YARGITAY KARARI
DAİRE : Büyük Genel Kurulu
ESAS NO : 2016/3
KARAR NO : 2016/3
KARAR TARİHİ : 13.05.2016
MAHKEMESİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu İlk Derece Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasında yapılan yargılama sonunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca;
“Davacı yargısal faaliyet nedeniyle 6100 sayılı HMK’nun 46. maddesine dayanarak tazminat isteminde bulunmuştur.
Davacı … 06/05/2013 harç tarihli dava dilekçesinde özetle; 27.05.1950 tarihli ana sözleşmeyi ihdas ettiklerini, ana sözleşmenin 58. maddesi hükmüne göre yasal indirimden sonra net kârın %5’inin (yüzde beşinin) 100 adet kurucu intifa senedi sahibine verilmesinin taahhüt ve kabul edildiğini, sözleşmenin 58. maddesine göre bir adet kurucu intifa senedi sahibine verilmesi gereken kâr payı miktarının indirimden sonraki bakiye kalan miktarın ikibinde biri (1/2000) olduğunu, 6762/TTK/madde 385 ve 455 âmir hükümlerine göre hissedarların sözleşmenin bütün maddelerini değiştirme hakkına sahip olduklarını, ancak kurucuların her birinin rıza ve muvafakatini ayrı ayrı almadan sözleşmedeki müktesep hakkı olan kâr dağıtım miktarında azaltıcı değişiklik yapılamayacağını, sermaye artırımında hissedarlar para vermiş olsa bile, Kurucuların kâr payı alma miktarında kısıtlama yapılamayacağını, bankanın ana sözleşmenin kâr dağıtım maddesine sınırlama eklemek suretiyle sözleşmenin tağyir edildiğini ve bunu esas alarak tarafına sahip olduğu bir adet kurucu intifa senedine ait kâr payı alma hakkının önlediğini, itirazın iptali hakkındaki haklı davasını Sayın Hakimlerin, ilgili yasa maddelerine aykırı gerekçelerle reddettiklerini, Sayın Yargıtay Hakimleri’nin de bu haksız kararı maalesef aynen onadığını ve bu suretle zararını mucip olduklarını, haksız kararlardan ötürü maruz kaldığı zararın icra inkar tazminatı ve masrafı olmak üzere toplam 150.000 TL olduğunu iddia ederek, 13.11.2008 tarihinden itibaren işleyen yasa faizi ile birlikte 150.000 TL tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı … vekili ise 2802 sayılı Kanun’un 93/A maddesi gereğince süresinde açılmış bir dava bulunmadığını, HMK’nın 46. maddesinin şartların oluşmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Dava dilekçesinin esasa kayıt edilmesini takiben dosya 14.06.2013 tarihinde gündeme alınmış, yapılan görüşmeler sonunda naip üye tayin edilmiş ve dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra 6100 sayılı HMK’nın 138. maddesi gereğince dosya üzerinden dava şartları incelenmiş ve dava şartları bakımından eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 116. maddesindeki ilk itiraz ileri sürülmediği için herhangi bir inceleme yapılmamıştır.
6100 sayılı HMK’nın 48. maddesi gereğince dava, dava konusu yargısal faaliyette imzası bulunan Daire Başkanı, üyeleri ve mahkeme hakimlerine ihbar edilmiştir.
Taraflar dayandıkları delilleri dosyaya ibraz etmişlerdir.
