YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/269
KARAR NO : 2009/65
KARAR TARİHİ : 17.03.2009
İtirazname : 155369
Yargıtay Dairesi : 2. Ceza Dairesi
Mahkemesi : ANKARA 16. Asliye Ceza
Günü : 13.04.2006
Sayısı : 628-268
Sanığın hırsızlık suçundan beraatine ilişkin, sanığın yüzünde, katılan vekilinin yokluğunda “kararın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere” Ankara 16. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 13.04.2006 gün ve 628-268 sayılı hüküm, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 03.11.2008 gün ve 16213-17803 sayı ile;
“Katılan vekilinin, 08.05.2006 tarihinde tebliğ edilen hükmü, bir haftalık temyiz süresi geçtikten sonra, 16.05.2006 günü temyiz etmekle, 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesi uyarınca temyiz isteğinin, aynı Kanunun 317. maddesi gereğince reddine,” karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığınca 15.12.2008 gün ve 155369 sayı ile;
Karar, katılan vekiline 08.05.2006 tarihinde tebliğ edilmiş, katılan vekili temyiz dilekçesini Ankara Cumhuriyet Savcısı T. Ş.’e vermiş, Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz süresi içinde 15.05.2006 tarihinde imzalanmış, mahkeme hâkimi tarafından 16.05.2006 tarihinde havale edilmiş, aynı tarihte temyiz defterine kaydedilmiştir.
1- 5271 sayılı CMK’nun 264. maddesinde; (1) Kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz. (2) Bu halde başvurunun yapıldığı merci, başvuruyu derhal görevli ve yetkili olan mercie gönderir, hükmü yer almaktadır. Bu düzenleme ile, kanun yoluna başvuru hakkı olanların, kanun yolunun veya merciin belirlenmesindeki yanılgılarının başvu¬ranın haklarını ortadan kaldırmasının, haksızlığa uğramasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Merciin belirlenme¬sinde yanılgı halinde ilgililerin kanun yollarına başvurma hakları, 5271 sayılı CMK’nun 264. mad¬desi hükmü uyarınca güvence altına alınmış bulunmaktadır. Katılan vekili temyiz dilekçesini süresi içinde Cumhuriyet Savcısına vermiş, talebi reddedilmemiş dilekçe alınarak havale edilmiş ve bir gün sonra mah¬kemesine ulaştırılmıştır. CMK’nun 264. maddesine göre temyiz talebinin süresinde olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.
2- Mahkeme kararında “kararın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere karar verildiği” belirtilmiştir. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine Ek 7 nolu Protokolün 2. maddesiyle hakkında hükümlülük kararı verilen sanığın bir üst mahkemeye başvuru hakkının tanınması düzenlenmiş olup, bu düzenleme aynı sözleşmenin 6. maddesi bağlamında adil yargılama hakkıyla ilgilidir. Anayasanın 4709 sayılı Yasayla değişik 40/2. maddesinde, yargısal kararlara karşı başvuru yolları, tüm ilgilileri kapsar şekilde ve doğrudan uygulanabilir bir hükme yer verilmiştir. ‘Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.’ Öte yandan 5271 sayılı CMK’nun 231/2. maddesinde hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir” hükmüne yer verilmiştir. İlgililere tebliğ edilen kararda yasa yoluna başvurulacak mercii ve başvuru şekli gösteril¬mediğinden katılan açısından temyiz süresinin başlamadığı, temyiz dilekçesi verildiği takdirde temyiz süresinin öğrenme kabul edilerek temyiz talebinin süresinde olduğu kabul edilmesi gerekir, gerekçeleri ile itiraz yasayoluna başvurularak, Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 03.11.2008 gün ve 16213 -17803 sayılı temyiz isteğinin reddine ilişkin kararın kaldırılarak, dosyanın katılanın temyizi ile ilgili olarak inceleme yapılmak üzere, Yargıtay 2. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmesi talep olunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, katılan veki¬linin, temyiz dilekçesinin C.savcısı tarafından havalesinin mercide yanılgı kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, dolayısıyla temyiz isteminin süresinde bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Yasanın 310. maddesi uyarınca, temyiz istemi yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olur, bu taktirde, beyan tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirilir, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresi tebliğle başlar.
