YARGITAY KARARI
DAİRE : Büyük Genel Kurulu
ESAS NO : 2016/1
KARAR NO : 2016/1
KARAR TARİHİ : 13.05.2016
MAHKEMESİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu İlk Derece Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasında yapılan yargılama sonunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca;
“Davacı yargısal faaliyet nedeniyle 6100 sayılı HMK’nun 46. maddesine dayanarak tazminat isteminde bulunmuştur.
Davacı … 24/03/2014 tarihli dava dilekçesinde; 2008/243 E. sayılı dosyada taraf teşkili tamamlanmadan, yolsuz bir şekilde vekalet ücretinin tamamını kısıtlı ….’a yüklemiş olan gerekçesiz kararını onanmasının HMK 46/1-a maddesine aykırı olduğunu,“……” şeklinde kazınmış olan mührün kısıtlı ….’a ait olmadığını, mührün sahte bir mühür olduğu iddiasının araştırılması gerekirken kötünüyetli olduğumuz gerekçesi ile kararın onanması HMK 46/1-c maddesine aykırı olduğunu, 27.12.2012 tarihli devir sözleşmesinin BK 183. maddesinde belirtilen alacağın temliki hükümlerinden sayılmamasının HMK 46/1-ç bendine aykırı olduğunu, muris ….’ın bilgisi dışında satış işlemleri yapıldığı iddiasının tahkik edilmeye muhtaç olduğunu, işlemlerin sahteliği iddiası ile İzmir 6. ve 8. Asliye Hukuk Mahkemelerinde açılan davaların beklenilmemesinin HMK 46/1-d bendine aykırı olduğunu, 580 ve 581 parsellerin tapusunun iptali için açılan davaların iyiniyet ve kötüniyetine dair hiçbir araştırma yapmadan karar verilmiş ve kararın onanmış olmasının HMK 46/1-d maddesine aykırı olduğunu, dava konusu taşınmazların gerçek değerinin tespit edilmediğini, dosyada mevcut olan kıymet takdiri zabıt varakası ile satış bedellerinin mukayese edilmediğini, değerinin çok altında satış nedenlerinin araştırılmadığını, 1969/315 K Sayılı ilam kesinleşmeden neden devir temlik yapıldığının araştırılmadığını, imza sahteciliği inceleme taleplerinin ve bilirkişi taleplerinin görmezden gelindiğini, dava konusunun devri gözardı edilerek tarafına söz hakkı verilmediğini, sözlü son beyanlar için yeni duruşma günü isteyip istemediklerinin sorulmadığını iddia ederek, 10.000 TL maddi 20.000 TL manevi zararının tazmin edilmesine” karar verilmesini istemiştir.
Davalı Maliye Hazinesi vekili ise HMK 46 maddesinin şartların oluşmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Dava dilekçesinin esasa kayıt edilmesini takiben dosya 09.04.2014 tarihinde gündeme alınmış, yapılan görüşmeler sonunda naip üye tayin edilmiş ve dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra 6100 sayılı HMK 138. maddesi gereğince dosya üzerinden dava şartları incelenmiş ve dava şartları bakımından eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir.
6100 sayılı HMK’nun 116. maddesindeki ilk itiraz ileri sürülmediği için herhangi bir inceleme yapılmamıştır.
6100 sayılı HMK’nun 48. maddesi gereğince dava, dava konusu yargısal faaliyette imzası bulunan Daire Başkanı ve üyelerine ihbar edilmiştir.
Taraflar 6100 sayılı HMK 139. ve 147. maddeleri gereğince meşruhatlı davetiye ile ön inceleme duruşmasına, aynı Kanun’un 140. maddesi gereğince de ön inceleme duruşması yapıldıktan sonra tahkikat duruşmasına davet edilmişlerdir.
Ön inceleme aşamasında, dava dilekçesinde belirtilen ancak henüz ibraz edilmeyen mahkeme dosyalarının asılları ilgili mahkemelerden istenilmiş ve dosya içine alınmıştır.
Davalı vekili, davanın esasını teşkil eden Torbalı Asliye Hukuk 1. Mahkemesine ait 2008/243 Esas ve 2012/191 Karar sayılı dosyanın kesinleşmediğini, bu nedenle dava şartı yokluğu nedeni ile davanın usulden reddedilmesi gerektiği savunmuş ise de; 21.02.2014 gün ve 6526 sayılı Kanun ile 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu 93/A maddesinin kaldırılması karşısında yargısal faaliyete esas davanın kesinleşmesi artık dava şartı olmaktan çıkmıştır.
Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan işin esası hakkındaki görüşmelere geçilmeden önce, dava konusu dosyanın aşamaları hakkında kısaca bilgi verilmesi gereklidir;
Davacı … Polat vekili Muammer Erdoğan, Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesinde davalı Baruh Akyüz aleyhine tapu iptali tescil istemli dava açmış, yapılan yargılama sonunda 18.05.1968 gün ve 1969/315 Esas, 1969/315 sayılı ilam ile davanın feragat nedeni ile reddine karar verilmiştir.
Davacı …. (Vasisi: Hatice Demirok) Torbalı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde davalılar Mustafa Kulaklı, Funda Kulaklı, Sıdıka Kulaklı, Gökhan Kulaklı ve Torbalı Tapu Sicil Müdürlüğü aleyhine tapu iptali tescil davası açmıştır. Davacı, 580 ve 581 parsel sayılı taşınmazların hile ve sahte belgeler düzenlenmek suretiyle davalılar adına tapuya tescil edildiğini, tescilin dayanağı olan resmi senedin yasa ve Tapu Sicil Tüzüğüne uygun düzenlenmediğini, okuma yazması olmayıp resmi senetteki mührün murise ait olmadığını, bunlardan o dönemin Tapu Sicil Müdürü Hasan Yıldırımlar’ın da bilgisi bulunduğunu, bu nedenlerle dava konusu taşınmazların tescillerinin yolsuz olduğunun tespiti ile tapu kayıtlarının düzeltilerek müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı … bu davaya sonradan müdahil olmuştur.
Yine davacı …. tarafından davalılar Mustafa Kulaklı, Gökhan Kulaklı, Funda Kulaklı ve Sıdıka Kulaklı aleyhine 08.06.2009 tarihinde tapu iptali tescil davası açmış eşi olan ….’ın 582 parsel sayılı taşınmazın maliki olduğunu, bu taşınmazın Baruh Akyüz tarafından imza taklidi yapılarak ve sahte resmi senet düzenlenerek müvekkilinin elinden alındığını iddia ederek tescilin yolsuz olduğunun tespiti ile tapu kayıtlarının düzeltilerek terekeye iadesine veya hissesi oranında tesciline karar verilmesini istemiştir. Bu dava Torbalı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmekte olan 2008/243 Esas sayılı dosya ile birleştirilmiştir. (Torbalı 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 15.06.2009 gün ve 2009/200 Esas ve 2009/155 Karar)
Ayrıca …. tarafından Tapu Sicil Müdürlüğü aleyhine açılan yüzölçümü düzeltilmesi davasında da Torbalı Sulh Hukuk Mahkemesi, 21.12.2010 gün, 2009/268 Esas, 2010/1151 sayılı kararı ile Torbalı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/243 esas sayılı dosyası arasında fiili ve hukuki irtibat nedeni ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
Torbalı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda , 25.04.2012 gün 2008/243 Esas, 2012/191 Karar sayılı ilam ile “taşınmazların tapuda devrinin 1969 yılında yapıldığı ve zilyetliklerinin de davalıların murisi Mustafa Kulaklı’ya devredildiği, o tarihten beri de davalılar tarafından kullanıldığı, her nekadar yolsuz tescil iddiaları ile ilgili zamanaşımı ve hak düşürücü süre öngörülmemiş ise de, akdin 40 yıl önce yapıldığı, taşınmazların fiilen teslim edildiği, taşınmaz devri için bir kısım ödemelerin yapıldığı ve açılan davanın TMK’nin 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı gerekçesiyle davanın reddine; 580 nolu parselin yüz ölçümünün düzeltilmesi istemiyle açılan dava dosyasında ise; davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Temyiz istemi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi;
