Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2008/45 E. 2008/48 K. 11.03.2008 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/45
KARAR NO : 2008/48
KARAR TARİHİ : 11.03.2008

İtirazname : 88932
Yargıtay Dairesi : 7. Ceza Dairesi
Mahkemesi : BURHANİYE Asliye Ceza
Günü : 21.06.2005
Sayısı : 154-368
M.. Y..’ın defter ve belgeleri ibraz etmemek suçundan 213 sayılı Yasanın 359/a-2, 765 sayılı TCY.nın 59/2. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, bu cezasının günlüğü 37.037.000 liradan olmak üzere 5.855.550.000 lira ağır para cezasına çevrilmesine ve 647 sayılı Yasanın 5. maddesi uyarınca birer ay ara ile 24 eşit taksitte tahsiline ilişkin Burhaniye Asliye Ceza Mahkemesince 30.11.2004 gün ve 154-368 sayı ile verilen hükmün, yasa yollarına başvurul¬maması üzerine kesinleşmesinden sonra 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının yürürlüğe girmesi nedeniyle Burhaniye C.Başsavcılığınca lehe yasa uyarlaması için talepte bulunulması üzerine, dosya üzerinde inceleme yapan Yerel Mahkeme 21.06.2005 gün ve 154-368 sayı ile;
“Hükümlü hakkında 213 sayılı Yasanın 359/a-2 maddesinin uygulandığı, 765 sayılı TCK. 59. maddesi gereğince hükümlü hakkında takdiri indirim nedeninin uygulandığı, 5237 sayılı Yasada takdiri indirim nedeninin 62. maddede düzenlendiği ve indirim oranının 765 sayılı Yasadaki indirim oranı ile aynı olduğu, her ne kadar 5237 sayılı Yasanın 52/2. fıkrasında adli para cezası en az 20 ve en fazla 100 YTL olarak belirlenmiş ise de hükümlü hakkında uygulanan hapis cezasının paraya çevrilmesinde hesaplanan günlük para cezası miktarı 213 sayılı Vergi Usul Kanunda özel olarak belirlenmiş bulunduğundan bu nedenle hükümlü hakkında 5237 sayılı Yasanın paraya çevrilme yönünden lehe olan hükmü uygulanamayacağından önceki hükmün aynen infazına karar vermek gerekmiştir.
5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 9/1. maddesinin kesinleşmiş hükümler ile ilgili olarak TCK.nun lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde duruşma yapılmaksızın karar verileceği belirtildiğinden bu hüküm gereğince hükümlü hakkında duruşma yapılmaksızın C.savcılığından görüşü alınarak uygulama yapılmış, yine aynı Yasanın 5. maddesi gereğince ağır para cezaları adli para cezasına dönüştürüldüğünden hükümlü hakkında verilen ağır para cezası, adli para cezasına dönüştürülmüştür” gerekçesiyle önceki hükmün aynen infazına, hükümlü hakkındaki cezanın 5.850 YTL adli para cezasına dönüştürülmesine karar vermiştir.
Burhaniye C.Savcısının yasal süresi içinde verdiği dilekçe ile karara itiraz etmesi üzerine, Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesince 29.06.2005 gün ve 2005/1049 müt. sayı ile; lehe yasa değerlen¬dirilmesine ilişkin kararın temyizi kabil bir karar olduğundan bahisle karar verilmesine yer olmadığına, dosyanın temyiz incelemesi yapılması için Yargıtay’a gönderilmek üzere Patnos Asliye Ceza Mahkemesine iadesine karar verilmiştir.
Dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtay’a gönderilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 26.12.2007 gün ve 7161-11675 sayı ile;
“22.01.1962 gün ve 2/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi, suç tarihinde yürürlükte bulunan CMUK.nun 293. maddesinde ve suç tarihinden sonra yürürlüğe giren CMK.nun 264.maddesinde düzenlenen kanun yollarına başvuru sırasında yapılan yanlışlığın Cumhuriyet Savcılarını kapsamadığı cihetle, uyarlama kararına karşı itiraz kanun yoluna başvurmuş olması nedeniyle dosyanın incelenmeksizin mahalline iade edilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine” oyçokluğu ile karar verilmiş;
Daire Üyelerinden O. K.. ise; “5271 sayılı yasanın 264/1. maddesinde kanun yolunun belirlenmesinde kimlerin yararlanacağı konusunda bir ayırım yapılmadığı gibi yasanın gerekçesinde yanılmadan Cumhuriyet Savcılarının da yararlanacağı açık bir şekilde belirtilmiştir.
