Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2006/343 E. 2007/8 K. 23.01.2007 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2006/343
KARAR NO : 2007/8
KARAR TARİHİ : 23.01.2007

İtirazname : 154987
Yargıtay Dairesi : 9.Ceza Dairesi
Mahkemesi : ANTALYA 2. Ağır Ceza
Günü : 02.02.2006
Sayısı : 614-9
Taksirle öldürme suçundan, sanık M. A..’un “…765 sayılı Yasanın 455/1-son madde ve fıkraları uyarınca 1 yıl 3 ay hapis ve 136.314.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına, 2918 sayılı Yasanın 118. maddesi gereğince ehliyetinin 1 yıl süreyle geçici olarak geri alınmasına, 765 sayılı Yasanın 59. maddesi ile 647 sayılı Yasanın 4. ve 6. maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına, mahsuba, avukatlık ücretine, yargılama giderine, karar kesinleşip infaza başlandığında nakti kefaletin iadesine…” ilişkin Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 30.06.2004 gün ve 1371-641 sayılı hükmün sanık müdafi tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderilen dosya; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 09.11.2005 gün ve 221550 sayılı yazısı ile, 5320 sayılı Yasanın 8/2. maddesi uyarınca, yeni yasalar nazara alınmak suretiyle lehe yasanın tespiti yönünden yeniden değerlendirme yapılması için mahalline iade edilmiştir.
Duruşma açan Antalya 4. Asliye Ceza Mahkemesince 15.12.2005 gün ve 1502-1069 sayı ile görevsizlik kararı verilerek dosya ağır ceza mahkemesine gönderilmiştir.
Yeniden duruşma açarak yargılama yapan Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesince 02.02.2006 gün ve 614-9 sayı ile;
“…Sanığın; 765 sayılı Yasanın 455/1-son ve 59. maddeleri uyarınca 1 yıl 15 gün hapis ve 112 YTL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, ehliyetinin 5237 sayılı Yasanın 53/6. maddesi gereğince 3 ay süreyle geri alınmasına, hapis cezasının 5237 sayılı Yasanın 51/1, para cezasının da 647 sayılı Yasanın 6. maddesi göz önünde bulundurularak ertelenmesine, sanığın 5237 sayılı Yasanın 51/3. maddesi gereğince 2 yıl süreyle denetime tabi tutulmasına, 647 sayılı Yasanın 4 ve 5. maddeleri ile 5237 sayılı Yasanın 50 ve 52/4. maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına, 5237 sayılı Yasanın 63. maddesi gereğince mahsuba, avukatlık ücretine, yargılama giderine, karar kesinleştiğinde nakti kefaletin kendisine iadesine……” karar verilmiştir.
Bu hüküm temyiz edilmemiştir.
Temyiz edilmediğinden kesinleştirme işlemi yapılan hükümle ilgili olarak Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca 05.05.2006 gün ve 194 sayı ile yasa yararına bozma ihbarında bulunulmuştur.
Bu ihbar üzerine; Adalet Bakanı’nca, T.C.Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 26.06.2006 gün ve 28718 sayı başlıklı yazı ile;
“..01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9/3. madde ve fıkrasında “Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir” şeklindeki düzenlemeye nazaran 765 sayılı Yasa ile 5237 sayılı Yasanın suç ve yaptırımlara ilişkin hükümleri karşılaştırılarak lehe Yasanın tespiti ve ondan sonra tedbir, erteleme ve hapis cezasının yasal sonucu olarak belirli hakları kullan¬maktan yoksun bırakılmaya ilişkin hükümleri düzenleyen 647 sayılı Yasa ve 765 sayılı Yasanın konuya ilişkin hükümleri ile 5237 sayılı Yasanın infaza ilişkin hükümleri karşılaştırılmak suretiyle, lehe hükmün belirlenmesi gerektiği nazara alınarak karma üçüncü bir uygulama yapılamayacağı gözetilmeksizin, yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir…” gerekçesi gösterilerek yasa yararına bozma isteminde bulunulmuştur.
Adalet Bakanı’nın yasa yararına bozma istemi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 13.07.2006 gün ve 154987 sayı ile Yargıtay 9.Ceza Dairesine ihbar olunmuştur.
Yasa yararına bozma talebi üzerine hükmü inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 20.11.2006 gün ve 4803-6385 sayı ile;
“…Dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 5320 sayılı Yasanın 8. maddesine göre iade edilmesinden önce verilen hükmün sanık ve müdafileri tarafından temyiz edilmiş olduğu ve bu temyizin halen geçerliliğini koruduğu anlaşıldığından kanun yararına bozma isteminin reddine, olağan yasa yolu olan temyiz incelemesi yapılması için tebliğname düzenlenmek üzere dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine..” karar verilmiştir.