5271 sayılı CYY’nın 264. maddesinde ise kabul edilebilir bir yasa yolu başvuru¬sunda yasa yolunun veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merciince, başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
Her iki hüküm birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi süresinde verilen bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak bir beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak süresinde olması koşuluyla, dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde C.Savcılığına ya da bir başka merciye istemde bulunulması temyiz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı merciince, istem veya dilekçe mahkemesine gönde¬rilecektir. Yine aynı şekilde istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacaktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın yüzüne karşı, katılan vekilinin yokluğunda tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen kararın, 08.05.2006 tarihinde katılan vekiline tebliğ edildiği, katılan Bedaş vekilince de Ankara 16. Asliye Ceza Mahkemesine hitaben yazılan 15.05.2006 tarihli dilekçe ile hükmün temyiz edildiği, temyiz dilekçesinin hâkim Güven Özkan tarafından 16.05.2006 tarihinde havale edilerek, aynı tarihte temyizin 89 sırasına kayıt edildiği anlaşılmaktadır.
Ancak dilekçenin C.Savcılığına verildiğine ilişkin bir bilgi ve belge bulunmamasına karşın, 15.05.2006 tarihli temyiz dilekçesinin üst tarafında 19711 sicil numaralı olduğu anlaşılan C.Savcısı Turhan Şen’in de havalesi bulunmaktadır.
Dilekçenin C.Savcısının havalesi üzerine mahkemeye intikal ettiğine ilişkin herhangi bir bilgi bulunmadığı gibi, C.Savcısı tarafından da bu havalenin neye istinaden yapıldığı anlaşı¬lamamaktadır. Eğer dilekçe C.Savcılığına hitaben yazılmış olsa idi ya da C.Savcısının havalesi ile Mahkemesine gönderilmiş olsaydı bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlen¬dirilerek, temyizin süresinde olduğu kabul edilebilirdi. Ancak mahkemesine verilen temyiz dilekçesinin hiçbir neden gösterilmeden ayrıca C.Savcısı tarafından da havale edilmiş olması katılana yeni bir hak vermeyeceği gibi, bu durum 5271 sayılı CYY’nın 264. maddesi kapsamında mercide yanılgı olarak da değerlendirilemez. Çünkü dilekçe doğru merciye verilmiş ve bu mercii tarafından da havale edilerek temyiz defterine kayıt edilmiştir. Mahkemeye hitaben yazılan dilekçenin ayrıca C.Savcısı tarafından havalesini gerektiren hiçbir neden bulunmamaktadır. Bir an için dilekçenin mesai saatleri dışında getirildiği hâkimin bulunmaması nedeniyle C.Savcısına havale ettirildiği düşünülebilir ise de, bu halde dahi, 5271 sayılı Yasanın 39. maddesi uyarınca süre mesai saati bitiminde dolduğundan, mesaiden sonra yapılan havale ancak bir sonraki gün yapılmış havale kapsamında değerlen¬dirilebilecektir. Bu itibarla 08.05.2006 tarihinde yapılan tebliğle başlayan temyiz süresi 15.05.2006 günü mesai süresi bitiminde sona erdiğinden katılan vekilinin temyizi süresinde değildir.
