Yargıtay Kararı Büyük Genel Kurulu 2016/4 E. 2016/4 K. 13.05.2016 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Büyük Genel Kurulu
ESAS NO : 2016/4
KARAR NO : 2016/4
KARAR TARİHİ : 13.05.2016

MAHKEMESİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu İlk Derece Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasında yapılan yargılama sonunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca;
“Davacı yargısal faaliyet nedeniyle 6100 sayılı HMK’nun 46. maddesine dayanarak tazminat isteminde bulunmuştur.
Davacı 28/06/2013 tarihli dava dilekçesinde; Gaziantep Asliye Ticaret Mahkemesinde (Gaziantep Asliye Ticaret Mahkemesi, 2007/410,117 sayılı dosya) açtığı dava da, davalı Selçuk İplik San. Ve Tic AŞ. tarafından üretilen malların Yunanistan’daki çeşitli firmalara satılmasına rağmen kendisine ödenmesi gereken komisyon bedelleri ödenmediğini iddia ederek alacak davası açtığını, mahkemece, yapılan işin mahiyetinin tellallık değil, sözlü acentelik olarak kabul edilerek hüküm kurulduğunu, ne var ki Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından kararın bozulduğunu, Dairece taraflar arasındaki hukuki ilişkinin tellallık ilişkisi olduğunun kabul edildiğini, bunun ise Kanun’un açık emrine aykırı olduğunu, ihbar edilen hakimlerin HMK’nın 46. Maddesinin (a),(c),(ç),(d) ve (e) bentlerine aykırı davrandıklarını iddia ederek 1.000.000 TL manevi ve 1400.000 TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı … vekili ise HMK 46 maddesinin şartların oluşmadığını, asıl davanın derdest olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Dava dilekçesinin esasa kayıt edilmesini takiben dosya 10.07.2013 tarihinde gündeme alınmış, yapılan görüşmeler sonunda naip üye tayin edilmiş ve dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra 6100 sayılı HMK 138. maddesi gereğince dosya üzerinden dava şartları incelenmiş ve dava şartları bakımından eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir.
6100 sayılı HMK’nun 116. maddesindeki ilk itiraz ileri sürülmediği için herhangi bir inceleme yapılmamıştır.
6100 sayılı HMK’nun 48. maddesi gereğince dava, dava konusu yargısal faaliyette imzası bulunan Daire Başkanı ve üyelerine ihbar edilmiştir.
Taraflar 6100 sayılı HMK 139. ve 147. maddeleri gereğince meşruhatlı davetiye ile ön inceleme duruşmasına, aynı Kanun’un 140. maddesi gereğince de ön inceleme duruşması yapıldıktan sonra tahkikat duruşmasına davet edilmişlerdir.
Ön inceleme aşamasında, dava dilekçesinde belirtilen ancak henüz ibraz edilmeyen mahkeme dosyalarının asılları ilgili mahkemelerden istenilmiş ve dosya içine alınmıştır.
Davalı vekili, davanın esasını teşkil eden Gaziantep Asliye Ticaret Mahkemesine ait 2007/410,117 sayılı dosyanın kesinleşmediğini, bu nedenle dava şartı yokluğu nedeni ile davanın usulden reddedilmesi gerektiği savunmuş ise de; 21.02.2014 gün ve 6526 sayılı Kanun ile 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu 93/A maddesinin kaldırılması karşısında yargısal faaliyete esas davanın kesinleşmesi artık dava şartı olmaktan çıkmıştır.
Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan işin esası hakkındaki görüşmelere geçilmeden önce, dava konusu dosyanın aşamaları hakkında kısaca bilgi verilmesi gereklidir;
Davacı …, davalı Selçuk İplik Sanayi Ve Tic AŞ. aleyhine 02.11.2007 tarihinde açtığı alacak davasında; davalının, ürettiği malların Yunanistan’daki çeşitli firmalara satılmasında aracılık yaptığını, acentelik faaliyetinden dolayı ödenmesi gereken komisyon bedelleri ödenmediğini iddia ederek alacak isteminde bulunmuştur.