Davalı vekili, davanın Adalet Bakanlığı’na yöneltilmesi karşısında davanın öncelikle husumet nedeni ile reddine karar verilmesini istemiş ise de, bu durum 6100 sayılı HMK 124/3 maddesi çerçevesinde değerlendirilmiş, dava dilekçesi ve ekleri …’ne tebliğ edilerek muhakemeye devam edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca tayin edilen naip üye, 6100 sayılı HMK’nin 139. ve 147. maddeleri uyarınca meşruhatlı davetiye ile tarafları ön inceleme duruşmasına davet etmiş, aynı Kanun’un 137. ve 140. maddeleri uyarınca tarafların katılımı ile yapılan ön inceleme duruşmasından sonra, tahkikat duruşması için dosya heyete tevdi edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan işin esası hakkındaki görüşmelere geçilmeden önce, dava konusu dosyanın aşamaları hakkında kısaca bilgi verilmesi gereklidir:
Davacı, Türkiye Sınai Kalkınma Bankası AŞ’ne ait bir adet kurucu intifa senedine sahiptir. 1950 tarihli TSKB Anonim Ortaklığı Ana Sözleşmesinin 58/ (c) maddesine göre temettü dağıtımı yapılacaktır. 1992 yılında yapılan olağan genel kurul toplantısında temettü dağıtımına sınırlama getirilmiştir. Söz konusu genel kurulda “kurucu hisselerin ödenmiş sermayenin 200.000 TL lik bölümü ile sınırlı olarak gerekli karşılıklar ayrıldıktan sonra net kardan %5 pay alma hakları bulunduğu” oybirliği ile kabul edilmiştir.
Davacı, Beyoğlu Asliye Ticaret Mahkemesi’nde açtığı dava ile, 27.03.1992 tarihli Anonim şirket genel kurul kararının iptalini istemiştir. Beyoğlu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, (03.12.2008 gün ve 2008/89,2008/432 sayılı karar) “davacının intifa hakkı sahibi kurucu olması nedeniyle kendisini bağlamayan, diğer hak sıfatı bulunmadığından bu sıfatla katılmadığı bir genel kurul kararının iptalini istemesine yasal olanak da bulunmadığından, TTK’nun 402-403. maddesinden kaynaklanan hakkını genel kurul kararının iptalini istemeden kuruluşta varolan sözleşme koşullarına göre kar payının tahsilini talep etme hakkı her zaman mevcuttur. Davacı açısından bağlayıcı olmayan bu genel kurul kararı, davalı şirket yönünden sadece bir irade açıklaması mahiyetinde olduğundan açılacak böyle bir davada genel kurul kararının yerindeliği karar iptal edilmeksizin tartışılabilecektir. Davacının intifa hakkı sahibi olma sıfatına dayanarak açtığı görülmekte olan davada, genel kurul kararının iptali, geçersizliğini ileri sürmesinde hukuki yararı bulunmadığından (benzer açıklamalar için bkz. Y.11. H.D. 2001/3163-4878, 31.0S.2001 günlü karar) davalılardan TSKB A.Ş. hakkındaki davanın reddine karar vermek gerekmiştir” gerekçesi ile davalı Türkiye İş Bankası A.Ş. hakkındaki davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, diğer davalı Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. hakkındaki davanın ise esastan reddine” karar verilmiştir.
Alacaklı …, borçlu Türkiye Sınai Kalkınma Bankası AŞ. aleyhine Beyoğlu 4. İcra Müdürlüğü 2008/23222 esas sırasında “1993 tarihinden itibaren verilmesi gereken 6762 s. TTK 298 vd maddelerine TSKB AŞ. Ana sözleşmesi 58-C hükmüne müstenit kurucu intifa kar payı alacağının bir bölümü” nedenine dayanarak 13.11.2008 tarihinde ilamsız takip başlatmıştır. Borçlu TSKB AŞ icra takibine itiraz etmiştir.
Davacı … Beyoğlu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde açtığı itirazın iptali davasında; davalı bankanın kurucu hissedarı olduğunu, banka ile aralarında kendine özgü bir sözleşme bulunduğunu, bankanın her hesap dönemi sonunda elde ettiği net kardan masraf ve yedek akçeleri çıkardıktan sonra bakiyenin %5’inin %1’ni kendisine vermekle yükümlü olduğunu, bankanın 1992 yılından beri eksik ödeme yaptığını, iddia ederek itirazın iptalini istemiştir.
Yapılan yargılama sonunda Beyoğlu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, (21.12.2009 gün ve 2009/36,502 sayılı karar) “27.03.1992 tarihli genel kurul toplantısında Temettünün Tevzii’ başlıklı 58. maddede değişiklik yapılmıştır.
Davacı tarafından bu anasözleşme değişikliği ile ilgili olarak açılan dava 2008 yılında reddedilmiştir. Bu kararda da belirtildiği gibi davacının intifa senedi sahibi olmak sıfatıyla ortaklık hakkı bulunmamaktadır.