Diğer yönden, sanığın yüzüne karşı katılanın yokluğunda verilen beraat kararında başvurulacak merci ve yöntemi gösterilmemiş ve sanık açısından tefhimle başlayan temyiz süresi, tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde Yargıtay yolu açık olmak üzere karar verilmek suretiyle sanık yanıltılmış ise de, yasa yolları bildirimindeki bu eksiklikler ve yanılgılar, temyiz hak ve yetkisi bulunan sujeler açısından ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Yasa yollarına başvuru hakları bulunanların, bu haklarını etkin bir biçimde kullanabilmeleri için hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu, başvurunun yapılacağı mercii ve yöntemi, başvuru süresi hiçbir duraksamaya yer vermeksizin açıkça belirtilmelidir. Aksi hal 5271 sayılı Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturur. Bu bildirimlerdeki temel amaç sujelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır.
Bu ilkeler doğrultusunda uyuşmazlık konusu sanık yönünden değerlendirildiğinde, tefhimle başlayan sürenin, tebliğle başlayacağı bildirilmek suretiyle sanık yanıltılmıştır. Ancak verilen hüküm beraat hükmü olup, başvurudaki bu eksiklik sanık aleyhine bir hak kaybına yol açmamaktadır. Bu nedenle sürenin başlangıcı için sanığa yeniden tebliğ yapıl¬ması, sanık lehine bir sonucun doğmasına da yol açmayacaktır.
Konuya katılan yönünden bakıldığında ise, tebliğ edilen hükümde dilekçenin verileceği mercii ve yöntemi belirtilmemiş ise de, katılan vekili dilekçesini, hükmün verildiği mahkeme olan Ankara 16. Asliye Ceza Mahkemesine hitaben düzenlemiş ve bu mahkemeye sunmuş, mahkemece de dilekçe 16.05.2006 tarihinde havale edilerek temyiz defterine kayıt edilmiştir. Hal böyle iken 15.05.2006 tarihinde sona eren temyiz süresinin bertaraf edilmesi için gerektirici hiçbir neden belirtilmeksizin aynı dilekçe 15.05.2006 tarihinde C.Savcısı tarafından da havale edilmiştir. Sözkonusu dilekçe C.Savcı¬lığına hitaben düzenlenmiş bir dilekçe olmadığından, C.Savcılığınca havalesini gerektiren hiçbir neden bulunmamakta, yanılgı nedeniyle dilekçenin C.Savcılığına verildiği bu nedenle de C.Savcısı tarafından havale edildiği yönünde de dosyada hiçbir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Temyiz dilekçesinin, C.Savcılığına hitaben düzenlenmesi halinde veya C.Savcısı tarafından havale edilmesinin haklı nedenlerinin bulunması durumunda, bu halin süresinde verilmiş olması koşuluyla, 5271 sayılı Yasanın 264. maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi olanaklı idi, ancak tebliğ edilen kararda temyiz süresi tebliğden itibaren 7 gün olarak belirtilmesine karşın, temyiz dilekçesi kararda belirtilen 7 günlük süre içinde değil, süreden sonra 8. gün mahkemesine verilmiştir. Tebliğ edilen kararda katılan yönünden, temyiz süresi ile ilgili olarak herhangi bir eksiklik veya yanılgıya neden olabilecek bir ifade bulunmadığından, bu durum eski hale getirme nedeni de oluşturmayacaktır.
Bu nedenlerle Özel Dairece temyiz isteminin reddine karar verilmesi isabetli olup Yargıtay C. Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi İ..Ş.;
“Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu’nun, katılan vekilinin temyiz dilekçesinin Cumhuriyet Savcısı tarafından havalesinin merciide yanılgı kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, dolayısıyla temyiz isteminin süresinde bulunup bulunmadığı nokta¬sında toplanan ve itirazın reddine ilişkin kararına aşağıdaki gerekçelerle katılmamaktayım:
I-Cumhuriyet Savcısının Temyiz Dilekçesini Havale Etmesi Yönünden
Kural olarak Cumhuriyet Savcısının temyiz dilekçesini havale etme yetkisi bulun¬mamaktadır. Çünkü yasa koyucu temyiz dilekçesinin nereye ve nasıl verileceği konusunda açık düzenleme getirmiştir.