Mahkemece alınan bilirkişi raporunda (06.08.2009), taraflar arasındaki ilişkinin sözlü acentelik ilişkisi olduğu, alacağın zaman aşımına uğramadığı, davacının 133.527 EURO alacağı bulunduğu, alacağa kanuni faiz uygulanması gerektiği görüşü belirtilmiştir. Bir bilirkişi rapora muhalif kalmış ise de, söz konusu muhalif bilirkişide taraflar arasındaki sözleşmenin acentelik ilişkisi olduğunu kabul etmiştir.
İtiraz üzerine alınan bilirkişi raporunda (22.11.2010) ise taraflar arasında 06.09.2002-31.12.2005 tarihleri arasında gerçekleşen ticari ilişkinin TTK 100. maddesi kapsamında tellallık faaliyeti olduğu,31.12.2005 tarihi itibariyle davacının tahsil edilmemiş 2.213,54 EURO tellaklık ücreti alacağı bulunduğu, ancak hesaplanan 2.213,54 EURO tellallık alacağının TTK’nun 106. maddesi gereğince dava tarihi (02.11.2007) itibariyle zamanaşımına uğradığı şeklinde görüş bildirilmiştir.
24.10.2011 tarihli bilirkişi raporunda ise, davacı tarafın aracılık faaliyetine ilişkin sözleşmenin imzalandığı 06.09.2002 tarihinde, acentelik faaliyetine ilişkin gerekli donanıma sahip olduğuna dair bilgi ve belgelerin dosyada bulunmaması ve ilgili sözleşmede Yunanistan’da yapılacak belirsiz sözleşmeler yerine 4 firma ile yapılacak sözleşmelerin aracılık faaliyetlerine konu yapılması nedeniyle, taraflar arasındaki ilişkinin tellallık ilişkisi olduğu, davacının 11.08.2005 tarihi itibariyle talep edebileceği alacak tutarının 12.213,54.- EURO olarak hesaplandığı, davacının yaptığı işin bilirkişi heyetimizce tellallık olarak değerlendirilmesi neticesinde TTK 106/11. Md. çerçevesinde huzurdaki davanın 1 yıllık sürede açılmadığı ve bu nedenle zamanaşımına uğradığı” şeklinde görüş bildirilmiştir.
Gaziantep Asliye Ticaret Mahkemesi, 16.02.2012 günlü karar ile dosya kapsamından yapılan işin mahiyetinin tellallık değil, sözlü acentelik olduğu anlaşıldığından, zamanaşımına uğramayan ve tahsil edilemeyen alacağın ödemesi gerektiği kabul edilmiş ve 296.349,82 TL’nin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, bu miktara asıl dava değeri olan 40.000 TL için dava tarihinden itibaren ticari avans faizi işletilmesine, ıslah miktarı olan 256.349,82 TL için de ıslah tarihi olan 09.12.2009 tarihinden itibaren ticari avans faizi işletilmesine karar verilmiştir.
Temyiz istemi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 10.06.2011 gün ve 2012/5206,129 sayılı bozma kararı ile mahkeme kararı bozulmuştur.
Yüksek Daire bozma gerekçesinde;
“…
1- Dava, bakiye komisyon bedelinin tahsili istemine ilişkin olup, davalının ürettiği malların Yunanistan’a ihraç edilmesinde davacının aracılık ettiği, bu hizmetinin bedeli olarak % 3 oranında davalı şirketten, % 2 oranında ise ihracat yapılan firmadan komisyon aldığı, dava konusu döneme ilişkin olarak taraflar arasındaki ticari ilişkinin 06.09.2002 ile 31.12.2005 tarihleri arasında gerçekleştiği dosya kapsamı ile sabittir. Taraflar arasındaki asıl uyuşmazlık, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin mahiyetinin ne olduğu, başka bir deyişle hukuki ilişkinin acentelik ilişkisi mi yoksa ticari tellallık ilişkisi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.