Yasa değişikliğinden önceki İçtihadı Birleştirme Kararı artık bağlayıcılığını yitirmiştir.
İzah edilen nedenlerle Cumhuriyet Savcısının itiraz mahiyetindeki başvurusu temyiz başvurusu olarak değerlendirilip buna göre temyiz davasının sonuçlandırılması yerine çoğunluğun verdiği tevdii kararına katılmıyorum.” gerekçesiyle karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 13.02.2008 gün ve 88932 sayı ile;
“1412 s.Y.nın 293. maddesi ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 22.01.1962 tarih ve 2/1 sayılı kararında, Cumhuriyet Savcılarının hukuksal bilgileri nedeniyle yasa yolunda veya merciinde yanılgıya düşecekleri kabul edilmemişti.
Ancak yürürlükteki 5271 sayılı CMK’ya göre Cumhuriyet Savcılarının yoğun ve ağır iş yükü altında bulunmaları ve kanun yolu başvurularının toplum yararına, toplumun hukukunu bozan bir durumun düzeltilmesini sağlama amacına yönelik olduğu da düşünülerek ve bu konuda sınırlama koyan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 22.01.1962 tarih ve 2/1 sayılı kararını aşmak üzere anılan Yasanın 264. maddesiyle, kanun yolunun belirlenmesinde diğer başvuru hakkı olanlardan ayrık tutulmamışlar ve yanılgıya düşebilecekleri yasa koyucu tarafından da öngörülmüştür. Bu nedenle Cumhuriyet Savcılarının kanun yolunda ve merciinde yanılgıya düşmesi halinde başvuruları geçerli sayılır ve görevli veya yetkili olan mercie gönderilir. Nitekim Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 28.03.2006 tarih ve 2006/6-63 Esas, 2006/60 Karar sayılı ile 17.07.2007 gün ve 2007/6-165 Esas, 2007/169 Karar sayılı kararları da bu yöndedir.
Açıklanan düşüncelerin ışığında, somut olayda Burhaniye Cumhuriyet Başsavcılığının, Burhaniye Asliye Ceza Mahkemesinin 21.06.2005 gün ve 2003/154 E, 2004/368 K sayılı Ek-kararına yönelik kanun yolunda ve merciinde hataya düşmesinin mümkün olduğunun kabulü ile bu başvuruya göre temyiz incelemesinin yapılarak bir karar verilmesi yerine Cumhuriyet Savcısının kanun yolunda hatasının korunamayacağı gerekçesi ile dosyanın mahalline iadesine karar verilmesi yasaya aykırıdır.” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Hükümlü M.. Y..’ın, 1998 vergi dönemine ait inceleme yapan vergi denetmenine, usulüne uygun tebligat yapılmasına rağmen defter ve belgelerini ibraz etmeme eylemi sabit görülerek Burhaniye Asliye Ceza Mahkemesince 30.11.2004 gün ve 154-368 sayılı karar ile 213 sayılı Yasanın 359/a-2, 765 sayılı TCY.nın 59/2. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, bu cezasının günlüğü 37.037.000 liradan olmak üzere 5.855.550.000 lira ağır para cezasına çevrilmesine ve 647 sayılı Yasanın 5. maddesi uyarınca birer ay ara ile 24 eşit taksitte tahsiline karar verilmiş ve bu hüküm yasa yollarına başvurulmadığından kesinleşmiştir.
Burhaniye C.Başsavcılığının 20.06.2005 günlü yazısı ile; hükümlünün durumunun 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237, 5271 ve 5275 sayılı Yasaların hükümleri yönünden değerlendirilmesine ilişkin istemi, Burhaniye Asliye Ceza Mahkemesince 21.06.2005 gün ve 154-368 sayı ile evrak üzerinde yapılan inceleme sonucunda önceki hükmün aynen infazına karar verilmek suretiyle reddedilmiş, hükümlü hakkındaki cezanın 5.850 YTL. adli para cezasına dönüştürülmesine karar verilmiş ve kararda başvurulacak yasa yolu “itiraz” olarak gösterilmiştir.