Buna göre, geçiş dönemi dikkate alınarak çıkarılan 5320 sayılı Yasanın 8/1 nci maddesi gereğince halen Yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Yargılama Yasasının 310/1 nci maddesindeki düzenlemeye göre, “temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye ve dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur, bu beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime tasdik ettirilir”; maddenin ikinci fıkrasındaki düzenle¬meye göre de, “hükmün tefhimi sanığın yokluğunda olmuşsa bu süre tebliğ tarihinden başlar”.
Halen yürürlükte olan bu düzenlemeler gösteriyor ki, olağanüstü haklı bir neden olmadıkça, temyiz dilekçesinin Cumhuriyet Savcısınca havalesi mümkün değildir.
II-Mevzuattaki Düzenlemeler
Ancak somut olayımızda, asıl tartışma Cumhuriyet Savcısının temyiz dilekçesini havale edebilip edemeyeceği gibi gözükmekle beraber, dosyada mahkemece verilen kararda yasa yolları yasaya uygun olarak gösterilmediğinden, Yüksek Ceza Genel Kurulu’nun yeni yasalar döneminde istikrar bulmuş olan içtihatlarında belirtildiği gibi, yasa yolunun usulüne uygun olarak belirtilmemesi halinde temyiz süresi işletilemeyecektir.
Çünkü Anayasa, Sözleşme ve Yasamız yasa yolunun belirtilmesi zorunluluğuna işaret etmektedirler. Bunlara sırasıyla göz atacak olursak;
A-Anayasamızdaki Düzenleme
Anayasamızın 40 ncı maddesindeki düzenlemeye göre, “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır”.
Anayasa koyucu bu düzenlemesiyle, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” demek suretiyle sanık ve katılan taraf bakımından çok önemli bir hakka işaret etmektedir. Anayasa koyucu bunu Devlet’e önemli bir görev olarak yüklerken istisnaya yer vermemektedir.
Ayrıca bu düzenleme, Anayasada yer alan haklardan yararlanma ve bu hakların ihlal edilmesi durumunda ilgililerin başvuru haklarının gereğinin yapılmasını, emredici biçimde, “zorundadır” şeklinde ifade etmektedir.
Anayasanın 11/1 nci maddesi gereğince, “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır”.
B-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki Düzenleme
AİHS’nin, 13 ncü maddesindeki düzenlemeye göre, “bu Sözleşmede tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi görev ifa eden kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa, durumun düzeltilmesi için ulusal bir makama başvurma hakkına sahiptir”.
Yine Sözleşmenin 1 nci maddesinde, “Sözleşmeci taraflar, kendi yetki alanları içinde bulunan herkese bu Sözleşmenin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlükleri tanırlar” hükmü yer almaktadır.
Anayasanın 90/son maddesindeki düzenleme gereğince, “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” şeklindeki düzenleme nedeniyle iç hukukumuzda da yasayla düzenlemeler getirilmiştir.
C-Yasadaki Düzenlemeler
5271 sayılı Ceza Yargılama Yasasının çeşitli maddelerinde yasa yolunu güvenceye bağlayan düzenlemelere yer verilmiştir. Bunlara sırasıyla göz atacak olursak;
“Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” (m.34/2); eski hâle getirme bakımından, “kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir” (m.40/1) ve “kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de, kişi kusursuz sayılır”(m.40/2); “hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir”(m.231/2); “hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulun¬madığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir” (m.232/6); kanun yolunun belirlenmesinde yanılma başlıklı 264 ncü maddede de, “kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz”(m.264/2) düzenlemeleri yer almaktadır.
