YARGITAY KARARI
DAİRE : Büyük Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/2
KARAR NO : 2013/2
KARAR TARİHİ : 21.01.2013
MAHKEMESİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu İlk Derece Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasında yapılan yargılama sonunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca ;
“Davacı … kendisine asaleten, diğer davacı …’a vekaleten verdiği dava dilekçesinde, aleyhine üçüncü şahıs tarafından açılan alacak davasında avukatlık sıfatını kullanmadığından ikamet adresine tebligat çıkarılması gerekirken, tebligatların avukatlık adresine yapıldığını, dolayısıyla kendisine usulüne uygun tebligat yapılmadan yargılamanın gıyabında sonuçlandırıldığını ve hükmün Yargıtay 3. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleştiğini, akabinde bu ilama dayalı olarak haciz işlemi uygulandığını, dava sonucuna bağlı olarak yaptıkları ödeme nedeniyle banka kredi mevduat hesapları ile kredi kartı borçlarını kapatamadıklarını, ayrıca adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ve uygulanan haciz işlemi nedeniyle kişilik haklarının zedelendiğini ileri sürerek, kendisi ve diğer davacı eşi için 7.500 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Hazine vekili, tazminat koşullarının oluşmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
14 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun Geçici Madde 2/c bendinde yer alan, “Bu davalar ilgili hâkime resen ihbar edilir…” hükmü gereğince dava dilekçesi ve duruşma gününü bildirir davetiye, 08.04.2010 gün ve E:2010/2527 K:2010/6087 sayılı kararına katılan ve yukarıda adları yazılı bulunan ilgili hakimlere usulüne uygun olarak tebliğ edildiği halde duruşmaya katılmamışlar ve cevap dilekçesi ibraz etmemişlerdir.
Davacılar tarafından ibraz edilen İzmir 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 30.12.2009 tarih ve E:2009/1300 K:2009/1529 sayılı kararı ile anılan kararın onanmasına dair 3. Hukuk Dairesi’nin 08.04.2010 gün ve E:2010/2527 K:2010/6087 sayılı ilamı ile tüm dosya içeriğindeki bilgiler itibariyle; dava dışı şahıs tarafından, eldeki davanın davacılarından … aleyhine Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan ve görevsizlik kararıyla sonuçlanan komisyon ücretinden kaynaklanan alacak davasında, davalı olan …’a tebliğ işleminin ‘1871-1 sokak Karşıyaka’ adresinde yapıldığı, görevsizlik kararıyla dosyanın gönderildiği Sulh Hukuk Mahkemesinde davalının ‘Konak Rant Tesisleri İzmir’ adresine tebliğe çıkarılan duruşma gününü bildirir davetiyenin, iade nedeni belirsiz şekilde bila tebliğ iade edildiği, davacının avukat olması nedeniyle adresinin Barodan sorulmasına karar veren mahkemece, Uyap’da vekil olarak kayıtlı bulunan, ‘1821-1. sok. Karşıyaka’ ve Avukatlık adresi (Yurtiçi ikamet adresi-Yurtiçi işyeri adresi) olarak ‘1725 sok. Karşıyaka’ adreslerinin belirlendiği ve telefonla Barodan teyit edilen ‘1725 sok. Karşıyaka’ adresine 14.12.2009 tarihli duruşma gününü bildirir davetiye çıkarıldığı, anılan adrese 11.12.2009 tarihinde yapılan tebligatı yeterli gören bidayet mahkemesince esasa ilişkin inceleme ve değerlendirme yapılarak davanın kabulüne dair verilen karar, davacımızın ‘aşamalarda yapılan tebligatların usulsüz olduğu ve duruşmalardan haberdar edilmediği’ iddiasını da içeren temyizi üzerine, davaya konu Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 08.04.2010 gün ve E:2010/2527 K:2010/6087 sayılı ilamıyla;
“Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmediği…”
Gerekçesine dayalı olarak onandığı ve müteakiben söz konusu ilama dayalı olarak girişilen takip kapsamında, o davada tebligatın yapıldığı ‘1725 sok. Karşıyaka’ adresinde davacının vicahında haciz uygulandığı belirgindir.