“Her ne kadar karar, … tarafından temyiz edilmiş ise de; birleşen dosyada Hatice Demirok’un … ile yapmış olduğu 27.11.2012 tarihli “Dava Konusu Devir Sözleşmesi” 6098 s. Türk Borçlar Kanunu’nun 183. (818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (162.) ve devam eden maddelerinde öngörülen “alacağın temliki” niteliğinde kabul edilemez. Anılan yasal düzenlemelerde öngörülen ve devri mümkün olan hak bir alacağa ilişkindir. Oysa, eldeki davada yapılan temlikin koşulların gerçekleşmesi halinde mülkiyetin nakline ilişkin olduğu açıktır. Böylesine taşınmazların mülkiyetinin devrini öngörecek nitelikte yapılan temliknamenin yasal olduğunu da söyleyebilme olanağı yoktur. Bu nedenle temlik alan …’un davada yasal açıdan sıfatının varlığı da kabul edilemeyeceğinden …’un açıklanan bu gerekçelerle temyiz dilekçesinin reddine karar verilerek Davacının temyiz itirazlarının incelenmesine geçildi;
Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.09.1969 tarihli ve 1968/196 E.1969/315 K. sayılı miras bırakan …. tarafından 582 nolu parsel ile ilgili olarak açılan tapu iptal ve tescile ilişkin dava dosyasında ….’ın 17.09.1969 tarihli oturumda bizzat imzalı beyanı ile 582 nolu parselin tapuda yapılan temlik işlemlerinin iradesine uygun olduğunu kabul ederek davadan feragat ettiğini bildirdiği, bu durumda 582 nolu parsel ile ilgili olarak tapuda yapılan resmi işlemin miras bırakanın iradesine uygun olduğu ve resmi senedin sahteliği iddialarının HMK’nın 208/4.maddesi uyarınca bu aşamada dinlenilmesinin mümkün olmadığı; 580 ve 581 nolu parsellerin tapusunun iptal ve tescili istemiyle açılan davanın da ayrıca 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı nedenleriyle asıl ve birleşen Torbalı 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/200-155 E.K. sayılı davalarının reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.
Öte yandan, birleşen Torbalı Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/268 E. 2010/1151 K. sayılı 580 nolu parselin yüz ölçümünün düzeltilmesi istemiyle açılan dava dosyasında; davacı Safiye 580 nolu parseli 17.09.1969 tarihinde Mustafa Kulaklı’ya satmış olup, aslolan TMK’nin 719. maddesine göre taşınmazın krokisidir. O halde taşınmazın miktarının az veya çok olması sonuca etkili değildir. Davacı Safiye taşınmazı 17.09.1969 tarihinde sattığına göre, Mahkemece davanın sıfat yokluğundan reddine karar verilmiş olması da doğrudur” gerekçesi ile mahkeme kararını onamıştır.
Karar düzeltme aşamasında davacı …’un Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Başkan ve üyeleri aleyhine ayrı bir tazminat davası açması üzerine, Daire Başkan ve üyeleri karar düzeltme aşamasında dosyadan çekilmişlerdir. Bu nedenle eldeki davanın temelini oluşturan yargısal faaliyet henüz kesinleşmemiştir.
Bunun haricinde davacı tarafından çeşitli mahkemelerde birçok dava açılmış, bir kısmı kesinleşmiş, bir kısmının ise devam ettiği anlaşılmaktadır.
6100 sayılı HMK’nın 48. Maddesindeki tazminat davası dilekçesinde hangi sorumluluk sebebine dayanıldığının bildirilmesi zorunluluğu karşısında davacı ihbar edilen hakimlerin HMK 46/1-(a),(b),(c),(ç),(d) maddelerine aykırı davrandığını iddia ederek tazminat isteminde bulunmuştur.
6100 sayılı HMK 46 maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmıştır. HMK 46. Maddesine göre Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı ancak aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.
HMK 46. maddesinin (a) bendine göre hakimin sorumlu tutulabilmesi için;
Kanunumuz burada hâkimin taraflardan birini kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olmasını bir hukukî sorumluluk hali olarak düzenlemiş bulunmaktadır. Hâkimin bu bent hükmüne göre hukuken sorumlu tutulabilmesi için kararın hukuka aykırı olması yeterli değildir. hakim hukuka aykırılığı taraflardan birini kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle yapmış olmalıdır. Bundan başka kanunda belirtilmemiş olmasına rağmen, hâkimin kasten hukuka aykırı karar vermesi gerekir ki davacı tarafın eldeki davada ihbar edilen hakimlerin kasten hukuka aykırı karar verdiklerini ispat edememiştir.