Yerel C.savcısının Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yaptığı itirazın bu mahkemece 29.06.2005 gün ve 2005/1049 müt. sayıyla sonuçlandırılıp “kararın temyizi kabil” olduğundan bahsedilerek dosyanın Yargıtay’a gönderilmesi sonrasında Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 26.12.2007 gün ve 7161-11675 sayıyla vermiş bulunduğu “C.savcısının kanun yolunda hatasının korunamayacağına ve dosyanın incelenmeksizin mahalline iadesine” ilişkin kararına Yargıtay C.Başsavcılığınca itiraz edilmiş ve “5271 sayılı Yasanın 264. maddesi uyarınca C.savcılarının dahi yasa yolu belirlemesinde yanılgıya düşmeleri halinde, bu yanılgıdan yararlanmaları gerekeceği” görüşü ile Daire kararının kaldırılıp temyiz incelemesinin Dairece yapılmasının sağlanması istenmiştir.
Burhaniye Asliye Ceza Mahkemesinin 21.06.2005 gün ve 154-368 sayıyla evrak üzerinde incelemeye dayalı olarak vermiş bulunduğu kararın kesinleşmiş ceza mahkumiyetiyle ilgili olarak “sonradan yürürlüğe giren ve lehe hükümler içermesi nedeniyle uygulanması talep edilen yasa ile ilgili uyarlama hükmü” olduğunda ve bu tür hükümlerin temyiz yasa yoluna tabi bulunduğunda kuşku yoktur.
Bu itibarla, konu hükmün yasa yolunun “temyiz” olacağı tartışmasızdır.
Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, temyiz yasa yoluna tabi bir hükmün, gerek C.savcısının kişisel yanılgısı gerekse konu olayımızda olduğu gibi mahkemece yanılgıya uğratılması sonucu itiraz yasa yoluna konu edildiği ahvalde, 5271 sayılı CYY.nın 264. maddesinin 1. fıkrasında öngörülen, “kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz.” hükmünün geçerli bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 05.02.2008 gün ve 266-13 sayılı kararında açıklandığı üzere, anılan hükümden, yasa yoluna başvuru hakkı olan diğer süjelerin yararlanacağı ve yanılgıları nedeniyle zarar görmeyeceği, bu kişilerin temyiz yasa yoluna başvurulması gereken yerde yanılgıyla itiraz yasa yoluna başvurması durumunda gerek itiraz merciinin kararıyla gerekse herhangi bir nedenle konunun Yargıtay’a intikali durumunda Yargıtay Dairesi kararıyla temyiz yasa yolundan yararlanacağı, bu yanılgı nedeniyle yasa yolu hakkının kaybettirilmeyeceği, yasa yolu yanılgısıyla yapılan incelemelerin ve verilen kararların hukuken geçerli sayılamayacağı da tartışmasızdır.
C.savcılarının yasa yolu yanılgısına düşmeleri halinde bu yanılgıdan yararlanamayacağına ilişkin görüş, 1412 sayılı CYUY.nın yürürlüğü evresinde, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 22.01.1962 gün ve 2-1 sayılı kararına konu edilmiş ve bu kararla diğer süjelerden farklı olarak, “C.savcılarının yasa yolundaki yanılgılarının korunamayacağı” ilkesi benimsenmiş, 1412 sayılı Yasanın yürürlüğü sürecinde İ.B.K’nın geçerliliği ve uygulanma kabiliyeti sürmüştür.
Ancak, anılan İ.B.K’nın, 5271 sayılı CYY.nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi ve 1412 sayılı CYUY.nın yürürlüğüne son vermesi sonrasında geçerliliğini koruyup korumadığı hususu tartışma konusu olmuştur..
Öğreti ve uygulamada kabul gördüğü üzere, İ.B.K’ları yürürlükte kaldıkları sürece hüküm fıkraları itibarıyla bağlayıcı niteliktedir. Bu kararların, dayandığı yasalar geçerliliğini koruduğunda ancak yeni bir İ.B.K ile kaldırılması veya değiştirilmesi gereklidir.
