5003-1305 sayı ile;
“Ölen …’ın gayrı resmi eşi olan şikayetçi…. ….’ın suçtan doğru¬dan zarar gördüğü gözetilmeden katılma talebinin reddine karar verilmesi” isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmuştur.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 18.04.2008 gün ve 84188 sayı ile;
“23.11.2005 tarihinde meydana gelen kaza sonrasında ölen … dosyada mevcut aile nüfus kayıt tablosuna göre bekârdır. Dosyaya ibraz edilen 18 Aralık 2005 tarihli muhtarlık ilmuhaberi, ölen … ile…. …. arasında düğün yapıldığına ilişkin olup taraflar arasında resmi nikâh işleminin yapılmadığı anlaşılmaktadır.
İtirazın konusu gayrı resmi eş olan…. ….’ın, …’ın ölümü ile sonuçlanan olay nedeniyle açılan kamu davasına katılıp katılamayacağına ilişkindir.
Bunun için öncelikle katılma ile ilgili olarak yasal düzenlemelere baktığımızda;
Katılma ile ilgili hükümler, 5271 Sayılı CMK’nun 237 ve devamı maddelerinde yer almıştır. Maddenin 1.fıkrası kimlerin kamu davasına katılabileceğini düzenlemiştir. Buna göre “Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar…..şikayetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.”
1412 Sayılı CMUK’nun 365 ve devamı maddelerinde de müdahillik ile ilgili düzenlemeler yer almıştır. 1412 Sayılı CMUK’nun 365.maddesinde “Suçtan zarar gören her şahıs, tahkikatın her halinde müdahale yolu ile kamu davasına iltihak edebilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Her iki yasanın karşılaştırılmasında tek farklılık 5271 SY’nın 237. maddesindeki malen sorumlu olanların katılmasına olanak veren hükümdür. Onun dışında suçtan zarar gören deyi¬minin olayın mağdurunu da kapsadığı gözetildiğinde farklı bir düzenlemeye gidilmediği anlaşıl¬maktadır.
Olayımızda suçun mağduru ölen …’dır, zira yaşama hak ve yararının sahibi odur.
Suçtan zarar görmek kavramı ise yasada açıklanmamıştır. Ancak, gerek Ceza Genel Kurulunun, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında kamu davasına katılan sıfatını alabilmenin en önemli koşulu olarak suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş olma hali aran¬mıştır. Dolaylı zararlar nedeniyle kamu davasına katılmanın olanaksız olduğu kabul edilmiştir. O halde suçtan doğrudan doğruya zarar görmeyen kişi kamu davasına katılamayacağı gibi, yasa yollarına başvurma hak ve yetkisi de bulunmayacaktır. Yargıtay CGK 26.09.2000 gün ve 10/156-164 sayılı, YCGK’nun 11.04.2000 tarih 4/65-69 ve 01.06.1999 tarih 6/111-143 sayılı kararları bu doğrultudadır.
Konu ile ilgisi bakımından 5271 Sayılı CMK’nun 243.maddesinin incelenmesinde ise;
“Madde 243-Katılan vazgeçerse veya ölürse katılma hükümsüz kalır. Mirasçılar, katılanın haklarını takip etmek üzere davaya katılabilirler.”
YCGK’nun 05.03.2002 tarih ve 6-56/181 sayılı kararından ve 11.CD.28.02.2006 tarih 4345/1427 sayılı kararlarından da anlaşılacağı gibi, katılma isteğinde bulunma hakkı olanların katılan sıfatını kazandıktan sonra ölmeleri halinde katılma kararı hükümsüz olur ve mirasçıla¬rının katılanın haklarını takip etmek üzere davaya katılma olanağı doğar. Bu kararlardan ve yasa metninden de anlaşılacağı üzere katılanın ölümü üzerine katılma hakkının doğması için mirasçı olma şartı aranmıştır.
Yargıtay 1.Ceza Dairesinin 15.11.1994 tarih 3606/3878 sayılı kararında, “Müdahil G.A., suç tarihinden önce maktulden boşanması nedeniyle kendi adına davaya müdahil olamayaca¬ğından, adı geçen müdahilin temyiz isteminin CMUK’nun 317.maddesi gereğince reddine” karar verilmiştir. Yine 6.C.D.nin 16.10.1995 tarih ve 10271/20354 sayılı kararında, “Boşandığı eşinin mirasçısı olmayan ve suçtan doğrudan zarar görmesi de söz konusu bulunmayan N.G’nin müdahilliğine karar verilmesi”ni usul ve yasaya aykırı kabul etmiştir.