III-Ceza Genel Kurulu Kararları
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerin birçoğu yeni yasa döneminde verdiği bir çok kararında konuya istikrar kazandırmıştır. Bu kararlardan bir kısmı şöyledir:
-Eski hale getirme istemiyle ilgili olarak yapılan değerlendirmede, yasayolunun belir¬lenmesiyle ilgili her olasılığın ayrı ayrı irdelendiği CGK kararında konumuzla ilgili olarak, başvuru şekli bakımından özellik arzeden şu karar verilmiştir: “yasa yoluna başvuru süresi ve şeklinin gösterilmemiş olması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil Yargılanma Hak¬kını” düzenleyen 6. maddesi ile bu hakkın kapsamına yeni bir yorum getiren Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokolün 2. maddesine, 2709 sayılı T.C. Anayasası’nın 40/2. maddesine, 5271 sayılı Yasanın 34/2, 231/2. ve 232/6. maddelerine açıkça aykırılık oluşturmakla, belirtilen durumun 5271 sayılı Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni sayılması gerektiğinde tereddüt yoktur.
Belirtilen sebeple, eski hale getirme yöntemiyle açılmış bir temyiz davasının varlığı kabul edilerek, hükmün incelenmesi ve bir karar verilmesi gerekirken, Özel Dairece temyiz isteminin süreden reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden itiraz değişik gerekçe ile kabul edilmelidir” (CGK, 30.01.2007, 3-39-18).
-“Gerek yüze karşı, gerekse gıyapta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolunun, süresinin, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin belirtilmesi ve bu hususların karara yazılmasının zorunlu bulunduğu”(…) “Ceza Muhakemesi Yasası’nın 40. maddesinin 1. fıkrasında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, 2. fıkrasında ise, yasa yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi halinde, kişinin kusursuz sayılacağı hususlarının düzenlenmesi karşısında, somut olayda, başvurulacak yasa yolu, başvuru süresi, mercii ve şeklinin gösterilmemiş olmasının, yukarıda açıklanan yasal düzenlemelere açıkça aykırılık oluşturduğu ve eski hale getirme isteminde bulunma koşullarının var olduğu, bu itibarla olayda eski hale getirme yöntemiyle açılmış bir temyiz davasının mevcut bulunduğu kabul edilerek 28.06.2005 gün ve 122-114 sayılı ek kararın incelenmesi ve bir karar verilmesi gerektiği”(CGK, 20.02.2007, 5-46-39 ).
– “5271 sayılı CMK’nun 40/2 maddesi gereğince hakkında karar verilen kişi kusursuz sayılacağından ve eski hale getirme koşulları oluştuğundan, hükümlüye bu konuda yasa yolu, süresi ve şekli hakkında meşruhatlı davetiye gönderilmeli ve yasa yoluna başvurma olanağı tanınmalıdır.” (…) O halde, yerel mahkemenin uyarlama kararı henüz kesinleşmemiştir. Dola¬yısıyla bu durumda, yasa yararına bozma isteminde bulunulamaz” (17.7.2007, 6-138-171).
– “Gerek yüze karşı, gerekse gıyapta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolunun, süresinin, başvuru yapılacak mercii ile başvuru şeklinin belirtilmesi zorunluluk arzetmektedir. (…) Bu hal, anılan normlar gereği yerel mahkemenin eksikliği gidermeye yeterli meşruhatlı duyuru ile tarafları bilgilendirmesini zorunlu kılmaktadır” (CGK.29.5.07, 7-114-113).
– “Yargı mercii ve dolaylı olarak yasa yolunun temyiz olduğu gösterilmiş ise de; yasa yolunun süresi ve şekli gösterilmediğinden, katılanın hükmün tefhiminde hazır olduğu anlaşılmakla birlikte ‘yasa yolu süresi ve şeklinin’ tefhim edilmemiş olması nedeniyle, katılan yönünden temyiz süresi henüz sona ermemiştir.
Bu nedenle ‘yasa yolu süresi ve şeklini’ içeren açıklama ile birlikte hükmün katılan vekiline tebliğ edilmesi, meşruhatlı tebligatın alınışından sonraki yasal sürede katılan veya vekilinin temyiz dilekçesi vermesi halinde bu dilekçe de gözetilerek temyiz incelemesi yapılmalıdır” (CGK, 1.5.2007, 1-93-104).