Bu karar üzerine; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 25.12.2006 gün ve 154987 sayı ile;
“….Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 27.06.2006 gün 2006/3-172-168, 2006/3-171-167, 2006/3-173-169 sayılı kararları ile benzer kararlarında belirtildiği üzere; 5320 sayılı Yasanın 8/2. maddesi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tanınan, ilk derece mahkemelerce verilip temyiz edilen hükümlerde, lehe hükümlerin uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması gerektiği açıkça anlaşılan dosyaların doğrudan ilgili mahkemesine iade edebilme yetkisi, başlamış olan temyiz sürecini bu aşamada sonlandıran ve yeni bir süreç başlatan bir işlemdir. İşlem, iade üzerine duruşma açılarak yeni bir karar verilmesi zorunluluğu nedeniyle bozma etkisi sonucunu doğurmaktadır. Mahkemenin iade kararı üzerine duruşma açarak verdiği yeni hükmün, önceki ile aynı veya değişik olması, hüküm olduğu ve önceden verilenin geçerliliğini kaldırarak onun yerine geçtiği gerçeğini değiştirmez. Ancak, bu yeni hükme karşı ilgililer yasa yoluna başvurma hak ve yetkisine sahip bulunmaktadırlar.
İnceleme konusu somut olayda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının iade işlemi ile ilk hükme yönelik temyiz süreci sona ermiş, iade üzerine mahkemece duruşma açılarak yeniden bir karar verilmiştir. İade üzerine verilen ve res’en de temyize tabi bulunmayan Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 02.02.2006 gün ve 2005/614-2006/9 sayılı hükmü, yasa yollarına başvurma hak ve yetkisi bulunan kişilerce temyiz edilmediğinden kesinleşmiş bulunmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında; Yüksek Dairece yasa yararına bozma nedeni ile ilgili olarak inceleme yapılıp, bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle yasa yararına bozma isteminin reddine karar verilmesinin yasaya aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.” Gerekçesi ile “Yargıtay 9.Ceza Dairesinin 20.11.2006 gün 2006/4803-6385 sayılı yasa yararına bozma isteminin reddine ilişkin kararının kaldırılmasına ve dosyanın yeni bir karar verilmesi için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi..” istemiyle itiraz yoluna başvurulmuştur.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Görüldüğü gibi; Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın 8/2. maddesi hükmüne dayanılarak, lehe yasa hükümlerinin değerlendirilmesi yönünden, Yargıtay C.Başsavcılığınca mahkemesine iade edilip, Mahkemesince de duruşma açılarak karar verilen dosyalarda, önceki temyizin geçerliliğini koruyup korumadığı, başka bir anlatımla bu temyize bağlı olarak, temyiz incelemesinin yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Bu konu Genel Kurulda daha önceden de görüşülüp karara bağlanmıştır.
Genel Kurulun 27.06.2006 gün ve 172-168,171-167,173-169 sayılı Kararlarında da belirtildiği gibi;
“1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Yasanın 8/1. ve halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 305. maddeleri uyarınca, maddede kesin oldukları belirtilen hükümler ile re’sen temyize tabi bulunan hükümlere ilişkin istisnalar hariç tutulmak üzere, olağan yasa yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 310. maddesine göre iki koşulun varlığı gereklidir.
Bunlardan ilki süre koşuludur. Usul Yasasının 310 uncu maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse, tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi 1412 sayılı Yasanın 310. maddesinin 3. fıkrasındaki ayrıksı durum hariç olmak üzere, hükmün açık¬lanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönün¬den ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci koşul ise istek koşuludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan “Davasız yargılama olmaz.” ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. 1412 sayılı Yasanın halen yürürlükte bulunan 305 inci maddesinin 1 inci fıkrası ile bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkûmiyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden (re’sen) yapılması kabul edilmiş ise de, on beş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin hükümler dışında kalan kararlarda, süre ve istek koşullarına uygun temyiz davası açılmamışsa hükmün Yargıtay’ca incelenmesi olanaksızdır.
Bu şekilde temyiz incelemesinin genel koşullarını belirledikten sonra, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin niteliği ve sonuçlarının da değerlen¬dirilmesi gerekmektedir.
Kural olarak aksine bir yasal düzenleme bulunmadıkça ve verilen hüküm yasa yolu denetiminde bozulmadıkça, hükmü veren mahkemece dosyanın yeniden ele alınması, yargılama yapılması, yasal olanak olmadığı halde kendi kararını kaldırması, sonradan benzer ya da değişik bir karar vermesi Usul Yasasına aykırı, hukuki dayanaktan yoksun ve hukuken geçersizdir.