Eldeki davada davacılar; bahse konu karar nedeniyle hakimlerin sorumluluğundan kaynaklanan maddi ve manevi zarara uğradıklarını ileri sürerek davalı Hazine’den tazminat isteminde bulunduklarına göre, davanın dayanağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. ve 6110 sayılı Kanunla değişik 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa eklenen 93/A maddesi hükümleridir.
1- Bu durumda öncelikle üzerinde durulması gereken yön, sorumluluğuna dayanılan hakimlerin katıldıkları kararın ilişkin bulunduğu davada taraf olmayan, ancak hakimlerin hukuki sorumluluğu kapsamında tazminat talebinde bulunan davacı …’un aktif dava ehliyeti bulunup bulunmadığı ve görülmekte olan davayı açıp açamayacağı hususudur.
İlkin belirtilmelidir ki; taraf ehliyeti, davada taraf olabilme yeteneğidir. Taraf ehliyeti medeni hukuktaki medeni haklardan istifade (hak) ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şeklidir. Kimlerin taraf ehliyetine sahip bulundukları Medeni Kanuna göre belirlenir (HUMK m.38, TMK. m.8, m.48). Buna göre medeni haklardan istifade (hak) ehliyeti bulunan her gerçek ve tüzel kişi, davada taraf olabilme ehliyetine sahiptir.
Bir kişinin dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Davanın dinlenebilmesi (esasına girebilmesi) için gerekli şartlardan birisi ve en önemlisi, davacının o davayı açmakta hukuki yararının bulunmasıdır. O kişinin dava açmakta korunmaya değer bir hukuki yararı yoksa davanın bu yönden esasa girilmeden reddi gerekir; zira hukuki yarar dava şartıdır ve mahkeme dava şartlarını kendiliğinden (re’sen) incelenmekle görevlidir.
Bu noktada, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde düzenlenen hukuki sorumluluk (tazminat) davasının davacısı, Kanunun 573. maddesinde sayılan eylemlerden zarara uğradığını iddia eden kişi veya kişilerdir.
Burada yeri gelmişken ifade edilmelidir ki, bu tür davalarda, davalının hakim olması ve mesleki faaliyeti sebebiyle dava açılıyor olduğundan, katı şekil şartlarına bağlanmıştır. Katı şekil şartının sebebi ve bu koşulların kamu düzenine ilişkin olduğu hususu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 03.04.1974 gün ve 178/322 sayılı kararında, “Yargıçların sorumluluğuna ilişkin özel usul hükümleri 573. maddedeki ağır iddiaların dayanaksız ve hukuk dışı amaçlarla ileri sürülerek onların kamu önündeki saygınlıklarının zedelenmesini önleyici, aynı zamanda görevlerini huzur içinde yapmalarını sağlayıcı kurallardır. Bu bakımdan, kamu düzeninin koruma amacını gütmesi nedeniyle yargılamanın her aşamasında bu hususun mahkemece kendiliğinden göz önünde tutulması gerekir.” Şeklinde ifade edilmiştir.
Kamu düzenine ilişkin bulunan bu şekil koşullarından anlaşılması gereken, Hakimler aleyhine açılacak tazminat davalarının, diğer tazminat davalarından farklı usul ve esaslara tabi bulunduğudur.
O nedenledir ki; tarafların ehliyeti yönünden, hakimin yargısal faaliyetleri nedeniyle hukuki sorumluluğu bulunduğu öne sürülerek tazminat isteminde bulunabilecek olan davacı taraf; ancak 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde sayılan yasal nedenlerden birine Hakimin hukuka aykırı eylemi sonucu zarar görmüş bulunan, asıl davanın taraflarından birisidir.
Bir başka anlatımla, hakimin hukuksal sorumluluğunu gerektiren asıl davada davacı veya davalı sıfatını taşıyan ve o davada hakimin yargılama faaliyetindeki hukuka aykırı eyleminden dolayı zarara uğramış olan kişi, tazminat davasını açabilecektir.