– “Yargıtayın duraksamasız içtihatlarına göre, kararda temyiz süresi ve şeklinin gösterilmemiş olması nedeniyle Bahattin’in temyiz hakkının devam ettiğini kabul etmek gerekmektedir.
Şu durumda, temyizin reddi kararının temyiz süresi ve şeklini de içeren meşruhatla birlikte B.. vekiline tebliğ edilmesi ve temyiz dilekçesi verilmesi halinde söz konusu temyiz dilekçesinin dahi değerlendirmeye alınması zorunludur” (CGK, 17.6.2008, 2008/5-155-173).
IV-Daire Kararları
Yalnız CGK değil Dairelerin de büyük çoğunluğu, temyiz şeklinin bildirilmemesini yerinde bulmayıp, meşruhatlı tebligatın yapılmasını sağlayıcı kararlar vermekteler. Bu konuda fazla uzatmadan örnekler verebiliriz:
-“Kanun yolunun hangisi olduğu, süresi, merci ve şekli tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıkça belirtilmeden” (3.CD, 4.7.2007, 9222/5613; benzeri karar, 3.CD, 27.6.2007, 4997/5365).
– “Kanun yoluna ilişkin yöntem açıkça gösterilmediğinden, müdahil vekilinin talebi süresinde kabul edilmiş”tir (1.CD, 9.5.2008, 3444/3892).
-“Hüküm fıkrasında, kararın temyiz edilme şekli gösterilmediği görülmekle, Anayasanın 40/2, CMK’nun 34/2 ve 291 nci maddeleri uyarınca, (kararın) sanık(…) ve müdahil(e)(…) tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde hükmü veren mahkemeye veya en yakın bir mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine beyanda bulunulması suretiyle temyiz edilebileceğine dair meşruhatlı tebligat yapılması” (1.CD, 20.5.2008, 80/4140).
– Temyiz süresi ve merciinin bildirilmesi zorunluluğuna işaret eden diğer kararlar da var (2.CD, 18.7.2007, 8064/10999; 3.CD, 4.7.2007, 9222/5613; 3.CD, 27.6.2007, 4997/5365; 8.CD, 01.5.2008, 10492/4811; 11.CD, 6.10.2008, 2008/7712-9889).
V-Somut Olayımız Bakımından Değerlendirme
Somut olayımızda sanık beraat etmiştir. Karar sanığın yüzüne ve katılan ile vekilinin yokluğunda verilmiştir.
Kararın hüküm fıkrasında, “kararın tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere” denmiştir.
Dolayısıyla, temyiz ancak kararın tebliğinden itibaren başlayacaktır.
Ancak karar sanık ile katılan vekiline tebliğ edilmiş, fakat tebligatta meşruhata yer verilmemiştir.
Oysa kararda, yasa yolunun belirlenmesinde yukarıda belirttiğimiz unsurlardan(5271, m.34/2), aranan unsurlardan başvuru “mercii ve şekillerinin”(1412, m.310) belirtilmemiş ve meşruhatlı tebligatta da bunların açıkça belirtilmemesi karşısında, taraflar bakımından temyiz başvuru süresinin başladığından söz edilemeyecektir.
Sanık yönünden konunun önemi, sanığın atılı suçu işlemediğine ilişkin savunması, yerel mahkemenin ise elektrik sarfiyatının değerinin çok az miktarda olması nedeniyle atılı suçun manevi unsurunun oluşmadığından beraatine karar verilmesi nedeniyle, yerleşik içtihatlar doğrultusunda sanığın beraat kararının gerekçesi yönünden temyiz hakkının bulun¬masıdır. Ancak sanığa temyiz başvuru mercii ile başvuru şekillerinin(1412, m. 310) belir¬tilmemesi nedeniyle tebligatın eksiklik içermesi karşısında, bu eksikliğin içtihatlar doğrultusunda meşruhatlı olarak sanığa tebliği gerekmektedir.