… fatura örneklerinden davacının kendi nam ve hesabına bir mal alım ve satım işlemi gerçekleştirmediği, Yunanistan’daki firmalara karşı hiçbir yükümlülük altına girmediği açık olup, acentelik muayyen bir yer veya bölge içinde daimi bir surette ticari bir işletmeyi ilgilendiren akitlerde aracılık etmeyi veya bunları o işletme adına yapmayı meslek edinen kimseye verilen unvan olması, 06.09.2002 tarihli belgeye göre davalıyı Yunanistan’da tüm işletmelere karşı değil, sadece 4 işletmeye karşı temsil etme yetkisi vermesi davacının hem davalıdan hem de , Yunanistan’daki firmalardan da komisyon alması, davacı vekilinin 19.12.2007 tarihli dilekçesi ile de kabul ettiği üzere, tellallık faaliyeti kapsamında kaldığının kabulü gerekir.
Öte yandan, acentelik faaliyetinin süreklilik arz etmesine karşın, tellallık geçici nitelikte olup tellal tek veya sınırlı sayıda sözleşmenin yapılmasına aracılık etmek üzere atanırken, acente belirli bir bölgede önceden belirlenmemiş sayıda sözleşme yapma konusunda görevlendirilmektedir. Acentelik faaliyetinin gerektirdiği süreklilik şartı, sadece aracılık işleminin belli bir devamlılıkta, birden fazla yapılması ile gerçekleşmediği, bu bağlamda davacı tarafından yürütülen faaliyetin süreklilik niteliğinin hukuki anlamda oluşmadığı da açıktır.
Bu durumda, mahkemece, yukarıdaki açıklamalar ve saptamalar doğrultusunda taraflar arasındaki hukuki ilişkinin tellallık ilişkisi olduğunun kabulü ile sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken yanılgılı hukuki nitelendirmeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.” gerekçesi ile yerel mahkeme kararını bozmuş, karar düzeltme istemi ise 02.07.2013 tarihinde reddedilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 48. Maddesindeki tazminat davası dilekçesinde hangi sorumluluk sebebine dayanıldığının bildirilmesi zorunluluğu karşısında davacı ihbar edilen hakimlerin HMK 46/1-(a), (c), (ç), (d) ve (e) maddelerine aykırı davrandığını iddia ederek tazminat isteminde bulunmuştur.
6100 sayılı HMK 46 maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmıştır. HMK 46. maddesine göre Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı ancak aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.
şeklindedir.
Davacının dayandığı hukuki sorumluluk nedenlerinden HMK 46. maddesinin (a) bendine göre hakimin sorumlu tutulabilmesi için;
Kanunumuz burada hâkimin taraflardan birini kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olmasını bir hukukî sorumluluk hali olarak düzenlemiş bulunmaktadır. Hâkimin bu bent hükmüne göre hukuken sorumlu tutulabilmesi için kararın hukuka aykırı olması yeterli değildir. Hakim hukuka aykırılığı taraflardan birini kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle yapmış olmalıdır. Bundan başka kanunda belirtilmemiş olmasına rağmen, hâkimin kasten hukuka aykırı karar vermesi gerekir ki davacı tarafın eldeki davada ihbar edilen hakimlerin kasten hukuka aykırı karar verdiklerine dair bir delil ileri sürmediği gibi eldeki deliller ile de ispat edilememiştir.
HMK 46. Maddenin (c) bendine göre hakimin sorumlu tutulabilmesi için ise (a) bendinde olduğu gibi sübjektif bir unsura yer verilmemiş, fakat açıkça kanuna aykırılık şartı aranmıştır. Bir kanun hükmü farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin değilse, bir başka deyişle hakim görüşünü hukuki dayanaklara ve bilimsel görüşlere dayandırarak farklı bir bakış açısı getirmiş veya delillerin takdirinden elde ettiği kanaat ile uyuşmazlığı sonuçlandırmış ise artık burada hakimin sorumluluğundan bahsetmek mümkün değildir. Eldeki davada ihbar edilen hakimler tarafların ileri sürdüğü delilleri ve bilirkişi raporlarını takdir ederek sonuca gitmiş ve hakimler ileri sürülen temyiz itirazlarını gerekçeli bir şekilde reddetmiş ve mahkeme kararını dosya içindeki deliller ve bilirkişi raporlarına göre bozmuştur.