TTK.nın 403. maddesine göre intifa senedi sahiplerine azalık hakları verilemez. Ancak safi kazancı veya tasfiye neticesine iştirak yahut yeni çıkartılacak hisse senetlerini alma hakkı tanınabilir. İntifa hakkı sahiplerinin, ortaklık sıfatı bulunmadığından davacının sözü edilen 1992 tarihli genel kurul kararının iptalini isteme hakkı da bulunmamaktadır. Bu sebeple ortağı olmadığı şirketin genel kurulunda yapılan anasözleşme değişikliği, kural olarak davacıyı bağlamaz. Dolayısıyla davacının genel kurulda kabul edilen ana sözleşme değişikliği ile kar payı hakkı yönünden getirilen kısıtlamalara karşı çıkarak aradaki farkı talep etme hakkı, ilke olarak, mümkündür.
Somut olayda; 1992 öncesinde sermayenin 200.000 TL olması sebebiyle davacının kar payı bununla sınırlı olarak belirlenip dağıtılmakta iken, 1992 yılındaki sermaye artırımı ile birlikte paralel bir düzenleme getirilmiş, davacı ve benzeri durumdaki intifa hakkı sahiplerinin kar payı dağıtımına esas sermaye 200.000 TL ile sınırlandırılmıştır.
Yapılan sermaye artırımına bağlı olarak yeni intifa senedi çıkarılması, davacının da bu intifa senetlerinden alması söz konusu olmadığına göre sermaye artırımında herhangi bir hizmet ve katkısı bulunmayan davacının, sermaye artırımından yararlanması ve bu oranda fazla kar payı alması kabul edilemez. Anasözleşme değişikliğiyle sermaye artışına paralel olarak getirilen bu sınırlama, davacının değişiklik öncesindeki mevcut mali menfaatlerinde bir azalma yaratmamakta, sadece davacının katkısı olmaksızın gerçekleşen sermaye artışının davacının kar payına yansımasının önüne geçilmektedir. Dolayısıyla bu sınırlama, tarafların ilk aşamada oluşturdukları özel türdeki akdi ilişkinin kapsam ve mahiyetine, menfaat dengelerine uygundur. Bu nedenle davacıya 1992 yılından itibaren 200.000 TL’lik sermaye ile sınırlı olarak kar payı verilmesi yerinde bir uygulamadır” gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne, Beyoğlu 4 İcra Müdürlüğünün 2008/23222 esas sayılı dosyasında yapılan takibe yapılan itirazın kısmen iptali ile takibin 61,43 TL asıl alacak üzerinden devamına, takip tarihinden itibaren alacağa değişen oranda avans faizi yürütülmesine, davanın itirazda haksız çıktığı miktar nazara alınarak alacağın %40 oranı olan 24,50 TL icra inkar tazminatının davalıdan alınıp davacıya verilmesine, davacının 1993-2003 yılları arası taleplerinin zamanaşımı nedeniyle reddine, davacının 2004-2008 yılları arası ziyade taleplerinin sübut bulmaması nedeniyle reddine karar verilmiştir. Temyiz istemi üzerine mahkeme kararı Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 28.09.2012 gün ve 2012/9876,14580 sayılı karar ile onanmış, karar düzeltme istemi ise reddedilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 46. maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmıştır. HMK’nın 46. maddesine göre Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı ancak aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.
Bu sebepler dışında hakimlerin hukuki sorumluluğuna gidilebilmesi mümkün değildir.
Davacı, ihbar edilen hakimlerin HMK 46/(c) maddesine aykırı davrandıklarını iddia etmiş ise de, ihbar edilen hakimlerin farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verdikleri ve bunu kasten veya ağır ihmal ile gerçekleştirdikleri, yukarıda açıklanan yargılama süreci dikkate alındığında, davacı tarafından ispat edilememiştir.
İhbar edilen hakimlerin 6762 sayılı TTK’na göre yapılan hukuki nitelemelerinin hukuka uygun olduğu, alının bilirkişi raporlarının değerlendirilmesinde ve hukuki nitelendirmede gerek usul ve gerekse esas bakımından farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı davranılmadığı belirgindir.