Şu hale göre, hukuka aykırı ve kusurlu bir eylem dahi, hakimi hukuksal açıdan sorumlu tutup, tazminat davası açma olanağını hemen yaratmaz. Bunun için, ortada davanın taraflarından birinin tazmini gereken bir zarara uğramış olması şarttır.
Gerçekten, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesi hükmü uyarınca tazminata konu zarar, bir hukuksal sorumluluk doğuran yargısal kararın verilmesi sonucunda oluşan maddi ve manevi kayıp ve yargılama giderlerinden ibaret olmasına göre, asıl davanın taraflarının hakimin hukuki sorumluluğuna dayalı tazminat davasını açmakta korunmaya değer bir hukuki yararı bulunduğunun kabulüyle aktif dava ehliyetinin varlığından söz edilebilecektir.
Kısaca, asıl davanın tarafları zararın muhatabı olup, bu durum aynı zamanda hukuki sorumluluk davasındaki aktif dava ehliyetini de belirlediğinden; asıl davanın tarafları dışındaki kişiler hukuki sorumluluk davasını açmaya ehil değildirler.
Eldeki davada davacı …’un, ihbar olunan hakimlerin katıldıkları Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 08.04.2010 gün ve E:2010/2527 K:2010/6087 sayılı onama kararının ilişkin bulunduğu davada taraf olmadığı belirgindir.
Bu durum karşısında, az yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca hakimlerin sorumluluğundan kaynaklanan tazminat davasını açmasında hukuki yararının olmadığı, dolayısıyla aktif dava ehliyetinin bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır.
Açıklanan nedenlerle, davacı … tarafından açılan tazminat davasının, aktif dava ehliyeti yokluğundan reddine karar verilmiştir.
2- Davacı … tarafından açılan hukuki sorumluluk davası yönünden çözüme ulaşılması ise; öncelikle davanın dayanağını oluşturan hakimlerin sorumluluğunda öteden beri kabul gören ilkelerin açıklanmasını, ardından hâkimin sorumluluk sebeplerini düzenleyen Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesi ile hakimlerin hukuki sorumluluğuna dair yeni genel düzenlemeler içeren ve sorumluluk davalarında husumetin ilgili hakim yerine Devlete yöneltilmesinden sonra rücu esasını benimseyen, 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” hükümlerinin irdelenmesini gerektirmektedir.
Hemen belirtilmedir ki; genel olarak kamu hizmetlerinin ifasından dolayı Kamu Tüzel Kişilerinin sorumlulukları hizmet kusuruna, ajanlarınki ise, onların kişisel kusurlarına tabi tutulmuştur. Hakimlerin Anayasa teminatı (m.138/1-2) altında bulunan bağımsızlığı, idare hukukunda Devletin ajanların faaliyetlerinden sorumluluğunu tayin eden hizmet kusuru ölçüsünün hakimler yönünden uygulanmasına olanak vermez.
Yargı yetkisinin özellikleri, hakimlerin kişisel sorumluluğunda özel bir sorumluluk düzeninin uygulanmasını zorunlu kılmıştır. Zira, yargı görevinin bağımsızlık ve tarafsızlık içinde aksatılmadan yerine getirilmesi esastır. Gerçekten, hakimlerin diğer Devlet Memurlarının tabi bulundukları sorumluluk esaslarına bağlanmaları, yaptıkları her işlemin aleyhlerine bir tazminat davasına yol açabileceğini düşünmelerine ve bunun sonucu olarak tereddüt içinde kalmalarına yol açabilir.
Şu da belirtilmelidir ki; adaletin gerçekleşmesi, Hakim hakkında sorumsuzluk müessesesinin kabulünü gerektirmez. Ancak, hakimin hukuki sorumluluk halleri benimsenirken, yargısal faaliyetten ibaret olan esas görevinin aksatılmamasına büyük özen gösterilmesi zorunludur. Gelişigüzel bir sorumluluk sisteminin benimsenmesi, hakimin bağımsızlığını ve tarafsızlığını tehlikeye düşürebilir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunumuz, bu düşüncelerin ışığı altında Hakimin bağımsızlığı kadar, tarafsızlığını da güvence altına almak amacı ile onun Hukuki sorumluluğunu sınırlı hallerde kabul etmiş ve aynı zamanda sorumluluğun tespitini özel bir usule tabi tutmuştur.