HMK 46. Maddenin (c) bendine göre hakimin sorumlu tutulabilmesi için ise (a) bendinde olduğu gibi sübjektif bir unsura yer verilmemiş, fakat açıkça kanuna aykırılık şartı aranmıştır. Bir kanun hükmü farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin değilse, bir başka deyişle hakim görüşünü hukuki dayanaklara ve bilimsel görüşlere dayandırarak farklı bir bakış açısı getirmiş veya delillerin takdirinden elde ettiği kanaat ile uyuşmazlığı sonuçlandırmış ise artık burada hakimin sorumluluğundan bahsetmek mümkün değildir. Eldeki davada hakim tarafların ileri sürdüğü delilleri takdir ederek sonuca gitmiş ve daire ileri sürülen temyiz itirazlarını gerekçeli bir şekilde reddetmiştir.
Davacı ayrıca sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verildiğini, duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verildiğini, duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verildiğini iddia etmiş ise de yine bu konuda herhangi bir delil ileri ibraz edememiştir.
Yukarıda belirtilen sorumluluk sebeplerinin bulunduğunun davacı tarafından ispat edilmesi gereklidir. Ne var ki davacı bu yükümlülüğünü yerine getirememiştir. Bu nedenle hukuki sorumluk şartlarının gerçekleştiğinin kabul edilmesi mümkün değildir.
Disiplin para cezasına gelince;
Davacı, 1968 yılında gerçekleşen satışın üzerinden 40 yıl geçtikten sonra her hangi bir hukuki yardım almaksızın yerel mahkemelerde birçok dava açmış, bir kısmı kesinleşmemekle birlikte tamamına yakını aleyhine sonuçlanmıştır. Eldeki davanın esası olan uyuşmazlık hakkında karar veren hakimler aleyhine de HMK 46. maddesine dayanarak ilgili hukuk dairelerinde tazminat davaları açmış, söz konusu davalar da reddedilmiştir. En son olarak, davacı kanunen mümkün olmamasına rağmen ihbar edilen hakimlerin bizzat şahsına tazminat davası açarak ihbar edilen hakimleri çekilmeye davet etmiştir. İnsanların mahkemeler önünde hakkını araması bir hak ise de, bu hakkın iyiniyetli kullanılması da zorunludur. En azından alınacak hukuki yardım vasıtası ile açılacak davaların belirlenmesi ve bu kadar iş yükü altında bulunan mahkemelerin gereksiz davalar ile meşgul edilmemesi de herkesin yükümlülüğündedir. Kaldı ki 6100 sayılı HMK 329. Maddesi göre kötüniyetli davalı ve hakkı olmadığı halde dava açan davacıyı cezalandırıcı düzenlemeler getirmiştir. Mevcut bu durum dikkate alındığında disiplin para cezasının tayinin de 6100 sayılı HMK’nun 49 maddesi gereğince alt hadden uzaklaşılarak takdiren 2500 TL disiplin para cezası takdir edilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklandığı üzere;
1. Açılan davanın esastan REDDİNE,
2. HMK 49 maddesi uyarınca takdiren 2500,00 TL disiplin para cezasının davacıdan tahsiline,
3. Davacının yaptığı ve aşağıda dökümü yapılan yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, 6100 sayılı HMK 333 maddesi uyarınca hükmün kesinleşmesinden sonra yatırılan avanstan kullanılmayan kısmın davacıya iadesine,
4. Davanın reddedildiği dikkate alındığında alınması gereken 25,20 TL maktu karar ve ilam harcı peşin alınan 853,90 TL harçtan mahsup edilerek bakiye kalan 828,70 TL harcın davacıya iadesine,
5. Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 12 maddesi gereğince reddedilen maddi tazminat için 3000,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6. Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 10/3 maddesi gereğince reddedilen manevi tazminat için 3000,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,”
Dair davacı ve davalı vekillerinin yüzünde oybirliği ile verilen, 11.12.2014 gün ve 2014/5-9 sayılı karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
BÜYÜK GENEL KURUL KARARI
Davacının temyiz istemi üzerine dosyadaki kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:
Hukuk Genel Kurulunca yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
İşin esasına girilmeden önce önsorun olarak 6100 sayılı HMK 47. maddesinde 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile yapılan değişikliğin eldeki davaya görev bakımında etkisi tartışılmıştır.
Öncelikle önsoruna etkili mevzuat değişikliğinden bahsedilmesi gereklidir;
6100 sayılı HMK 46. maddesinde sayılan nedenlerle açılacak tazminat davalarında görevli mahkeme aynı Kanun’un 47. maddesinde düzenlenmiştir.