Davacı, (ç) duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması haline de dayanmıştır.
Kanunumuzun bu hükmünü 154. maddenin ışığı altında yorumlamak gerekir. Bu maddeye göre yargılamanın işleyiş tarzı ancak tutanak ile ispat edilebileceğinden, hâkim zapta geçirilmeyen bir olaya dayanarak karar verirse, bu olayın aslında duruşma sırasında beyan edilmiş olduğunu isbat etse dahi sorumlu tutulur. Zira belirli bir olayın cereyan ettiğine ilişkin iddianın duruşma sırasında bildirildiği, ancak bunlara ilişkin beyanların zapta geçirilmesi ile ispat olunabilir. HMK 46/(ç) bendinde düzenlenmiş sorumluluk halinin doğması için de hâkimin kastına veya ağır kusuruna dayanan bir hareketinin varlığı şarttır. Bu nedenle tutanağa aykırı karar verilmesi hâkimin bir ihmalinden kaynaklanmış olsa bile, hakimin kastı veya ağır kusur bulunmadığından sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.
Dayanılan bir diğer bent olan (d) duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması halinde ise; Hâkimin bu bent hükmüne dayanan fiili cezaî sorumluluğunu gerektiren suç teşkil eden bir fiildir. Tefhim veya tebliğ edilen tutanak, hüküm veya kararın değiştirilmesi veya tahrif edilmesi, dinlenmeyen bir şahidin dinlenmiş gibi ifadelerinin tutanağa geçirilmesi, mevcut olmayan bilirkişi beyanlarına yer verilmiş olması, taraf ifadelerinin sonradan tahrif edilerek değiştirilmesi, söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmesi ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması hep bu bent hükmüne giren sorumluluk halleridir. Bu bende göre hâkimin sorumlu tutulabilmesi için, hâkimin kasıt veya hilesinin ispat edilmesi gerekir. Bu ise, ancak tutanağın aksinin bir sahtelik davası ile ispat edilmesiyle mümkün olabilir. Eldeki davada böyle bir iddiaya yönelik delil ileri sürülmediği gibi, sahteliğe yönelik açılan herhangi bir dava da yoktur.
Davacının dayanağı olan (e) hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması sebebine gelince;
Mülga 1086 s. HUMK’nın 573/6 maddesinde de düzenlenmiş bu halin örnekleri aynı Kanun’un 574. maddesinde belirtilmiş ise de Mülga 1086 s. HUMK 574. maddesi 6100 sayılı Hukuk muhakemeleri Kanunu’na alınmamıştır. Kanunen kabul edilebilir bir dilekçeyi sebepsiz reddetmek, dilekçe hakkında kasten olumlu veya olumsuz bir karar vermemek, dilekçeyi sürünceme de bırakmak veya görülmeye hazır ve sırası gelmiş iken bir takım usul ve yasaya aykırı özürler beyanı ile kötü niyetle davaya devam etmemek örnek olarak sayılabilecektir. Bu bent hükmüne dayanan sorumluluktan bahsedebilmek için de hâkimin kastına dayanan bir hareketinin varlığı şarttır. Eldeki davada ise ihbar edilen hakimlerin hakkın yerine getirmediklerine yönelik bir delil ileri sürülmediği gibi, eldeki deliller ile de ispat edilememiştir.
Yukarıda da ifade edildiği üzere belirtilen sorumluluk sebeplerinin bulunduğunun davacı tarafından ispat edilmesi gereklidir. Ne var ki davacı bu yükümlülüğünü yerine getirememiştir. Bu nedenle hukuki sorumluk şartlarının gerçekleştiğinin kabul edilmesi mümkün değildir.