Bu bağlamda, Hakimlerin sorumluluğu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nun 14.11.1970 gün ve 186/623 sayılı kararında da belirtildiği üzere, anılan yasa hükümlerinde, dava sebepleri tahdidi olarak gösterilmiştir.
Kanunun 573. maddesinde yer alan düzenleme gereğince, hâkimin hukuki sorumluluğu için; iki taraftan biri ile olan dostluk veya düşmanlık sebebiyle diğer taraf aleyhine kanuna ve adalete aykırı bir hüküm veya karar vermiş olması (m.573/1) veya tevil veya tefsire ihtiyaç göstermeyecek derecede açık ve kesin olan bir kanun hükmüne aykırı karar vermiş bulunması (m.573/2) yahut da yargılama tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanarak hüküm verilmiş olması (m.573/3-4) veyahut da verilen veya sağlanan yada vaat edilen bir menfaat dolayısıyla kanuna aykırı bir hüküm verilmiş olması (573/5) gerekir.
Buna göre, Hâkimlerin görevlerini yaparken yargısal faaliyetleri sebebiyle, kasıtla veya ağır ihmalle kanuna açıkça aykırı karar vermiş olmaları durumunda, vermiş oldukları zararlar için Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinde sayılan hallerde haklarında tazminat davası açılabilir.
Açıklanan hükümler, Hakimin vicdani kanaatindeki bağımsızlığını, yargı erkinin herhangi bir etki altında kalmamasını ve adalete güven duygusunun sarsılmamasını temin amacıyla Yasa’ya konulmuştur.
Yine bu amaçla, 14 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” la, hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri kararlar nedeniyle açılacak tazminat ve rücu davalarında yeni düzenlemeler getirilmiş ve hakimlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin, Devletin sorumlu tutulacağı esası benimsenmiştir.
6110 sayılı Kanunun 14/1-a maddesiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi;
“Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı… Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir…”
Şeklinde değiştirilmiş; aynı Kanunun 12. maddesiyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesinde ise;
“Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:
a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.
b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz.
Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir” hükmü getirilmiştir.
Görüldüğü üzere, 6110 sayılı Kanunla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde yapılan değişiklik ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 93. maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesi ile getirilen düzenleme sonucu Devlet yasal hasım haline getirilmiş, ilgili hakimin ise ancak zorunlu ihbar olunan sıfatıyla davada yer almasına olanak tanınmıştır.
Yasa koyucu bu düzenlemeyle, Hakimlerin Anayasa teminatı (m.138/1-2) altında bulunan bağımsızlığı ve öteden beri kabul görmüş olan ilkelere paralel olarak, Hakimin sorumluluğunu diğer Devlet Memurlarının tabi bulundukları sorumluluk esaslarından ayrı esaslara tabi olması ilkesini aynen muhafaza etmiş; değişiklik gerekçesinde de ifade edildiği gibi, yargılama faaliyetini yürüten hâkim ve savcıların çeşitli etkilere karşı teminat altına alınması, yargılama faaliyetlerine dayalı tazminat davalarının doğrudan hâkim ve savcıya karşı açılmasının adil yargılama ortamını yok etme tehdidinin önlenmesi görüşünden hareketle, yargısal faaliyetlerden doğan zararlar yönünden sadece hâkimin kişisel sorumluluğunu öngören bir anlayıştan vazgeçilerek, bu sorumluluktan dolayı davanın Devlete karşı açılması ile hem meydana gelebilecek tehlikeli ve zararlı durumun düzeltilip tamir edilmesi, hem de haksız davaların önlenmesi amaçlanmıştır.