Olayımızda katılma talebinde bulunan…. …. olayın mağduru değildir. Ayrıca, ölenin gayri resmi eşi olması nedeniyle Medeni Kanuna göre mirasçı sıfatı bulunmadığı gibi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararları ve Özel Daire kararları birlikte değerlendirildiğinde, suçtan doğrudan doğruya zarar gördüğünü kabul etmek te olanaklı değildir. Bu itibarla, adı geçen…. ….’ın açılan kamu davasına katılmasına da yasal olanak yoktur ve yerel mahkemenin katılma talebinin reddine ilişkin kararı usul ve yasaya uygundur.
Temyize ilişkin hükümlerin incelenmesinde;
5271 Sayılı CMK’nun 262.maddesinde ise sanığın eşinin kanun yollarına başvurabileceği kabul edilmiştir. Bu madde ile sanığın eşine tanınan temyiz yetkisi katılanın eşi yönünden kabul edilmemiştir. Maddedeki eşin de resmi nikahlı eş olduğundan şüphe yoktur.
5271 Sayılı CMK’nun 260/1.maddesinde “Hakim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.” hükmü yer almıştır.
CMK’nun 260/1.maddesinde katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görenlerin kanun yoluna başvurabileceği kabul edilmiş olup, şikayetçi…. ….’ın suçtan doğrudan zarar gördüğü kabul edilmediğinden yerel mahkemece katılma talebinin reddine ilişkin karar usul ve yasaya uygun olmakla şikayetçi vekilinin hükmü temyize yetkisi de bulunmadığından temyiz talebinin 1412 Sayılı CMUK’nun 317.maddesince reddi gerekmektedir.” görüşüyle itiraz yasayoluna başvurularak, Özel Daire kararının kaldırılarak, Yerel Mahkeme hükmünün diğer yönlerden incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.
Dosya, Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlen¬dirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, evlilik hazırlığında bulunduğu kişinin ölmesi halinde nişanlı statüsünde bulanan…. ….’ın, suçtan doğrudan zarar görüp görmediği ve dolayısıyla kamu davasına müdahil olarak katılıp katılamayacağının belirlenmesine ilişkindir.
1- 5271 sayılı CYY’nın 237 maddesinin 1. fıkrasında; “Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar…..şikayetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.” hükmü ile kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunanlar üç grup halinde belirtilmiştir. Anılan düzenleme, 1412 sayılı CYUY’nın 365. maddesindeki, “suçtan zarar görenler, soruşturmanın her aşamasında kamu davasına müdahale yolu ile katılabilirler” hükmü ile paralellik arzetmekte olup, yeni hükme, önceki yasada yer almayan malen sorumlu ve dar anlamda suçtan zarar göreni ifade eden mağdur eklenmiş, bu şekilde madde, öğreti ve uygula¬madaki görüşlere uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir..
Gerek 5271 sayılı Yasada, gerekse 1412 sayılı Yasada, suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, müdahaleye yetkisi bulunan kişinin “suçtan zarar görmesi” koşulu aranmış, ancak “suçtan zarar gören” ve “mağdur” kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi zararın maddi ya da manevi olduğu hususu ayrıma tabi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır. Bu nedenle konuya açıklık kazandırılırken öğretideki görüşlerden de yararlanılarak, maddede katılma yetkisi kabul edilen, “mağdur”, “suçtan zarar gören” ve “malen sorumlu olan” kavramlarının, kamu davasına katılma hususundaki uygulamaya ışık tutacak biçimde tanımlanması gerekmektedir.
Malen sorumlu; işlenmiş olan suçun hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddî ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir.