5271 sayılı CYY.nın konuya ilişkin 264. maddenin 1. fıkrasında “kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciinin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz.” hükmüne yer verilmiştir. Madde gerekçesinde ise; “Madde uyarınca, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanığın, avukatın, davaya katılanın, yasal temsilcinin veya eşin kabulü gerekli bir kanun yolu istemi salt merciin veya kanun yolunun belirlenmesinde yanılgı nedeniyle, başvuranın hukukunu ihlâl etmeyecek, dilekçe veya tutanağın verildiği merci bunu, zaman yitirmeden, yetkili ve görevli mercie gönderecektir.
Cumhuriyet savcılarının yoğun ve ağır bir iş yükü altında bulunmaları nedeniyle yanılgıya düşmeleri olasıdır. Öte yandan, Cumhuriyet savcılarının kanun yolu başvurularının toplum yararına, toplumun hukukunu bozan bir durumun düzeltilmesini sağlama amacına yönelik olduğu ve sanık lehine de başvurabilecekleri düşüncesiyle, bu konuda sınırlama koyan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 22/01/1962 gün ve 2/1 sayılı kararını aşmak üzere, madde açık hüküm getirmiştir.” açıklamasına yer verilmesi karşısında, anılan 22.01.1962 gün ve 2-1 sayılı İ.B.K.’nın geçerliliğinin sona erdiği tartışılmaz düzeyde açıklığa kavuşmuş olmaktadır.
Her ne kadar bu gerekçenin, hükümet tarafından sunulan yasa tasarısının 294. maddesi için yazılmış bir gerekçe olduğu bazı görüş sahiplerince ileri sürülmekte ise de, 264. maddenin 1. fıkrası hükmünün yasada yer alışından sonra, yasa koyucu tarafından anılan gerekçenin değiştirilme ya da kaldırılma gereği görülmemesi ve aynen kabul edilmiş olması karşısında, anılan gerekçeyi yasa koyucunun iradesine aykırı biçimde yok telakki ederek İ.B.K’nı uygulanabilir saymak isabetli bir yorum niteliğinde görülmemektedir.
Adalet Komisyonu raporunda yer alan ve;
“Tasarının 294 üncü maddesinin birinci fıkrasında iki değişiklik yapılmıştır. İlk değişiklik ifadelerin düzeltilmesi şeklindedir. Buna göre; “kabulü gerekli” yerine “kabul edilebilir”, “hukukunu ihlal etmez” yerine “haklarını ortadan kaldırmaz” ibareleri öngörül¬müştür. İkinci değişiklik ise, kanun yoluna başvurabilecek olanların tek tek sayılmasından vazgeçilmesidir. Çünkü burada sayılanlardan Cumhuriyet savcısı ve avukat gibi hukukçuların yanılması dahi bir hakkı ortadan kaldırmazken, burada sayılmayan ve kendileri de hukukçu olması gerekmeyen az sayıda hak sahibinin bu imkandan yoksun bırakılmasının makul bir gerekçesi olamaz. Bu nedenlerle birinci fıkra yeniden düzenlenmiş ve 264 üncü madde olarak kabul edilmiştir.” değerlendirmelerini içeren açıklama da, konu İ.B.K’nın varlığının devam ettirmediğini kabule yönlendirmektedir.
Bu açıklamalar ışığında ulaşılması gereken sonuç;
1- 5271 sayılı CYY.nın 264/1. maddesinde yapılan yeni düzenleme ve bu düzenlemenin amacını açıklayıp yasa metniyle de uyum içeren gerekçesi karşısında, “kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz.” Hükmünden C.savcılarının dahi yararlanmaları gerekmektedir.
2- 5271 sayılı CYY.nın 264/1. maddesi ve açık gerekçesi itibariyle, 22.01.1962 gün ve 2-1 sayılı İ.B.K geçerliliğini yitirmiştir.