Katılan yönünden ise, yine kararda başvuru mercii(Yargıtay yolu ve temyiz dilek¬çesinin hangi makama verileceği) ve başvurunun (1412, m.310’daki “hükmü veren mahke¬meye ve dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur, bu beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime tasdik ettirilir” biçimindeki) şeklinin, tebliğ edilen kararda belirtilmemesi ve meşruhatlı tebligatta da bu zorunluluğun gereğinin yapılmaması nedeniyle, temyiz süresinin başladığından söz edilemeyecektir.
Nitekim olayımızda konunun Yüce Genel Kurulun önüne gelmesinin nedeni, katılan vekilinin temyiz dilekçesinin, halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 310 ncu maddesine aykırı olarak, haklı nedenler bulunmadığı halde, Cumhuriyet Savcısına imzalat¬tırılması ve Yargıca da temyiz süresinden sonra havale ettirilmesidir.
Görüldüğü gibi burada ilkin, kararın meşruhatlı olarak sanığa tebliği ile temyiz etme hakkının sağlanması gerekirdi.
İkincisi ise, katılan vekiline de meşruhatlı tebligat yapılmadığı için, ya bu şekilde tebligat yapılmalı ve temyiz süresi işletilmeli ya da yasa yolunun yasaya uygun olarak belirtilmemesi nedeniyle, yanlış makama imzalatılmış olan temyiz dilekçesinin, mahkemenin yasa yolunu açıkça belirlememiş olması nedeniyle mevcut temyizin süresinde(sonradan yargıç havalesi gerçekleşmiş olduğundan) kabulü gerekirdi.
Bu yolun tercih edilmesi, sanık lehine hukuk kurallarına aykırı davranılması sanık aleyhine hükmün bozdurulmasını sağlama anlamına gelmeyecekti. Çünkü halen yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK’nun 309 ncu maddesindeki düzenlemeye göre, “maznunun lehine olan hukuki kaidelere muhalefet, maznunun aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet Müddeiumumiliğine bir hak vermez”. Yasa koyucu sanık lehine hukuk kurallarına aykırı davranılmasının sanık aleyhine temyize sebebiyet veremeyeceğini sadece Cumhuriyet Savcısı için kabul etmiş, katılan taraf için kabul etmemiştir. Zira katılan tarafın anayasal hak arama özgürlüğü(1982 Anayasası, m.36) bakımından böyle bir sınırlama mevcut değildir.
Nihayet CGK’nun 5.2.2008 gün ve 2007/7-266 E.,2008/13 K. sayılı kararında Cumhuriyet Savcısının dahi yasa yolu ve merciinde hataya düşmesinin mümkün olduğunun kabul edilmesi karşısında, yasadaki açık düzenlemenin gereğinin yapılmaması nedeniyle yanlış makama(Cumhuriyet Savcısı) havale ettirilen, ancak bir gün sonra yetkili yargıcın imzaladığı katılan vekilinin temyiz dilekçesinin kabul edilmesi uygun olur.
Tüm bu nedenlerle, yasa yollarının hukuka uygun olarak belirtilmemesi ve bunu sağlayıcı meşruhatlı tebligatın yapılmamış olması nedeniyle, Ceza Genel Kurulunun ve Dairelerin kararları da göz önünde bulundurularak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazının yukarıda açıkladığım hususlar gözetilerek ve farklı gerekçeyle kabul edilmesi gerekir.”
Değişik gerekçesi ile;
Diğer altı Kurul Üyesi ise; Yargıtay C.Başsavcılığı itirazındaki görüşlere katıldıklarını belirtmek suretiyle,
İtirazın kabulü yönünde oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.03.2009 tarihinde yapılan müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 17.03.2009 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu ile reddine karar verildi.