Mağdur; dar anlamda suçtan zarar gören, suçun maddi unsuruna muhatap olan ve bu nedenle suçla korunan hukuki yararı zedelenen kişiyi ifade etmektedir. (Öztürk-Erdem, Ceza Muhakemesi Hukuku sh. 317 vd.; Özbek, Ceza Muhakemesi Hukuku, sh. 235)
Bu şekilde malen sorumlu ve mağdur (dar anlamda suçtan zarar gören) kavramları açıklandıktan sonra, katılmanın kapsamını belirlemek için suçtan zarar gören kavramı ve kapsamının belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Suçtan zarar gören fert, ceza davası üzerinde, davaya müdahalenin dışındaki başka hususlarda da etkilidir. Bir çok hallerde ferdin rızasının olmaması bir suç unsurudur. (5237 sayılı TCY 99/1, 116/1 ve 141. md) Bu gibi hallerde zarar gören fert razı olmuş ise, suç meydana gelmeyeceğinden, ceza davası söz konusu olamayacaktır. Bazı hallerde ise suçtan zarar görenin şikâyeti soruşturma ve dolayısıyla kovuşturma için şart koşulmuştur.
Yasalarımızda, bazen “mağdur” ( 5271 sayılı CYY 12 ve 237 md, 5237 sayılı TCY 86/2, 131 md), bazen “suçtan zarar gören kişi” (5271 sayılı 237 md., 5237 sayılı TCY 73.md), denilen zarar gören ferde aktif veya pasif süje olarak haklar tanınır, ödevler verilirken, her hak ve ödevde yasa koyucunun farklı ölçü ile hareket etmesi mümkündür. Örneğin şikayet hakkı tayin edilirken başka, kamu davasına katılma hakkı tayin edilirken başka ölçü tutulmuş olabilir. Dolayısıyla “suçtan zarar gören” terimi ihtiyaca göre yorumlanmalıdır. Örneğin; hâkimlerin objektifliğini en iyi biçimde sağlayabilmek amacı, hâkimin davaya bakamayacağı halleri düzenleyen CYY’nın 22. maddesinde geçen “suçtan kendisi zarar görmüşse” terimini en geniş biçimde yorumlanmayı gerektirir. (Kunter-Yenisey-Nuhoğlu Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. Bası, s.361)
Kamu davasına katılma ile ilgili olarak suçtan zarar gören kavramının kapsamı konu-sunda ise öğretide farklı görüşler vardır. Bir görüş, suçun maddi unsuru ile korunan hukuki çıkarı zedelenen kişiyi suçtan zarar gören olarak kabul etmektedir. Bu düşünceye göre, fiilin hareket kısmı hangi kişiye yönelmiş ve sonuçlar hangi kişi üzerinde doğmuş ise, o kişi suçtan zarar gören olur. Bu düşünce mutlak olarak alındığı takdirde, bazı fiillerdeki durumları açıklayamamaktadır. Örneğin adam öldürme fiilinde hareketin yöneldiği ve yaşama hakkına son verilen kişi, öldürülendir.
Bu alandaki bir başka görüş ise, iddia edilen fiil ile haklı çıkarı zedelenen kişiye zarar gören kişi niteliğini tanıyan görüştür. Bu görüş yanlıları, iddia edilen ve cezalandırılması istenen fiille haklı bir çıkarı zedelenen kişinin, o suçun koğuşturulması konusundaki isteğini, o suçun o kişide yarattığı tatmin edilme gereksinmesini esas almakta, suçun o kişi üzerinde yarattığı psikolojik etkiyi göz önünde tutmaktadır. Buna göre, sanığın suçlandığı fiil ile o suçtan etkilenen kişinin psikolojik durumu değerlendirilmekte, fiilin o kişinin haklı sayılabilecek bir çıkarını zedelediği belirlendiğinde ve o kişinin fiilin yargılanmasında aktif ve etkin bir rol oynaması haklı görüldüğünde, bu kişiye suçtan zarar gören niteliği tanınmakta, aksi sonuca varıldığında suçtan zarar gören süjeliği reddedilmektedir.
Gerçekten, fiille haklı çıkarı zedelenme ve fiilin kişi üzerinde yarattığı psikolojik etki öğelerine dayanan bu ölçüt, adam öldürme suçlarında, ölenin yakınlarının koğuşturma ve cezalandırma isteklerini cevaplandırabilecektir. Ancak bu anlayışta da matematik bir kesinlik yoktur. Zira haklı çıkar ve cezalandırma istemek için gerekli psikolojik durum kavramları bu kesinlikten yoksundur.