Bu nedenle tüm dosya kapsamı dikkate alındığında 6100 sayılı HMK’nin 46/(c) maddesinin şartları oluşmadığında davanın esastan reddine, 6100 sayılı HMK’nin 49 maddesi gereğince esastan reddedilen dava nedeniyle davacıları takdiren 650 TL disiplin para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle,
1. Davanın esastan reddine,
2. 6100 sayılı HMK 49 maddesi uyarınca takdiren 650,00 TL disiplin para cezasının davacıdan alınarak Hazineye verilmesine,
3. Davacının yaptığı ve aşağıda dökümü yapılan yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, 6100 sayılı HMK 333 maddesi uyarınca hükmün kesinleşmesinden sonra yatırılan avanstan kullanılmayan kısmın davacıya iadesine,
4. Davanın reddedildiği dikkate alındığında alınması gereken 25,20 TL maktu karar ve ilam harcı peşin alınan 2.561,65 TL harçtan mahsup edilerek bakiye kalan 2.536,15 TL harcın davacıya iadesine,
5. Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 10/3 maddesi gereğince 3.000,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,”
Dair taraf vekillerinin yüzünde oybirliği ile verilen, 25.09.2014 gün ve 2013/11-6 sayılı karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.
BÜYÜK GENEL KURUL KARARI
Davacı vekilinin temyiz istemi üzerine dosyadaki kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:
Hukuk Genel Kurulunca yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
İşin esasına girilmeden önce önsorun olarak 6100 sayılı HMK 47. maddesinde 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile yapılan değişikliğin eldeki davaya görev bakımında etkisi tartışılmıştır.
Öncelikle önsoruna etkili mevzuat değişikliğinden bahsedilmesi gereklidir;
6100 sayılı HMK 46. maddesinde sayılan nedenlerle açılacak tazminat davalarında görevli mahkeme aynı Kanun’un 47. maddesinde düzenlenmiştir.
Dava tarihinde yürürlükte olan 6100 sayılı HMK’nın “davaların açılacağı mahkeme” başlıklı 47. maddesi;
“MADDE 47- (1) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Yargıtay ilgili hukuk dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca; bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi ise Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılır.” şeklinde düzenlenmişti.
İlgili madde, 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile başlığı aynı kalmak üzere;
“MADDE 47- (1) (Değişik: 1/4/2015-6644/3 md.) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile üyeler katılamaz.”
şeklinde değiştirilmiştir.
Yayım tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilen değişiklik, 10.04.2015 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve derdest davalar bakımından herhangi bir hüküm getirilmemiştir.
Mevcut bu hale göre, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Devlet aleyhine açılan tazminat davasında görevli mahkeme ilk derece mahkemesi sıfatı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu iken, değişiklik ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesi olmuştur.
6100 sayılı HMK 114 maddenin (c) bendinde “mahkemenin görevli olması” dava şartı olarak düzenlenmiştir. Mahkemenin dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırması gerektiği ve tarafların da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebileceği kanunun amir hükmüdür.
Dava şartının eksik olması halinde nasıl bir usul işlemi yapılacağı ise 6100 sayılı HMK 115 maddesinde belirlenmiştir. Kural olarak dava şartı noksanlığını tespit edilmesi halinde davanın usulden reddine karar verilmesi asıl ise de, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verilmesi, verilen bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmesi gereklidir.
Kanun koyucu, başlangıçtaki dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, artık başlangıçtaki bu dava şartı noksanlığından ötürü dava usulden reddedilemeyeceğini de 6100 sayılı HMK 115. maddenin 3. fıkrasında düzenlemiştir. Ancak dava açılırken gerçekleşmiş olan veya dava açılırken bulunmayan ancak hüküm anında gerçekleşmiş olan bir dava şartının hükümden sonra değiştirilmesi halinde derdest davalara uygulanacağına dair bir hüküm de bulunmamaktadır.
Somut olaya gelindiğinde; temyize konu dava, 6100 sayılı HMK’nın 47. maddesi dikkate alınarak ilk derece mahkemesi sıfatı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda 06.05.2013 tarihinde açılmıştır. Yapılan yargılama sonunda 25.09.2014 tarihinde davanın esastan reddine karar verilmiş, hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 6100 sayılı HMK 47. maddesi değiştirilmiştir. Bir diğer deyişle dava tarihinde ve hüküm anında gerçekleşmiş bulunan dava şartı temyiz aşmasında değiştirilmiş bulunmaktadır.