Dava tarihinde yürürlükte olan 6100 sayılı HMK’nın “davaların açılacağı mahkeme” başlıklı 47. maddesi;
“MADDE 47- (1) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Yargıtay ilgili hukuk dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca; bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi ise Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılır.”
şeklinde düzenlenmişti.
İlgili madde, 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile başlığı aynı kalmak üzere;
“MADDE 47- (1) (Değişik: 1/4/2015-6644/3 md.) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile üyeler katılamaz.”
şeklinde değiştirilmiştir.
Yayım tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilen değişiklik, 10.04.2015 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve derdest davalar bakımından herhangi bir hüküm getirilmemiştir.
Mevcut bu hale göre, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Devlet aleyhine açılan tazminat davasında görevli mahkeme ilk derece mahkemesi sıfatı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu iken, değişiklik ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesi olmuştur.
6100 sayılı HMK 114 maddenin (c) bendinde “mahkemenin görevli olması” dava şartı olarak düzenlenmiştir. Mahkemenin dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırması gerektiği ve tarafların da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebileceği kanunun amir hükmüdür.
Dava şartının eksik olması halinde nasıl bir usul işlemi yapılacağı ise 6100 sayılı HMK 115 maddesinde belirlenmiştir. Kural olarak dava şartı noksanlığını tespit edilmesi halinde davanın usulden reddine karar verilmesi asıl ise de, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verilmesi, verilen bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmesi gereklidir.
Kanun koyucu, başlangıçtaki dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, artık başlangıçtaki bu dava şartı noksanlığından ötürü dava usulden reddedilemeyeceğini de 6100 sayılı HMK 115. maddenin 3. fıkrasında düzenlemiştir. Ancak dava açılırken gerçekleşmiş olan veya dava açılırken bulunmayan ancak hüküm anında gerçekleşmiş olan bir dava şartının hükümden sonra değiştirilmesi halinde derdest davalara uygulanacağına dair bir hüküm de bulunmamaktadır.
Somut olaya gelindiğinde; temyize konu dava, 6100 sayılı HMK’nın 47. maddesi dikkate alınarak ilk derece mahkemesi sıfatı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda 24.03.2014 tarihinde açılmıştır. Yapılan yargılama sonunda 11.12.2014 tarihinde davanın esastan reddine karar verilmiş, hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 6100 sayılı HMK 47. maddesi değiştirilmiştir. Bir diğer deyişle dava tarihinde ve hüküm anında gerçekleşmiş bulunan dava şartı temyiz aşmasında değiştirilmiş bulunmaktadır.
Görüşmeler sırasında azınlıkta kalan üyeler, dava tarihinde görevli mahkemede açılan davanın hüküm verilmeden veya verildikten sonra görevli mahkemenin değişmesi halinde görevsizlik kararı verilemeyeceğini, hukuk devleti kavramının bir unsuru olan ve 1982 Anayasasının 37. maddesinde, “hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.” şeklinde ifade edilen doğal hakimlik ilkesi gereğince davanın açıldığı tarihteki görevli mahkemenin eldeki davaya bakması gerektiğini, davadan hatta hükümden sonra kurulmuş bir mahkemede yargılamaya devam edilmesinin doğal hakimlik ilkesini zedeleyeceğini ve bunun keyfiliğe neden olacağını ve hukukun temel prensiplerine aykırı olduğunu, 6644 sayılı Kanunda derdest davalar hakkında açık bir düzenleme bulunmadığına göre görev konusundaki bu düzenlemenin temyize konu eldeki dava hakkında uygulanamayacağını savunarak işin esasının görüşülmesi gerektiği savunulmuş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.