Disiplin para cezasına gelince; Davanın esastan reddine dikkate alındığında, 6100 sayılı HMK’nin 49 maddesi gereğince esastan reddedilen dava nedeniyle davacı yanın takdiren 500 TL disiplin para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
HÜKÜM: yukarıda açıklandığı üzere;
1.Davanın esastan reddine,
2.HMK 49 maddesi uyarınca takdiren 500,00 TL disiplin para cezasının davacıdan tahsiline,
3.Adli yardım talebinin kabul edilmesi nedeniyle davacından alınmayan;
-37,25 TL başvuru harcının davacıdan alınarak hazineye irat kaydına,
-25,20 TL karar ve ilam harcının davacıdan alınarak davalı hazineye verilmesine,
-Tebligat giderleri için kullanılan 59,00 TL’nin davacıdan alınarak hazineye irat kaydına,
4.Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 12 maddesi gereğince reddedilen maddi tazminat için 64.900,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5.Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 10/3 maddesi gereğince reddedilen manevi tazminat için 3.000,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,”
Dair taraf vekillerinin yüzünde oybirliği ile verilen, 18.12.2014 gün ve 2013/14-10 sayılı karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

BÜYÜK GENEL KURUL KARARI

Davacının temyiz istemi üzerine dosyadaki kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:
Hukuk Genel Kurulunca yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
İşin esasına girilmeden önce önsorun olarak 6100 sayılı HMK 47. maddesinde 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile yapılan değişikliğin eldeki davaya görev bakımında etkisi tartışılmıştır.
Öncelikle önsoruna etkili mevzuat değişikliğinden bahsedilmesi gereklidir;
6100 sayılı HMK 46. maddesinde sayılan nedenlerle açılacak tazminat davalarında görevli mahkeme aynı Kanun’un 47. maddesinde düzenlenmiştir.
Dava tarihinde yürürlükte olan 6100 sayılı HMK’nın “davaların açılacağı mahkeme” başlıklı 47. maddesi;
“MADDE 47- (1) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Yargıtay ilgili hukuk dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca; bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi ise Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılır.” şeklinde düzenlenmişti.
İlgili madde, 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile başlığı aynı kalmak üzere;
“MADDE 47- (1) (Değişik: 1/4/2015-6644/3 md.) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile üyeler katılamaz.” şeklinde değiştirilmiştir.
Yayım tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilen değişiklik, 10.04.2015 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve derdest davalar bakımından herhangi bir hüküm getirilmemiştir.
Mevcut bu hale göre, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Devlet aleyhine açılan tazminat davasında görevli mahkeme ilk derece mahkemesi sıfatı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu iken, değişiklik ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesi olmuştur.
6100 sayılı HMK 114 maddenin (c) bendinde “mahkemenin görevli olması” dava şartı olarak düzenlenmiştir. Mahkemenin dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırması gerektiği ve tarafların da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebileceği kanunun amir hükmüdür.
Dava şartının eksik olması halinde nasıl bir usul işlemi yapılacağı ise 6100 sayılı HMK 115 maddesinde belirlenmiştir. Kural olarak dava şartı noksanlığını tespit edilmesi halinde davanın usulden reddine karar verilmesi asıl ise de, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verilmesi, verilen bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmesi gereklidir.
Kanun koyucu, başlangıçtaki dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, artık başlangıçtaki bu dava şartı noksanlığından ötürü dava usulden reddedilemeyeceğini de 6100 sayılı HMK 115. maddenin 3. fıkrasında düzenlemiştir. Ancak dava açılırken gerçekleşmiş olan veya dava açılırken bulunmayan ancak hüküm anında gerçekleşmiş olan bir dava şartının hükümden sonra değiştirilmesi halinde derdest davalara uygulanacağına dair bir hüküm de bulunmamaktadır.
Somut olaya gelindiğinde; temyize konu dava, 6100 sayılı HMK’nın 47. maddesi dikkate alınarak ilk derece mahkemesi sıfatı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda 28.06.2013 tarihinde açılmıştır. Yapılan yargılama sonunda 18.12.2014 tarihinde davanın esastan reddine karar verilmiş, hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 6100 sayılı HMK 47. maddesi değiştirilmiştir. Bir diğer deyişle dava tarihinde ve hüküm anında gerçekleşmiş bulunan dava şartı temyiz aşmasında değiştirilmiş bulunmaktadır.