Görüşmeler sırasında azınlıkta kalan üyeler, dava tarihinde görevli mahkemede açılan davanın hüküm verilmeden veya verildikten sonra görevli mahkemenin değişmesi halinde görevsizlik kararı verilemeyeceğini, hukuk devleti kavramının bir unsuru olan ve 1982 Anayasasının 37. maddesinde, “hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.” şeklinde ifade edilen doğal hakimlik ilkesi gereğince davanın açıldığı tarihteki görevli mahkemenin eldeki davaya bakması gerektiğini, davadan hatta hükümden sonra kurulmuş bir mahkemede yargılamaya devam edilmesinin doğal hakimlik ilkesini zedeleyeceğini ve bunun keyfiliğe neden olacağını ve hukukun temel prensiplerine aykırı olduğunu, 6644 sayılı Kanunda derdest davalar hakkında açık bir düzenleme bulunmadığına göre görev konusundaki bu düzenlemenin temyize konu eldeki dava hakkında uygulanamayacağını savunarak işin esasının görüşülmesi gerektiği savunulmuş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.
Kurul çoğunluğu ise; göreve dair hükümlerin 6100 sayılı HMK’nın 1. maddesi gereğince kamu düzenini ilgilendiren hükümler olduğu, bu nedenle yargılamanın her aşamasında resen dikkate alınması gerektiği, usul hükümlerinin derhal uygulanması ilkesince değişiklik yapan Kanunda düzenlemenin derdest davalar uygulanmayacağına dair açık bir düzenleme bulunmaması halinde derhal uygulanması gerektiği, bu nedenle 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 6100 sayılı HMK 47. maddesi gereğince kararın bozulması gerektiği kabul edilmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, oy çokluğu ile karar verildi. 13.05.2016
KARŞI OY
HMK’nın 47/1. maddesi uyarınca, Yargıtay başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Devlet aleyhine açılmış olan tazminat davalarının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülmesine ilişkin hüküm, 11.04.2015 tarihinde yürürlüğe giren 6644 Sayılı Yargıtay Kanunu ile Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla değiştirilmiş olup, bu görev Yargıtay 4. Hukuk Dairesine verilmiştir. Sözü geçen değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihte, HGK’da ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen ve derdest olan davalarda, ne yönde hareket edileceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bu durumda, aksine bir hüküm bulunmadığı için görevli mahkemeyi değiştiren düzenlemenin, 6644 sayılı Kanun hükmünün yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalar için geçerli olduğu kabul edilmelidir. Usulle ilgili değişikliklerin derhal yürürlüğe gireceğine ilişkin ilke, görevli mahkemeye ve görevli mahkemenin değiştirilmesine ilişkinse geçerli değildir. Nitekim HMK’nın Geçici 1/1. maddesinde, “Bu Kanunun göreve ilişkin hükümlerinin, Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış davalarda uygulanmayacağı” hükme bağlanmıştır. Bu düzenleme, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 37. maddesinde yer alan, “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz” kuralının gereğidir. Davadan önce kurulmuş bir mahkemede görülmekte olan davanın, çıkarılan kanunla başka bir mahkemeye verilmesi, davaya göre yeni bir mahkeme oluşturma ile aynı anlama gelir. Ayrıca HGK, 4. Hukuk Dairesine göre daha teminatlıdır. Yine, HGK’nın, esastan karara bağladığı dosyayı, görevsizlik kararı ile gönderileceği Yargıtay 4. Hukuk Dairesince karar verilmesinden sonra temyiz mercii sıfatıyla karara bağlayacak olması da, ihsası rey gibi değerlendirilecek ve çelişki oluşturacaktır. Bu hususlar, Anayasanın 90. maddesi hükmü gereği iç mevzuat sayılan AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” ile ilgili 6. maddesine de aykırılık teşkil eder.