Kurul çoğunluğu ise; göreve dair hükümlerin 6100 sayılı HMK’nın 1. maddesi gereğince kamu düzenini ilgilendiren hükümler olduğu, bu nedenle yargılamanın her aşamasında resen dikkate alınması gerektiği, usul hükümlerinin derhal uygulanması ilkesince değişiklik yapan Kanunda düzenlemenin derdest davalar uygulanmayacağına dair açık bir düzenleme bulunmaması halinde derhal uygulanması gerektiği, bu nedenle 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 6100 sayılı HMK 47. maddesi gereğince kararın bozulması gerektiği kabul edilmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacının temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, 13.05.2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
HMK’nın 47/1. maddesi uyarınca, Yargıtay başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Devlet aleyhine açılmış olan tazminat davalarının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülmesine ilişkin hüküm, 11.04.2015 tarihinde yürürlüğe giren 6644 Sayılı Yargıtay Kanunu ile Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla değiştirilmiş olup, bu görev Yargıtay 4. Hukuk Dairesine verilmiştir. Sözü geçen değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihte, HGK’da ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen ve derdest olan davalarda, ne yönde hareket edileceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bu durumda, aksine bir hüküm bulunmadığı için görevli mahkemeyi değiştiren düzenlemenin, 6644 sayılı Kanun hükmünün yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalar için geçerli olduğu kabul edilmelidir. Usulle ilgili değişikliklerin derhal yürürlüğe gireceğine ilişkin ilke, görevli mahkemeye ve görevli mahkemenin değiştirilmesine ilişkinse geçerli değildir. Nitekim HMK’nın Geçici 1/1. maddesinde, “Bu Kanunun göreve ilişkin hükümlerinin, Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış davalarda uygulanmayacağı” hükme bağlanmıştır. Bu düzenleme, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 37. maddesinde yer alan, “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz” kuralının gereğidir. Davadan önce kurulmuş bir mahkemede görülmekte olan davanın, çıkarılan kanunla başka bir mahkemeye verilmesi, davaya göre yeni bir mahkeme oluşturma ile aynı anlama gelir. Ayrıca HGK, 4. Hukuk Dairesine göre daha teminatlıdır. Yine, HGK’nın, esastan karara bağladığı dosyayı, görevsizlik kararı ile gönderileceği Yargıtay 4. Hukuk Dairesince karar verilmesinden sonra temyiz mercii sıfatıyla karara bağlayacak olması da, ihsası rey gibi değerlendirilecek ve çelişki oluşturacaktır. Bu hususlar, Anayasanın 90. maddesi hükmü gereği iç mevzuat sayılan AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” ile ilgili 6. maddesine de aykırılık teşkil eder.
Açıklanan nedenlerle, 6644 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin burada uygulanamayacağı görüşündeyim. 13.05.2016
…
6. Ceza Dairesi Üyesi
KARŞI OY
Dava; Yargısal faaliyet nedeniyle hakimin sorumluluğuna dayandırılan tazminat istemine ilişkindir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca dava reddedilmiş; davacı anılan kararı temyiz etmiş, Yargıtay Büyük Genel Kurulu önüne temyiz incelemesi için gelmiştir.
Temyiz incelemesi için gelen dosyadaki uyuşmazlık, 6644 sayılı Kanun ile 6100 sayılı HMK’nın 47. maddesinde yapılan değişikliğin eldeki uyuşmazlığa uygulanıp uygulanmayacağı, dolayısıyla Yargıtay Büyük Genel Kurulunun bu uyuşmazlık temyiz incelemesi görevlinin bulunup bulunmadığı, buna dayalı olarak da Yüksek Hukuk Genel Kurulunun çözümleyip karara bağlandığı uyuşmazlıkta görevli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
6100 sayılı HMK’nın 47. maddesinde “Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hakimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili Hukuk Dairesinde, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Yargıtay ilgili Hukuk Dairesi’nde tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca; bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi ise Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılır.” denilmektedir.
6644 sayılı Yargıtay Kanunu ile Hukuk Mahkemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunu’nun 3. maddesinde “12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 47. maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.” “(1) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hakimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay 4. Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama Yargıtay 3. Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesinde kararı veren Başkan ve üyeler katılamaz” denilmektedir.
Uyuşmazlık konusu dava 6644 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce Hukuk Genel Kurulunca açılmış, Hukuk Genel Kurulunca da anılan kanun yürürlüğe girmeden önce esastan karara bağlanmış ve davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Eldeki uyuşmazlıktaki çözümlenmesi gereken sorun; yeni yürürlüğe giren hükümlerin mevcut uyuşmazlıklara uygulanıp uygulanmayacağı ve asıl önemlisi davaya ilk derece mahkemesi sıfatı ile bakan ve esastan karar veren Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, göreve ilişkin bozmadan sonra bu kez ilk derece mahkemesi sıfatıyla karar verece olan Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararını temyiz mahkemesi sıfatıyla inceleyip incelemeyeceği noktasında düğümlenmektedir.