Görüşmeler sırasında azınlıkta kalan üyeler, dava tarihinde görevli mahkemede açılan davanın hüküm verilmeden veya verildikten sonra görevli mahkemenin değişmesi halinde görevsizlik kararı verilemeyeceğini, hukuk devleti kavramının bir unsuru olan ve 1982 Anayasasının 37. maddesinde, “hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.” şeklinde ifade edilen doğal hakimlik ilkesi gereğince davanın açıldığı tarihteki görevli mahkemenin eldeki davaya bakması gerektiğini, davadan hatta hükümden sonra kurulmuş bir mahkemede yargılamaya devam edilmesinin doğal hakimlik ilkesini zedeleyeceğini ve bunun keyfiliğe neden olacağını ve hukukun temel prensiplerine aykırı olduğunu, 6644 sayılı Kanunda derdest davalar hakkında açık bir düzenleme bulunmadığına göre görev konusundaki bu düzenlemenin temyize konu eldeki dava hakkında uygulanamayacağını savunarak işin esasının görüşülmesi gerektiği savunulmuş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.
Kurul çoğunluğu ise; göreve dair hükümlerin 6100 sayılı HMK’nın 1. maddesi gereğince kamu düzenini ilgilendiren hükümler olduğu, bu nedenle yargılamanın her aşamasında resen dikkate alınması gerektiği, usul hükümlerinin derhal uygulanması ilkesince değişiklik yapan Kanunda düzenlemenin derdest davalar uygulanmayacağına dair açık bir düzenleme bulunmaması halinde derhal uygulanması gerektiği, bu nedenle 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 6100 sayılı HMK 47. maddesi gereğince kararın bozulması gerektiği kabul edilmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacının temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, 13.05.2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

HMK’nın 47/1. maddesi uyarınca, Yargıtay başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Devlet aleyhine açılmış olan tazminat davalarının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülmesine ilişkin hüküm, 11.04.2015 tarihinde yürürlüğe giren 6644 Sayılı Yargıtay Kanunu ile Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla değiştirilmiş olup, bu görev Yargıtay 4. Hukuk Dairesine verilmiştir. Sözü geçen değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihte, HGK’da ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen ve derdest olan davalarda, ne yönde hareket edileceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bu durumda, aksine bir hüküm bulunmadığı için görevli mahkemeyi değiştiren düzenlemenin, 6644 sayılı Kanun hükmünün yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalar için geçerli olduğu kabul edilmelidir. Usulle ilgili değişikliklerin derhal yürürlüğe gireceğine ilişkin ilke, görevli mahkemeye ve görevli mahkemenin değiştirilmesine ilişkinse geçerli değildir. Nitekim HMK’nın Geçici 1/1. maddesinde, “Bu Kanunun göreve ilişkin hükümlerinin, Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış davalarda uygulanmayacağı” hükme bağlanmıştır. Bu düzenleme, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 37. maddesinde yer alan, “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz” kuralının gereğidir. Davadan önce kurulmuş bir mahkemede görülmekte olan davanın, çıkarılan kanunla başka bir mahkemeye verilmesi, davaya göre yeni bir mahkeme oluşturma ile aynı anlama gelir. Ayrıca HGK, 4. Hukuk Dairesine göre daha teminatlıdır. Yine, HGK’nın, esastan karara bağladığı dosyayı, görevsizlik kararı ile gönderileceği Yargıtay 4. Hukuk Dairesince karar verilmesinden sonra temyiz mercii sıfatıyla karara bağlayacak olması da, ihsası rey gibi değerlendirilecek ve çelişki oluşturacaktır. Bu hususlar, Anayasanın 90. maddesi hükmü gereği iç mevzuat sayılan AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” ile ilgili 6. maddesine de aykırılık teşkil eder.
Açıklanan nedenlerle, 6644 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin burada uygulanamayacağı görüşündeyim. 13.05.2016

6. Ceza Dairesi Üyesi

KARŞI OY

Dava; Yargısal faaliyet nedeniyle hakimin sorumluluğuna dayandırılan tazminat istemine ilişkindir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca dava reddedilmiş; davacı anılan kararı temyiz etmiş, Yargıtay Büyük Genel Kurulu önüne temyiz incelemesi için gelmiştir.