Açıklanan nedenlerle, 6644 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin burada uygulanamayacağı görüşündeyim. 13.05.2016
6. Ceza Dairesi Üyesi
KARŞI OY
Dava; Yargısal faaliyet nedeniyle hakimin sorumluluğuna dayandırılan tazminat istemine ilişkindir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca dava reddedilmiş; davacı anılan kararı temyiz etmiş, Yargıtay Büyük Genel Kurulu önüne temyiz incelemesi için gelmiştir.
Temyiz incelemesi için gelen dosyadaki uyuşmazlık, 6644 sayılı Kanun ile 6100 sayılı HMK’nın 47. maddesinde yapılan değişikliğin eldeki uyuşmazlığa uygulanıp uygulanmayacağı, dolayısıyla Yargıtay Büyük Genel Kurulunun bu uyuşmazlık temyiz incelemesi görevlinin bulunup bulunmadığı, buna dayalı olarak da Yüksek Hukuk Genel Kurulunun çözümleyip karara bağlandığı uyuşmazlıkta görevli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
6100 sayılı HMK’nın 47. maddesinde “Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hakimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili Hukuk Dairesinde, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Yargıtay ilgili Hukuk Dairesi’nde tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca; bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi ise Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılır.” denilmektedir.
6644 sayılı Yargıtay Kanunu ile Hukuk Mahkemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunu’nun 3. maddesinde “12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 47. maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.” “(1) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hakimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay 4. Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama Yargıtay 3. Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesinde kararı veren Başkan ve üyeler katılamaz” denilmektedir.
Uyuşmazlık konusu dava 6644 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce Hukuk Genel Kurulunca açılmış, Hukuk Genel Kurulunca da anılan kanun yürürlüğe girmeden önce esastan karara bağlanmış ve davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Eldeki uyuşmazlıktaki çözümlenmesi gereken sorun; yeni yürürlüğe giren hükümlerin mevcut uyuşmazlıklara uygulanıp uygulanmayacağı ve asıl önemlisi davaya ilk derece mahkemesi sıfatı ile bakan ve esastan karar veren Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, göreve ilişkin bozmadan sonra bu kez ilk derece mahkemesi sıfatıyla karar verece olan Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararını temyiz mahkemesi sıfatıyla inceleyip incelemeyeceği noktasında düğümlenmektedir.
Genel Kural; her davanın açıldığı tarihteki koşullara göre görülmesi ve çözümlenmesidir. Hukuk Genel Kurulunun 2006/11-58 E, 2006/225 K. ve 2007/11-189 E., 2007/193 sayılı kararlarında belirtildiği gibi, davanın açıldığı sırada görevli mahkemenin dava açıldıktan sonra görevlinde yapılan değişikliğin artık o davayı etkilememesi gerekir. Bir dava görevli mahkemede doğru olarak açıldıktan sonra, görevle ilgili değişiklikler artık bu davayı etkilememelidir. Zira görevli mahkemede dava açıldıktan sonra yapılan değişiklik, görevsizlik kararı verilmesine neden olursa, o davanın yeni görevli kılınan mahkemeye (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi) gönderilmesi gerekecek ve gereksiz yere zaman ve gerekiyorsa masraf da yapılmış olacaktır. Esasen kişiler dava açtıkları tarihteki mahkemeyi bilerek dava açmak durumundadırlar; bu kişilerden (davacı) müstakbel veya muhtemel Kanun değişikliklerini de tahmin ederek dava açmaları beklenemez. Aksi halde böyle bir uygulama hukuki ve güven ilkesi ile de bağdaşmayacaktır. Herkes dava açıldığı sırada bağlı olduğu mahkeme ve hakim önünde yargılanma, hak arama hakkına sahiptir. Daha sonra yapılan değişikliklerle mahkemenin ve hakimin değiştirilmesi hukuk devleti kavramı ile bağdaşmayan sonuçlar doğurabilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu somut olayda hem ilk derece mahkemesi sıfatıyla esastan karar vermiş