Yine, 6110 sayılı Kanunla getirilen sistemde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinde tahdidi olarak sıralanan ve az yukarıda açıklanan sorumluluk sebepleri yönünden her hangi bir değişiklik cihetine gidilmemiş olup; 6110 sayılı Kanunla 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa eklenen 93/A maddesiyle, hakimlerin sorumluluğu hususunda sıfat ve süreye dair tamamlayıcı hükümler getirilmiştir.
Anılan maddede yer alan yeni düzenleme ile, devlet aleyhine tazminat davasının açılabilmesi için öngörülen sürenin başlangıcına dair esaslar açıklandıktan sonra, maddenin 7/a fıkrasında öngörülen;
“a) Yüksek mahkemelerin başkanları, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar,
b) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu müfettişleri ile adalet müfettişlerinin, yetkilerini kullanırken yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar,
nedeniyle açılacak tazminat davaları hakkında da uygulanır.”
Hükmü ile, yüksek mahkemelerin başkan ve üyeleri ile adalet müfettişleri de Hakimin sorumluluğu kapsamına dahil edilmişlerdir.
Sözü edilen maddenin 6. fıkrasında getirilen;
“Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılacak tazminat davaları ile rücu davalarında bu madde hükümleri; bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde ise ilgisine göre Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır.”
Şeklindeki düzenleme ile de; taraflar, süre ve sorumluluk sebeplerine ilişkin olarak uygulanması gereken hükümlere dair silsile ve atıf yapılan kanunlar gösterilmiştir.
Görüldüğü gibi, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde Yargıtay Başkan ve Üyelerinden söz edilmediği halde, 6110 sayılı Kanunla 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa eklenen 93/A maddesinin 7/a maddesinde bu konu açıkça düzenlendiğinden, Hakimin sorumluluğuna dair hükümlerin Yargıtay Başkan ve üyelerini de kapsadığı her türlü duraksamadan uzaktır.
Dikkat edilmesi gereken bir başka yön ise, 6110 sayılı Kanunla getirilen yeni sistemde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde sıralanan hakimin sorumluluk sebeplerini ilga eden bir düzenlemeye yer verilmemesi ve buna paralel olarak da, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun değişik 93/A maddesiyle, hakimin sorumluluk sebepleri yönünden açık bir düzenleme getirilmemiş olmasıdır.
Şu durum karşısında; 6110 sayılı Kanunun değişiklik gerekçesinde de ifade edildiği gibi, genel olarak hakimin sorumluluğu hususunda öncelikle 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun değişik 93/A maddesinde öngörülen ilkelerin aranması, sorumluluk sebepleri yönünden ise Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesi hükmünün uygulanması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır.
Kısaca, açıklanan mevcut yasal durum çerçevesinde; Yargıtay Başkan ve Üyelerinin de “Hakim” kavramının kapsamına girdiği, Hakimlerin hukuki sorumlulukları açısından değinilen genel esasların Yargıtay Başkan ve Üyeleri için de geçerli olduğu ve Yasalarla belirlenen sınırlı hallerde görevlerinden dolayı hukuken sorumlu bulundukları kuşkusuzdur.
Yinelemekte ve önem vurgulamakta yarar vardır ki; Hakimlerin hukuki sorumlulukları nedenine dayanan davalar kanunlarla özel usul ve müeyyidelere bağlanmış olup, söz konusu özel hükümler hem meydana gelecek zararlı durumu düzeltip tamir etmek, hem de haksız davaları önlemek amacıyla kabul edilmiştir.
Hakimler, verdikleri kararlardan dolayı ilke bazında sorumlu iseler de; davayı tedvir ve intaç eden Hakimin kasıtla hareket etmesi ve verdiği kararın yasaya aykırı olması yanında Hakimin görevini savsaklaması (ihmali) gibi hallerin mevcudiyeti veya Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesi hükmünde sayılan diğer hallerin gerçekleşmesi durumunda hukuki sorumluluklarının varlığı tartışmasızdır.