Temyiz incelemesi için gelen dosyadaki uyuşmazlık, 6644 sayılı Kanun ile 6100 sayılı HMK’nın 47. maddesinde yapılan değişikliğin eldeki uyuşmazlığa uygulanıp uygulanmayacağı, dolayısıyla Yargıtay Büyük Genel Kurulunun bu uyuşmazlık temyiz incelemesi görevlinin bulunup bulunmadığı, buna dayalı olarak da Yüksek Hukuk Genel Kurulunun çözümleyip karara bağlandığı uyuşmazlıkta görevli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
6100 sayılı HMK’nın 47. maddesinde “Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hakimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili Hukuk Dairesinde, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Yargıtay ilgili Hukuk Dairesi’nde tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca; bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi ise Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılır.” denilmektedir.
6644 sayılı Yargıtay Kanunu ile Hukuk Mahkemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunu’nun 3. maddesinde “12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 47. maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.” “(1) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hakimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay 4. Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama Yargıtay 3. Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesinde kararı veren Başkan ve üyeler katılamaz” denilmektedir.
Uyuşmazlık konusu dava 6644 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce Hukuk Genel Kurulunca açılmış, Hukuk Genel Kurulunca da anılan kanun yürürlüğe girmeden önce esastan karara bağlanmış ve davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Eldeki uyuşmazlıktaki çözümlenmesi gereken sorun; yeni yürürlüğe giren hükümlerin mevcut uyuşmazlıklara uygulanıp uygulanmayacağı ve asıl önemlisi davaya ilk derece mahkemesi sıfatı ile bakan ve esastan karar veren Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, göreve ilişkin bozmadan sonra bu kez ilk derece mahkemesi sıfatıyla karar verece olan Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararını temyiz mahkemesi sıfatıyla inceleyip incelemeyeceği noktasında düğümlenmektedir.
Genel Kural; her davanın açıldığı tarihteki koşullara göre görülmesi ve çözümlenmesidir. Hukuk Genel Kurulunun 2006/11-58 E, 2006/225 K. ve 2007/11-189 E., 2007/193 sayılı kararlarında belirtildiği gibi, davanın açıldığı sırada görevli mahkemenin dava açıldıktan sonra görevlinde yapılan değişikliğin artık o davayı etkilememesi gerekir. Bir dava görevli mahkemede doğru olarak açıldıktan sonra, görevle ilgili değişiklikler artık bu davayı etkilememelidir. Zira görevli mahkemede dava açıldıktan sonra yapılan değişiklik, görevsizlik kararı verilmesine neden olursa, o davanın yeni görevli kılınan mahkemeye (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi) gönderilmesi gerekecek ve gereksiz yere zaman ve gerekiyorsa masraf da yapılmış olacaktır. Esasen kişiler dava açtıkları tarihteki mahkemeyi bilerek dava açmak durumundadırlar; bu kişilerden (davacı) müstakbel veya muhtemel Kanun değişikliklerini de tahmin ederek dava açmaları beklenemez. Aksi halde böyle bir uygulama hukuki ve güven ilkesi ile de bağdaşmayacaktır. Herkes dava açıldığı sırada bağlı olduğu mahkeme ve hakim önünde yargılanma, hak arama hakkına sahiptir. Daha sonra yapılan değişikliklerle mahkemenin ve hakimin değiştirilmesi hukuk devleti kavramı ile bağdaşmayan sonuçlar doğurabilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu somut olayda hem ilk derece mahkemesi sıfatıyla esastan karar vermiş olacak, hemde Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin bozmadan sonra esastan veya usulden vereceği kararın temyiz mercii olarak anılan uyuşmazlık hakkında karar vermek zorunda kalacaktır ki, bu da hem