1412 sayılı Yasanın 326. maddesinde, hükmü bozulan mahkemece, yeniden yapılacak yargılama ve verilecek hükümlere yer verilmiş; 5252 sayılı Yasanın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasanın 9. maddesinde, kesinleşen hükümler hakkında lehe yasanın uygulanmasında dikkate alınacak hususlar belirtilmiş; 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasanın 8/2. maddesinde ise; “Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce ilk derece mahkemelerince karar verilmiş olup, temyiz edilmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş bulunan dava dosyalarından, lehe kanun hükümlerinin uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması gerektiği açıkça anlaşılanlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca doğrudan ilgili mahkemesine iade edilebilir. Bu halde, mahkemesince duruşma yapılarak karar verilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Anılan hükümle, ilk derece mahkemelerince verilip temyiz edilen hükümlerde, lehe hükümlerin uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılmasının gerektiği açıkça anlaşılması halinde, dosyanın doğrudan ilgili mahkemesine iade edilebilme yetkisi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tanınmış olup, bu hüküm uyarınca gönderilen dosyalarda, iade kararının mahkemesince benimsenmesi halinde yeniden duruşma açılarak hüküm verme ödevi doğacaktır.
Kuşkusuz, başlamış olan temyiz sürecini sonlandıran ve yeni bir süreç başlatan bu işlem, yeni bir hüküm verilmesi zorunluluğu nedeniyle bozma etkisi doğurması bakımından, Usul Yasamızdaki sisteme aykırı ise de, Yerel Mahkemelere önceki hükmü ıslah veya değiştirme yetkisi veren söz konusu istisnai düzenleme, pozitif bir hukuk normu olarak yasalardaki yerini almıştır. Kuralın yerindeliği ve sisteme uyumluluğu tartışılabilirse de, yargı mercilerinin yasalara uygun olarak karar vermek hak ve ödevine sahip oldukları hususu tartışılmaz bir gerçektir.
Mahkemece iade kararı benimsenerek duruşma açılması halinde, artık önceki hüküm varlığını yitirmiş olacak ve yeniden hüküm verme zorunluluğu doğacaktır. Verilen yeni hükmün önceki ile aynı olması veya değişik olması da, “yeni hüküm” olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaya¬caktır. Artık; duruşma açılmakla, mahkeme için öncekinden bağımsız ve yeni bir hüküm verme olanağı doğmuş olacaktır.
Bu nitelikteki bir hükmün temyizen incelenebilmesi; 1412 sayılı Yasanın 305. maddesindeki re’sen temyize ilişkin koşullar saklı kalmak kaydıyla, yasa yoluna başvuru hak ve yetkisine sahip kişiler tarafından, usulüne uygun olarak temyiz edilmiş olmasına bağlıdır.
Kendine özgü ve geçiş dönemine ilişkin bir düzenleme olan bu hükmün, bir takım adaletsizliklere neden olacağı veya başlamış olan temyiz sürecini sona erdirmesi nedeniyle mevcut yasalarla çatıştığı ve genel ilkelere aykırı olduğu ileri sürülebilirse de, açık olan yasal düzenleme karşısında başka türlü bir uygulama yapma olanağı bulunmamaktadır. Diğer yönden; bu hüküm, başlamış olan temyiz sürecini sona erdirmekte ise de, ilgililerin yasa yoluna başvuru haklarını ortadan kaldırmamakta, yeniden hüküm verilmekle ilgililer bu haklara yeniden sahip olmakta ve yeni bir süreç başlatabilmektedirler.
İnceleme konusu somut olayda, iade kararı üzerine mahkemece duruşma açılarak yeniden karar verilmiştir, verilmiş bu kararın öncekinin aynı veya farklı olması verilen hükmün yeni olma niteliğini değiştirmemektedir.
Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesince iade üzerine verilen 02.02.2006 gün ve 614-9 sayılı hüküm; yasa yollarına başvurma hak ve yetkisi bulunan kişilerce temyiz edilmediğinden ve re’sen de temyize tabi olmadığından kesinleşmiştir. Yukarıda da açıklandığı üzere; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının iadesinde önce yapılmış olan temyiz başvurularının halen geçerliliklerini sürdürdükleri kabul edilemez. Bu nedenle Adalet Bakanınca yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulmasının koşulları oluştuğundan Özel Dairenin yasa yararına bozma isteminin reddine ilişkin kararı yerinde değildir.