olacak, hemde Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin bozmadan sonra esastan veya usulden vereceği kararın temyiz mercii olarak anılan uyuşmazlık hakkında karar vermek zorunda kalacaktır ki, bu da hem ihsası rey itirazlarını, hemde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bu uyuşmazlıkta hem ilk derece mahkemesi olarak hemde temyiz mahkemesi olarak karar verilmesi gibi bir sorunu da ortaya çıkaracaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 142. maddesine görev; “mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri Kanunla düzenlenir.” Anayasa’nın “Kanuni hakim güvencesi” başlığını taşıyan 37. maddesi, “Hiç kimse Kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz” hükmünü öngörmektedir. Uygulamada ve bilimsel çevrelerde Kanuni hakim güvencesi; uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkemenin, o uyuşmazlığın doğmasından önce Kanunen belli olması şeklinde tanımlanmıştır. 1982 Anayasası’nı kabul eden Danışma Meclisinin Anayasa Komisyonunun gerekçesinde, “bu suretle davanın olaydan sonra çıkarılacak bir Kanunla yaratılan bir mahkeme önüne getirilmesi yasaklanmakta yani kişiye yahut olaya görev kişiyi yahut olayı göz önünde tutarak mahkeme kurma imkanı ortadan kaldırılmaktadır. Bu ise tarafsız yargı merciinin ilk gereğidir” denilmektedir. Dikkat edilecek olursa Anayasa’daki bu düzenleme hukuk ya da ceza davaları veya Yüksek Yargı yerleri yönünden herhangi bir ayrım gözetmemiş olup, uyuşmazlığın doğduğu tarihte, bu uyuşmazlığı çözecek olan mahkemenin belli olması durumunda, yargılama yapacak veya yargılamaya devam edecek mahkemeyi gösteren yasal bir düzenleme yapılmadığı takdirde, davanın mutlaka bu mahkeme tarafından çözüme kavuşturulması gerektiği Anayasa buyruğudur.
Şu durumda 13/04/2015 tarihinde yürürlüğe giren 6644 sayılı Kanun’un 3. maddesindeki göreve ilişkin düzenlemede görev hususunda eldeki davalara ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığından, her uyuşmazlık meydana geldiği tarihte bu işe bakacak olan mahkemece, olayımızda Hukuk Genel Kurulunca çözümleneceğinden, başka bir anlatımla her dava açıldığı koşullara görev görülüp, çözüleceğinden, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ilk derece mahkemesi sıfatıyla görevli, Yargıtay Büyük Genel Kurulu da temyiz mahkemesi sıfatıyla görevle olduğundan işin esasının incelenip karara bağlanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun görev yönünden oluşan bozma kararına katılmıyorum.
4. Hukuk Dairesi Üyesi
KARŞI OY
Hukuk Genel Kurulu’nun HMK’nun 47. maddesi gereğince ilk derece mahkemesi olarak bakıp karara bağladığı işbu dava süresince, yani davanın kendisine intikalinden hüküm verilinceye kadar geçen sürede görevli bir heyet olduğu konusunda çekişme bulunmamaktadır.
Ancak hüküm verildikten sonra HMK’nun 47. maddesi 01.04.2015 tarihli ve 6644 sayılı kanunla değiştirilerek Hukuk Genel Kurulu’nun ilk derece mahkemesi olarak yürüttüğü bu görev 4. Hukuk Dairesi ile 3. Hukuk Dairesi’ne verilmiştir. Hukuk Genel Kurulu da bu değişiklikten sonra elinde bulunan derdest dosyalar bakımından doğal olarak görevsizlik kararı vermiştir.
Anılan değişiklik HMK’nun 47. maddesinde meydana gelmiştir. HMK’nun zaman bakımından uygulanmasına ilişkin 448. maddesinin amir hükmüne göre “Bu kanun hükümleri tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.”
Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nca temyiz incelemesi yapılan Hukuk Genel Kurulu kararı hüküm verilmekle tamamlanmış bir muhakeme işlemidir. Bu itibarla HMK’nun 47. maddesindeki değişiklikten etkilenmesi söz konusu değildir.
O halde temyiz incelemesi yapılan Hukuk Genel Kurulu kararının esasının incelenerek bu yönde bir karar verilmesi gerekirken; eldeki davaya zaman bakımından uygulanması mümkün olmayan kanun değişikliğine dayanılarak anılan kararın Hukuk Genel Kurulu’nca görevsizlik kararı verilmesini teminen bozulmasının yerinde olmadığı görüşünde olduğumdan saygıdeğer çoğunluğun görüşüne muhalifim. 13.05.2016
19. Hukuk Dairesi Üyesi