Görüldüğü üzere, öğretide davaya müdahale ile ilgili olarak “suçtan zarar gören” kav-ramının sınırları saptanırken, kesinlik taşıyan bir ölçüte ulaşılamamış, ancak yargıca yol gösterici nitelikte bazı ilkeler ortaya konulmuştur. O halde, bu sınırları belirlerken yargıcın, “haklı çıkar” ve “cezalandırma konularındaki psikolojik durumu” iyi değerlendirmesi gerek¬mektedir. (Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 12.Bası, s.211 vd.)
Çeşitli yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere yargıç, bir olayda suçtan zarar göreni belirlerken, sanığa yüklenilen ve cezalandırılması istenilen fiille haklı bir çıkarı zedelenen kişinin ceza koğuşturması konusundaki isteğini göz önünde tutmak ve bu haklı görüldüğünde kişiye suçtan zarar görme niteliği tanımak durumundadır. (CGK.nun 29.6.1992 gün ve 176-201, 11.4.2000 gün ve 64-69 sayılı kararları)
Görüldüğü gibi, gerek yargısal kararlarda gerekse öğretide, katılma için aranan ve yargıcın değerlendirmesi gereken keyfiyet, “haklı çıkarın zedelenmesi” ve “cezalandırma konularındaki psikolojik durum”dur. Bu kapsamda, 5271 sayılı CYY’nın 243. maddesindeki; Katılanın ölmesi halinde, mirasçıların katılanın haklarını takip etmek üzere davaya katıla¬bilecekleri yönündeki hüküm, davaya katılma hakkının sınırlarını belirlemekle ilgili bulun¬mayıp, şahsa sıkı sıkıya bağlı bulunan katılma hakkının, katılanın ölmesi halinde mirasçılara intikal edeceğine ilişkindir. Bu itibarla katılan sıfatını alabilmek için mirasçılık sıfatının bulunması gerektiğine ilişkin kabulün yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.
İnceleme konusu somut olayda;
…’ın, 22.11.2005 tarihinde vuku bulan trafik kazasında hayatını kaybetmesi nedeniyle, sanık … hakkında açılan kamu davasında, ölenden bebek bekleyen…. ….’ın suçtan zarar gördüğünden bahisle vekilince katılma isteminde bulunulmuş, Yerel Mahkemece, diğer başvuranların katılma istemleriyle ilgili olarak 22.l2.2005 tarihli oturumda olumlu karar verildiği halde,…. ….’ın istemiyle ilgili bir karar verilmemiş, istemde bulunan vekili bu kez 16.01.2006 tarihli dilekçe ile…. …. ile …’ın nişan ve düğün törenlerinin yapıldığını, resmi nikah hazırlığında iken bu kazanın meydana geldiğini,…. ….’ın hamile olduğunu, doğacak çocuğun babasının ölümü ve nişanlılık hukuku nedeniyle suçtan zarar gören olarak kendisi ve doğacak çocuğu için davaya katılma isteğini yinelemiş, 21.08.2005 tarihinde nişan ve düğün törenine ait davetiye, örf ve adetlere göre 21.08.2005 tarihinde düğün yaptıkları ve evlenmek üzere muhtarlıktan izin aldıkları, resmi nikah yapmak üzere iken …’ın öldüğüne ilişkin Çiğdemtepe Muhtarlığınca düzenlenip, iki tanık tarafından da imzalanan tutanak, …’ın ölüm tarihi itibariyle…. ….’ın 6-7 haftalık hamile olduğuna ilişkin Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji uzmanınca düzenlenmiş 21.12.2005 tarihli raporu dosyaya ibraz etmiş, sunulan nüfus aile kayıt tablolarından da evlenmelerine yasal bir engel bulunmadığı saptanmıştır.