Bu itibarla itirazın kabulüne ve yasa yararına bozma istemi nedeniyle yeni bir karar verilmesi için dosyanın Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmesi gerekir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi Hasan Gerçeker; “5320 sayılı, CMK.nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 8. maddesinin 2. fıkrası ile Yargıtay C.Başsavcılığına tanınan yetki (geri çevirme) yasa maddesinden açıkça anlaşılacağı üzere, lehe yasa değerlendirmesi yapılmasının açıkça anlaşılması koşuluna bağlı, sınırlı bir yetki olup, bu yetkiye Anayasa’nın ve yasaların Yargıtay Dairelerine tanıdığı temyiz davasını inceleyerek sonuçlandırmak, başka bir deyimle bir daire bozma kararı gibi nitelendirerek buna göre hukuki değer atfetmek kesinlikle mümkün değildir. Aksine bir kabul ve uygulama gerek yasalara, gerekse de Anayasa’ya aykırılık oluşturur. Konu esasen Anayasa Mahkemesinin de günde¬mindedir.
Anayasa’da ve Yasalarda yargı yetkisinin ne şekilde kimler tarafından kullanılacağı açık ve kesin bir şekilde belirlenmiştir.
Yargı yetkisi bağımsız mahkemeler tarafından yerine getirilir.
Bağımsız mahkemeler tarafından verilen kararların hukuka uygunluğunun denetlenmesi de yine bağımsız üst mahkeme Yargıtay Özel Daireleri ya da Genel Kurulları tarafından yapılabilir.
C.Savcılığının bir bağımsız mahkeme kararını bozarak ortadan kaldırma gibi, kendilerinin bile kabul etmediği bir yetki kullanmaları söz konusu olamaz.
Yerel Mahkeme kararına karşı tarafların usulüne uygun olarak yapmış bulundukları temyiz başvurusunun bu konuda açık bir vazgeçme olmadıkça yok sayılması, hak arama özgürlüğüne de aykırıdır.
Bu yetkiyi bozma kararı gibi düşündüğümüzde bir çok sorun ortaya çıkacaktır.
Örneğin; aleyhe temyiz olduğunda Başsavcılıkça geri çevrilen dosyayı ele alan Yerel Mahkeme ilk verdiği kararda sanık aleyhine değişiklik yapabilecek midir?
Kanımızca bu mümkün değildir. Yasal olarak ta olanak bulunmamaktadır.
Zira yasa maddesinden de açıkça anlaşılacağı üzere bu sınırlı yetki yalnızca yeni Yasanın (5237 sayılı TCK) lehe olması halinde uygulanması ile sınırlıdır ve bu yetki sonucu yapılacak işlem bir tespitten ibarettir.
Yeniden delil toplama, delillerin değerlendirilmesi, suçun sübutu ve vasfı gibi hususların değişmesi söz konusu değildir.
Yeniden tesis edilecek hüküm, eski hükmü ortadan kaldırmayıp, koşulları varsa sadece uygulama yönünden (5237 sayılı TCK) değişiklik getirici bir ek karar niteliğindedir. Doktrinde de görüşler bu doğrultudadır.
Eğer yeni yasa lehe değil ise bu yetkinin kullanılması söz konusu bile olamaz.
Yasal zorunluluk olarak duruşma açılması da bu konuda etkili değildir. Lehe yasa değerlendirmesinin daha sağlıklı olarak yapılması amacıyla böyle bir koşul öngörülmüştür.
Daha önce de birçok yasa değişikliklerinde, örneğin; 4959,4963 Sayılı Kanun gibi talep üzerine duruşmalı olarak karar verildiği halde, önceki hükmün ortadan kalkması hiçbir zaman söz konusu olmamıştır.
Esasen Yargıtay C. Başsavcılığının gerçek görüşü de bu doğrultuda idi. Konuya ilişkin önceki itirazları da bunu göstermektedir.
Bu itiraz da Yüksek Kurulun görüşünün değişmesi olasılığı gözetilerek yapılmıştır. Geçerli bir temyiz vardır ve bu temyiz talebi henüz bu konuda yasal yetkili olan Dairemizce görüşülüp sonuca bağlanmamıştır.
Belirtilen bu nedenlerle itirazın reddi gerektiği düşüncesinde olduğumdan, sayın çoğunluğun aksine görüşüne katılamıyorum.” biçimindeki görüşle; diğer bir Kurul Üyesi de benzeri görüşle, itirazın reddi yönünde oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2-Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 20.11.2006 gün ve 4803-6385 sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3-Adalet Bakanının yasa yararına bozma istemi ile ilgili olarak inceleme yapılmak üzere dosyanın Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 23.01.2007 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.”