Genel Kural; her davanın açıldığı tarihteki koşullara göre görülmesi ve çözümlenmesidir. Hukuk Genel Kurulunun 2006/11-58 E, 2006/225 K. ve 2007/11-189 E., 2007/193 sayılı kararlarında belirtildiği gibi, davanın açıldığı sırada görevli mahkemenin dava açıldıktan sonra görevlinde yapılan değişikliğin artık o davayı etkilememesi gerekir. Bir dava görevli mahkemede doğru olarak açıldıktan sonra, görevle ilgili değişiklikler artık bu davayı etkilememelidir. Zira görevli mahkemede dava açıldıktan sonra yapılan değişiklik, görevsizlik kararı verilmesine neden olursa, o davanın yeni görevli kılınan mahkemeye (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi) gönderilmesi gerekecek ve gereksiz yere zaman ve gerekiyorsa masraf da yapılmış olacaktır. Esasen kişiler dava açtıkları tarihteki mahkemeyi bilerek dava açmak durumundadırlar; bu kişilerden (davacı) müstakbel veya muhtemel Kanun değişikliklerini de tahmin ederek dava açmaları beklenemez. Aksi halde böyle bir uygulama hukuki ve güven ilkesi ile de bağdaşmayacaktır. Herkes dava açıldığı sırada bağlı olduğu mahkeme ve hakim önünde yargılanma, hak arama hakkına sahiptir. Daha sonra yapılan değişikliklerle mahkemenin ve hakimin değiştirilmesi hukuk devleti kavramı ile bağdaşmayan sonuçlar doğurabilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu somut olayda hem ilk derece mahkemesi sıfatıyla esastan karar vermiş olacak, hemde Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin bozmadan sonra esastan veya usulden vereceği kararın temyiz mercii olarak anılan uyuşmazlık hakkında karar vermek zorunda kalacaktır ki, bu da hem ihsası rey itirazlarını, hemde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bu uyuşmazlıkta hem ilk derece mahkemesi olarak hemde temyiz mahkemesi olarak karar verilmesi gibi bir sorunu da ortaya çıkaracaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 142. maddesine görev; “mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri Kanunla düzenlenir.” Anayasa’nın “Kanuni hakim güvencesi” başlığını taşıyan 37. maddesi, “Hiç kimse Kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz” hükmünü öngörmektedir. Uygulamada ve bilimsel çevrelerde Kanuni hakim güvencesi; uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkemenin, o uyuşmazlığın doğmasından önce Kanunen belli olması şeklinde tanımlanmıştır. 1982 Anayasası’nı kabul eden Danışma Meclisinin Anayasa Komisyonunun gerekçesinde, “bu suretle davanın olaydan sonra çıkarılacak bir Kanunla yaratılan bir mahkeme önüne getirilmesi yasaklanmakta yani kişiye yahut olaya görev kişiyi yahut olayı göz önünde tutarak mahkeme kurma imkanı ortadan kaldırılmaktadır. Bu ise tarafsız yargı merciinin ilk gereğidir” denilmektedir. Dikkat edilecek olursa Anayasa’daki bu düzenleme hukuk ya da ceza davaları veya Yüksek Yargı yerleri yönünden herhangi bir ayrım gözetmemiş olup, uyuşmazlığın doğduğu tarihte, bu uyuşmazlığı çözecek olan mahkemenin belli olması durumunda, yargılama yapacak veya yargılamaya devam edecek mahkemeyi gösteren yasal bir düzenleme yapılmadığı takdirde, davanın mutlaka bu mahkeme tarafından çözüme kavuşturulması gerektiği Anayasa buyruğudur.
Şu durumda 13/04/2015 tarihinde yürürlüğe giren 6644 sayılı Kanun’un 3. maddesindeki göreve ilişkin düzenlemede görev hususunda eldeki davalara ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığından, her uyuşmazlık meydana geldiği tarihte bu işe bakacak olan mahkemece, olayımızda Hukuk Genel Kurulunca çözümleneceğinden, başka bir anlatımla her dava açıldığı koşullara görev görülüp, çözüleceğinden, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ilk derece mahkemesi sıfatıyla görevli, Yargıtay Büyük Genel Kurulu da temyiz mahkemesi sıfatıyla görevle olduğundan işin esasının incelenip karara bağlanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun görev yönünden oluşan bozma kararına katılmıyorum.
4. Hukuk Dairesi Üyesi