Yukarıda belirtilen bilgi ve belgelerden de anlaşılacağı üzere, katılma isteminde bulunan…. …. ile … geleneksel evlilik törenini yapıp, resmi nikah hazırlığında iken 22.11.2005 tarihinde meydana gelen kazada … ölmüştür. Bu somut olayda nişanlılık evresinde nişanlısı ölen ve ondan bebek bekleyen…. ….’ın olay nedeniyle, evlilik hazırlığında bulunduğu müstakbel eşini kaybetmesinde haklı bir çıkarının zedelendiği, hukuken korunması gereken ciddi bir üzüntüye düştüğü ve bu olaya neden olan sanığın cezalandırılması yönünde psikolojik bir beklenti içine girdiği tartışmasız kabulü gereken bir olgudur. İster haklı çıkar ölçütü, isterse psikolojik faktörler ölçütü nazar alınsın,…. …., müteveffa ile arasında varolan ve hukuken koruma altında bulunan nişanlılık statüsü gereğince bu suçtan doğrudan zarar görmüş bulunduğundan, suçtan zarar gören sıfatıyla kamu davasına katılmasına yasal bir engel bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığının istemde bulunan…. ….’ın, suçtan doğrudan zarar görmediği, dolayısıyla katılan sıfatını alamayacağı yönündeki itiraz nedeni yerinde değildir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi O. Koçak; “Birlikte yaşadığı kişinin taksirle ölmesi sonucu sanık hakkında açılan davaya müdahil olmak isteyen…. ….’ın katılma talebi reddedilmekle yapılan temyiz sonucu Yargıtay ilgili dairesince gayri resmi eşin suçtan doğrudan zarar görmesi nedeniyle müdahale hakkı olduğundan hükmün bozulmasına karar verilmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da gayri resmi eşin doğrudan zarar görmediğini bu nedenle de müdahil olamayacağından bahisle daire kararına itiraz etmiştir.
Kanaatimizce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı doğrudur. Yargıtay’ın müstekar içtihatlarında görüldüğü üzere bir kimsenin müdahilliğinin kabulü için vukua gelen olaydan dolayı doğrudan zarar görmesi gerekir. Aralarında resmi ilişki olmayan birlikte yaşayan kişilerin başına gelen bir olaydan dolayı doğrudan zarar görmesi düşünülemez. Aksine bir düşünce gayri resmi evliliklere hukukilik tanımak olur. Bu da laik hukuk sistemi¬mize dolayısıyla da Medeni Kanunumuza göre tasvip edilemez.
Gayri resmi yaşayanların birbirlerinden miras almaları da mümkün değildir. Bu nedenle de maddi tazminat olarak bir talepte bulunmaları söz konusu olamaz. Manevi zarar yönü ise müdahale hakkı vermez. Aksi halde ölen kişinin ölümü nedeniyle üzülen herkese (amcaya, dayıya, teyzeye, halaya, kuzene, arkadaşlara, metreslere) müdahale hakkı tanımak gerekir.
İzah edilen nedenlerle gayri resmi eşin asaleten müdahillik hakkı olmadığından itirazın kabulü gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun kararına katılmıyorum”
Görüşüyle,
Diğer altı Kurul Üyesi ise, “suçtan doğrudan zarar gören sıfatı bulunmayan…. ….’ın katılma hak ve yetkisi bulunmadığı,”
Gerekçesiyle,
İtirazın kabulü yönünde oy kullanmışlardır.
2- Konunun bu tarzda çözüme kavuşturulması ve nişanlının kamu davasına katılma hakkının olduğunu kabulden sonra çözümlenecek bir başka usuli mesele katılma kararına Özel Dairenin karar verebilmesinin olanaklı olup olmadığı ve olanaklı ise nasıl bir yöntem izleneceğidir.
5271 sayılı CYY’nın 260. maddesinde, katılma isteği reddedilmiş veya karara bağlan¬mamış olanların yasayollarına başvuru hakkı bulunduğu belirtilerek, böyle bir başvuru halinde, ilk derece mahkemelerince karara bağlanmamış veya reddolunmuş katılma istemlerinin yasayolu başvurusunda açıkça belirtilmiş olmak koşuluyla incelenip karara bağlanacağı belirtilmiş bulunduğundan ve katılma istemi reddedilen…. …. vekili tarafından, diğer nedenlerin yanı sıra,…. ….’ın katılma talebinin reddedilmesinin de isabetsiz olduğu gerekçesiyle hüküm temyiz edilmiş olduğundan katılma usulü ve karar verecek mercilerin belirlenmesi, dolayısıyla Özel Dairece katılma istemi konusunda karar verilmek üzere hükmün bozulmasının isabetli bulunup bulunmadığının da değerlendirilmesi zarureti doğmuştur.