3- Anılan 264/1. maddenin içeriğinde yer alan “başvuranın haklarını” ibaresine dayanılmak ve “hak” tanımıyla C.savcılarının değil, diğer süjelerin kastedildiğini, C.savcılarının yasa yoluna başvurmadaki sorumluluğunun “görev veya yetki” niteliğinde bulunduğunu, bu itibarla anılan İ.B.K’nın 5271 sayılı CYY.nın 264/1. maddesinin yürürlüğüne rağmen uygulanma kabiliyetinin devam ettiğini savunmanın, 5271 sayılı CYY.nın “6. Kitap Kanun Yolları 1. Kısım Genel Hükümler” başlığı altındaki düzenlemeler karşısında benimsenebilir görüş mahiyeti taşımadığı açıktır.
Gözardı edilmeyecek bir gerçektir ki;
260. maddenin başlığı “Kanun Yollarına Başvurma Hakkı” adlandırmasıyla yazılmış, 1. fıkrada yasa yollarına başvuruya hak sahibi olanların tümü sayılmak ve C.savcıları da bunlar içerisinde hatta en başta sıralanmak suretiyle yasa hükmü düzenlenmiştir.
Yasa koyucu, hak sahibi süjeler arasında ayrım gözetmemiş, devamı 261. maddede “avukatın başvurma hakkı”ndan, 262. maddede “yasal temsilcinin ve eşin başvurma hakkı”ndan söz ederek, “hak” ortak tanımını tüm süjeler için benimsemiştir.
Aynı yasa koyucu, 5271 sayılı CYY.nın 290. maddesindeki düzenlemede “sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık, sanık aleyhine hükmün bozdurulması için C.savcısına hak vermez.” tanımıyla C.savcısının yasa yoluna başvurmadaki konumunu “hak” kapsamında değerlendirdiğini pekiştirerek göstermiş, 298. maddesinde de “Yargıtay…..temyiz edenin buna hakkı olmadığını…..saptarsa temyiz istemini reddeder” hükmü ile, C.savcılarını dahi kapsar bir düzenlemeyi benimseyerek müesseseyi, “hak” mahiyetinde değerlendirmeyi sürdürmüştür.
Bu nedenledir ki; C.savcılarının yasa yoluna başvurma müessesesindeki konumlarını “yetki ve görev” biçiminde ayırıcı bir tanımlamaya konu ederek, yasa yoluna başvurmada yanılgılarının korunmayacağı doğrultusundaki İ.B.K’nı geçerli ve uygulanır kabul etmenin ve böyle bir kabulle yasa koyucunun gerekçeyle desteklenmiş açık ve net iradesini reddetmenin benimsenebilir dayanağı bulunmamaktadır.
4- Öğreti ve uygulamada isabetle gözlemlendiği üzere, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren ve tüm ceza mevzuatını yenileyerek onun yerine geçen ve daha sonraki evrede artan bir hızla devam eden değişim karşısında, yasa yolu düzenlemelerinin kapsamının yasalardaki yetersizlik ve karmaşa itibariyle Yargıtay İçtihatlarıyla belirlendiği gerçeği de gözetildiğinde, C.savcılarının da yasa yolu belirlemelerinde yoğunlukla yanılgıya düşebildiği, bir gerçektir.
Böyle bir süreçte, anılan İ.B.K’nın geçerliliği benimsendiğinde, yasa yolu başvurusunun en önemli süjelerinden olan C.savcılarının hatalı hüküm ve kararları denetleme, yasaya aykırılıkları düzelttirme haklarının önemli ölçüde ellerinden alınacağı, ceza yargısının temel amaçlarından olan maddi ve hukuki gerçeğe en kısa zamanda ulaşma hedefinden uzaklaşılacağı gözetilmeli, bu nedenle de yürürlükte olduğu evrede dahi, haklı eleştirilerin hedefi olan anılan İ.B.K’nın geçersiz hale geldiği görüşüne yandaş olunmalıdır.
Açıklanan gerekçeler doğrultusunda konu olay değerlendirildiğinde;
Burhaniye Asliye Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş hükmü ile 213 sayılı Yasaya aykırı davranmaktan cezalandırılan M.. Y..’ın, sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY.nın lehteki hükümlerinden anılan Yasanın 7. maddesi kapsamında yararlandırılması istemiyle Yerel C.savcısı tarafından yapılan uyarlama yargılaması talebinin evrak üzerinde inceleme ile reddine ilişkin olarak verilen ek karar temyiz yasa yoluna tabi niteliktedir.