ihsası rey itirazlarını, hemde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bu uyuşmazlıkta hem ilk derece mahkemesi olarak hemde temyiz mahkemesi olarak karar verilmesi gibi bir sorunu da ortaya çıkaracaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 142. maddesine görev; “mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri Kanunla düzenlenir.” Anayasa’nın “Kanuni hakim güvencesi” başlığını taşıyan 37. maddesi, “Hiç kimse Kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz” hükmünü öngörmektedir. Uygulamada ve bilimsel çevrelerde Kanuni hakim güvencesi; uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkemenin, o uyuşmazlığın doğmasından önce Kanunen belli olması şeklinde tanımlanmıştır. 1982 Anayasası’nı kabul eden Danışma Meclisinin Anayasa Komisyonunun gerekçesinde, “bu suretle davanın olaydan sonra çıkarılacak bir Kanunla yaratılan bir mahkeme önüne getirilmesi yasaklanmakta yani kişiye yahut olaya görev kişiyi yahut olayı göz önünde tutarak mahkeme kurma imkanı ortadan kaldırılmaktadır. Bu ise tarafsız yargı merciinin ilk gereğidir” denilmektedir. Dikkat edilecek olursa Anayasa’daki bu düzenleme hukuk ya da ceza davaları veya Yüksek Yargı yerleri yönünden herhangi bir ayrım gözetmemiş olup, uyuşmazlığın doğduğu tarihte, bu uyuşmazlığı çözecek olan mahkemenin belli olması durumunda, yargılama yapacak veya yargılamaya devam edecek mahkemeyi gösteren yasal bir düzenleme yapılmadığı takdirde, davanın mutlaka bu mahkeme tarafından çözüme kavuşturulması gerektiği Anayasa buyruğudur.
Şu durumda 13/04/2015 tarihinde yürürlüğe giren 6644 sayılı Kanun’un 3. maddesindeki göreve ilişkin düzenlemede görev hususunda eldeki davalara ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığından, her uyuşmazlık meydana geldiği tarihte bu işe bakacak olan mahkemece, olayımızda Hukuk Genel Kurulunca çözümleneceğinden, başka bir anlatımla her dava açıldığı koşullara görev görülüp, çözüleceğinden, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ilk derece mahkemesi sıfatıyla görevli, Yargıtay Büyük Genel Kurulu da temyiz mahkemesi sıfatıyla görevle olduğundan işin esasının incelenip karara bağlanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun görev yönünden oluşan bozma kararına katılmıyorum.

4. Hukuk Dairesi Üyesi

KARŞI OY

Hukuk Genel Kurulu’nun HMK’nun 47. maddesi gereğince ilk derece mahkemesi olarak bakıp karara bağladığı işbu dava süresince, yani davanın kendisine intikalinden hüküm verilinceye kadar geçen sürede görevli bir heyet olduğu konusunda çekişme bulunmamaktadır.

Ancak hüküm verildikten sonra HMK’nun 47. maddesi 01.04.2015 tarihli ve 6644 sayılı kanunla değiştirilerek Hukuk Genel Kurulu’nun ilk derece mahkemesi olarak yürüttüğü bu görev 4. Hukuk Dairesi ile 3. Hukuk Dairesi’ne verilmiştir. Hukuk Genel Kurulu da bu değişiklikten sonra elinde bulunan derdest dosyalar bakımından doğal olarak görevsizlik kararı vermiştir.
Anılan değişiklik HMK’nun 47. maddesinde meydana gelmiştir. HMK’nun zaman bakımından uygulanmasına ilişkin 448. maddesinin amir hükmüne göre “Bu kanun hükümleri tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.”
Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nca temyiz incelemesi yapılan Hukuk Genel Kurulu kararı hüküm verilmekle tamamlanmış bir muhakeme işlemidir. Bu itibarla HMK’nun 47. maddesindeki değişiklikten etkilenmesi söz konusu değildir.
O halde temyiz incelemesi yapılan Hukuk Genel Kurulu kararının esasının incelenerek bu yönde bir karar verilmesi gerekirken; eldeki davaya zaman bakımından uygulanması mümkün olmayan kanun değişikliğine dayanılarak anılan kararın Hukuk Genel Kurulu’nca görevsizlik kararı verilmesini teminen bozulmasının yerinde olmadığı görüşünde olduğumdan saygıdeğer çoğunluğun görüşüne muhalifim. 13.05.2016

19. Hukuk Dairesi Üyesi