İlk derece mahkemelerinde, kovuşturma aşamasında hüküm verilinceye kadar, suçtan zarar gören, mağdur veya malen sorumlu olanlar, mahkemesine bir dilekçe vermek veya katılma istemini içeren sözlü başvurularının tutanağa geçirilmesi suretiyle kamu davasına katılabilirler.
Yasayolu yargılamasında, katılma isteminde bulunulması olanaklı değil ise de, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri yasayolu başvurusunda açıkça belirtilmiş ise inceleme merciince 5271 sayılı CYY’nın 237/2. maddesi uyarınca incelenip karara bağlanabilmektedir.
Tasarıda, ilk derece mahkemesince red olunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin istinaf yolu başvurusunda açıkça belirtilmek koşuluyla karara bağlanacağı belirtilmiş ise de, Tasarının 249. maddesinin 2. fıkrasındaki, “Bölge Adliye Mahkemesi” ve “istinaf” ibareleri “Kanun yolu” şeklinde değiştirilerek 237 nci madde bütünlüğü altında kabul edilmiş bulunduğundan, yasayolu ibaresinin temyiz incelemesini de kapsadığını kabul etmekte zorunluluk bulunmaktadır.
Bir an için CYY’nın 238. maddesindeki katılmaya ilişkin merasimin Yargıtay’ca yerine getirilmesinin olanaksızlığı nedeniyle, katılma isteminin Yargıtay tarafından karara bağlanamayacağı ileri sürülebilir ise de, 238. madde usulüne uygun bir katılma istemi üzerine ilk derece mahkemesince yapılması gereken işlemleri belirtmekte olup, anılan Yasanın 237. maddesinin 2. fıkrasındaki istisnai durumu kapsamamaktadır. 237/2. maddesi hükmünün katılma istemleri hakkında özel bir düzenleme getirdiği, usul tasarrufu amacı güttüğü ve 238. maddede öngörülen genel statüye üst derece mahkemelerinde özel bir istisna oluşturduğu nazara alındığında, Yargıtayca katılma istemi konusunda, temyiz incelemesi aşamasında herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadan karar verilmesinin olanaklı bulunduğu ahvalde öncelikle dairesince karar verilmeli, makul surede yargılanma ilkesi hayata geçirilmeli, araştırma zorunluluğunun doğduğu ahvalde ise bu husus bozma nedeni yapılarak sorun çözümlenmelidir.
Merciince verilecek katılma isteminin kabulü kararından sonra, katılma istemi reddedilen veya karara bağlanmamış sıfatıyla hükmü temyiz edenlerin, temyiz nedenlerini esas alacak biçimde Yargıtay C.Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi gerekeceği ve bu ek tebliğnamenin de 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca yürürlüğü devam eden CYUY’nın 316/3. maddesince ilgili taraflara tebliği gerekeceği tabiidir.
Döndü …. vekilince temyiz isteminin reddine karar verilmesi hususu da açıkça temyiz konusu yapılmış bulunduğundan, bu konudaki istem hakkında karar verilmesi için herhangi bir araştırma ve incelemenin gerekmediği, suçtan zarar gördüğü yönünde herhangi bir kuşkunun da bulunmadığı bu somut olayda, Özel Dairece katılma istemi konusunda karar verilerek dosyanın diğer yönlerinin incelenmesi gerekirken, sair yönleri incelenmeksizin katılma istemi yönünden karar verilmek üzere bozma kararı verilmesi isabetsiz olup, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının bu nedenle kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C. Başsavcılığının…. ….’ın suçtan doğrudan zarar görmediğine ve dolayısıyla müdahil sıfatıyla yargılamaya katılamayacağına ilişkin İTİRAZ NEDENİNİN YERİNDE OLMADIĞINA,
2- Katılma istemi konusunda Özel Dairecede karar verilmesi olanaklı bulunduğundan, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının bu DEĞİŞİK GEREKÇE İLE KABULÜNE,
3- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 04.03.2008 gün ve 5003-1305 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
4- Dosyanın katılma istemi konusunda karar verilmek ve sair temyiz nedenleri incelenmek üzere Özel Dairesine gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 08.07.2008 tarihli ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 15.07.2008 tarihinde yapılan ikinci müzakerede, nişanlının katılma hakkına ilişkin itiraz nedeni yönünden oyçokluğuyla, katılma isteminin Dairesince karara bağlanması konusunda ise oybirliğiyle karar verildi.