Yerel Mahkemece yasa yolunun, 5271 sayılı CYY.nın 34/son maddesi kapsamında temyiz olduğu bildirilecek yerde yanılgı sonucu, “itiraz olarak” belirtilmesi sonrasında, Yerel C.savcısının itiraz yasa yoluna başvurması üzerine başvuru mercii olan Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin isabetli şekilde konunun temyize tabi olduğunu belirterek dosyayı Yargıtay’a sunması karşısında, 5271 sayılı CYY.nın 264/1. maddesi hükmünce vaki yanılgının yasa yolu incelemesini değiştirmeyeceği gerçeğine işaretle incelemenin Yargıtay 7. Ceza Dairesince yapılması zarureti vardır.
Öte yandan, incelenen dosya içeriğine göre;
Yerel Mahkemenin 19.12.2000 tarihli ilk kararı sanığa, kolluk araştırması sonucunda tespit edilen “2. … Sokak, … Apartmanı No:../.. Diyarbakır” adresinde tebliğ edilmiş ve temyiz dilekçesinde de sanık tarafından bu adres bildirilmiş olmasına karşılık, incelememize konu uyarlamaya ilişkin 21.06.2005 günlü karar, hükümlüye 7201 sayılı Tebligat Yasasının 35. maddesine göre, bu adres dışında ve daha önce tebligat yapılamayan “… mahallesi, 16. Sokak, A.. .. Apartmanı No:../.. Diyarbakır” adresine yapılmıştır. Hükümlünün bilinen ve daha önce de tebligat yapılan adresi dışındaki bir adrese 35. madde uyarınca yapılan bu tebligat geçersiz olup, hükümlü, hakkındaki karardan haberdar değildir. Bu nedenle hükümlüye, anılan kararın usulünce tebliği sağlanmalı ve yasa yoluna başvurup başvurmayacağı belirlendikten sonra, yasa yolu incelemesi yapılmalıdır.
Bu nedenledir ki, Yargıtay C.Başsavcılığının, haklı nedenlere dayalı itirazının kabulüne, Özel Dairenin kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün tabi olduğu yasa yolunun “temyiz” olduğu gözetilerek Yerel C.savcısının “itiraz” başlığıyla yaptığı başvurunun “temyiz” yasa yolu başvurusu sayılmasıyla gerekli incelemenin yapılması için dosyanın Özel Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
…………………
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyeleri M.T.. ve Ş.İste;
“Yerel mahkemenin temyizi kabil uyarlama kararına karşı itiraz yasa yoluna başvuran C. Savcısının, bu yanılgıdan 1412 sayılı CMUK. nun 293. maddesini yorumlayan 22.1.1962 gün ve 2/1. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereği yararlanamayacağına ilişkin 7. Ceza Dairesi kararına, aksine düşünceyle itiraz eden Yargıtay C. Başsavcılığının isteminin özünde anılan İBK’ nın yasa değişikliği nedeniyle yürürlüğünü yitirdiği ve 5271 sayılı CMK. nın 264. maddesi uyarınca C.Savcılarının da yasa yolundaki yanılmalardan yararlanabilecekleri düşüncesi yatmaktadır.
Çözümlenmesi gereken sorun 12.1.1962 gün ve 2/1. sayılı İBK’nın halen yürürlükte olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Kanımızca sözü edilen İBK halen geçerliliğini sürdürmektedir.
Bilindiği gibi, İçtihadı Birleştirme Kararlarının hukuki değeri iki şekilde ortadan kaldırılabilir.
Birincisi, yasanın İBK’nın konusunu ortadan kaldıracak biçimde değiştirilmesidir. Yasa değişikliğinin herkesçe kabul edilebilecek açık ve kesin şekilde olması halinde artık eski yasanın belirtilen şekliyle uygulanması zorunluluğunu doğuran İBK Kendiliğinden ortandan kalkacaktır. Bu da doğaldır. Çünkü İBK’ ları yeni bir kural getirmemekte, mevcut kuralların belli bir yorumla ortaya konulan anlamıyla gerek yerel mahkemeler gerekse Yargıtay daireleri ve genel kurullarını bağlayacak şekilde uygulanması zorunluluğunu doğurmaktadır. (Yargıtay Yasası madde 45.)
Böyle olunca YİBK’nın belli bir sonuca götüren ve o sonuçtan ayrılamayacak gerekçelerinin de bağlayıcı olduğunu kabul etmek gerekecektir.
Somut olayda, 5271 sayılı CMK. nun 264. maddesinin sözü edilen 22.1.1962 gün ve 2/1. sayılı İBK’ nı ortadan kaldırıcı etkisinin olmadığı görülmektedir. Anılan madde, tasarı ve komisyon gerekçelerinden de anlaşılacağı üzere İBK’nı ortadan kaldırmayı amaçlamış olabilir. Ancak yasalaşan 264. madde metninin 1412 sayılı CMUK.nun 293. maddesinin Türkçeleştirilmiş hali olduğu ve bunun dışında C. Savcılarının yasa yoluna başvurmada yanılgıdan yararlanabilecekleri konusunda hiçbir kural getirmediği görülmektedir. Yasaların gerekçelerinin ise bağlayıcı olmadığı, uygulayıcıya yorumlarında ışık tutmaktan öte bir anlamlarının olmadığı açıktır. Eski 293. ve yeni 264. maddelerin metinleri aynı olduğu ve konumuz bakımından bağlayıcı yorumunun 22.1.1962 gün ve 2/1. sayılı İBK ile yapılmış olması karşısında, bu bağlayıcı yorumun, bağlayıcı olmayan yasa gerekçesi ile ortadan kalktığını savunmak olanaksızdır.
İBK’larının ortadan kaldırılması ya da değiştirilmelerinin ikinci yolu ise, Yargıtay yasasının 45. maddesinde belirtildiği gibi Yargıtay Büyük Genel Kurulunun yeniden vereceği karardır. Kimlerin ve ne şekilde başvuruda bulunabilecekleri Yargıtay Yasasının sözü edilen 45. maddesinde açıkça kurala bağlanmış olup, belirtilen prosedür işletilerek Büyük Genel Kurul toplanıp kendi kararını ortadan kaldırmadıkça hiçbir mahkeme ya da Yargıtay dairesi veya genel kurulunun İBK’larının ortadan kalktığını yorumlayarak saptama görev ve yetkisi bulunmamaktadır.
Bu düşünceler ışığında ve sonuç olarak;
1-22.1.1962 gün ve 2/1. sayılı İBK’nın yürürlükten kalktığının saptanması istemini, Yargıtay Yasasının 45. maddesi uyarınca Birinci Başkanlıktan talep etmesi gereken Yargıtay C.Başsavcılığının bir anlamda yasa yolunda yanıldığı görüldüğünden, sözü edilen İBK uyarınca yanılgıdan da yararlanamayacağından istemin incelenmeksizin geri çevrilmesine,
2-İtiraz başvurusu İBK’nın kaldırılması bakımından yasa yolu olarak kabul edilmediği takdirde 22.1.1962 gün 2/1. sayılı İBK yürürlükte olduğundan itirazın reddine,
3-Yüksek Ceza Genel Kurulunca anılan İBK’nın değiştirilmesi gereğine inanılıyorsa, Yargıtay yasasının 45. maddesi uyarınca gerekçeli kararıyla Yargıtay Birinci Başkanlığına başvurarak, Yargıtay Büyük Genel Kurulunun toplanmasını istemek ve bu konuyu bekletici sorun yapıp, verilecek karara göre itirazın sonuçlandırılmasına,
Karar verilmesi gerekirken, itirazın kabulüyle, 7. Ceza Dairesinin 26.12.2007 gün ve 7161-11675 sayılı kararının kaldırılması şeklinde oluşan sayın çoğunluğun düşüncesine katılmıyoruz” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 26.12.2007 gün ve 7161-11675 sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3- Yerel C.savcısının “temyiz” niteliğindeki yasa yolu başvurusunun değerlendirilmesi için dosyanın Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine,
11.03.2008 günü oyçokluğu ile karar verildi.