Maddede sözü edilen, yasanın açık ve kesin olan bir kuralına aykırı karar verilmiş olması halinde dahi, hakimin kastı ya da ağır kusuru şeklindeki ihmali eylemleri, yasal bir unsur olarak aranmıştır.
Böyle olunca, takdir yetkisi kapsamında yapılan değerlendirme veya farklı hukuki gerekçe ve mülahazalarla karar verilmiş olması; bundan da ileri, kararın salt hukuki yanılgı nedeniyle hatalı çerçeveye oturtularak yanlış sonuca ulaşılması halinde dahi, hukuka aykırılık unsuru bulunmadığından, hakimin sorumluluğundan söz edilmesi olanaklı değildir.
Burada hemen işaret edilmelidir ki; 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 1. maddesinde; Yargıtay’ın, “adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile bu Kanun ve diğer kanunların hükümlerine göre görev yapan bağımsız bir yüksek mahkeme olduğu” vurgulanmış; 13. maddesinde, “adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümleri ilk ve son merci olarak inceleyip karara bağlamak” Yargıtay’ın görevleri arasında sayılmıştır.
Bu açık hükümler karşısında; Yargıtay’ın, bidayet mahkemelerince verilen hükümlerin aynı zamanda denetim mekanizması olduğu, Kurul ve Dairelerde görev yapan Başkan ve Üyelerin ise yargı ve denetim fonksiyonlarının iç içe bulunduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
İşte bu nedenle, Yargıtay Başkan ve Üyelerinin yargılama ve denetim fonksiyonları kapsamında, farklı hukuki görüşlerin varlığına bağlı olarak, bidayet ve temyiz aşamalarında değişik sonuçlara ulaşılması olasıdır.
Böyle bir durumda, salt ortaya çıkan birbirine aykırı sonuçlar nedeniyle zararın oluşması durumunda dahi, hukuka aykırı bir davranıştan söz edilemeyeceğinden, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesi kapsamında hakimin tazminat sorumluluğundan söz edilemeyecektir.
Tüm açıklamalar ışığında olaya bakıldığında;
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 08.04.2010 gün ve E:2010/2527 K:2010/6087 sayılı onama kararına konu yerel mahkeme kararı ve aşamalarda, davacıya tebliğ ve adres araştırmasıyla ile ilgili bilgi ve belgeler tüm boyutlarıyla ortaya konulmuştur.
Davacı … aleyhine açılan alacak davasının kabulüne dair bidayet mahkemesince kurulan hükmün onanması yönündeki 3. Hukuk Dairesi kararı, katılan hakimlerin denetim ve yargı yetkisi içerisindedir. İhbar olunan hakimlerin, yasal sınırlar dışına çıkmadan yargılama ve denetim görevlerini yerine getirdikleri açıktır.
Kaldı ki bidayet mahkemesi olarak davaya bakan Hukuk Genel Kurulunun, kendilerine dava ihbar olunan hakimlerin verdikleri kararla ilgili olarak yerindelik incelemesi yapması da yasal olarak mümkün değildir.
Esasen davacı tarafça, karara katılan hakimlerin kasıtla hareket ettiğini gösteren bir delil ve olgu da ortaya konulmamış olup; davacının ileri sürdüğü iddiaların kavli mücerrette kaldığı ve sübut bulmadığı anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde öngörülen koşullar oluşmadığından, davanın reddine karar verilmiştir.
H Ü K Ü M: Yukarıda yazılı bulunan gerekçelerle;
1- Davacı … tarafından açılan davanın, aktif dava ehliyeti yokluğu nedeniyle oyçokluğu ile REDDİNE, 2.200 TL. maktu vekalet ücretinin davacı Nesrinden alınıp davalıya verilmesine,
2- Davacı … tarafından açılan davanın, HUMK nun 573. maddesinde öngörülen koşullar oluşmadığından REDDİNE,
3- Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
4- Davalı Hazine yararına takdir olunan 2.200 TL nispi vekalet ücretinin davacı …’ten alınıp davalıya verilmesine,
5- Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,”
Dair oybirliği ile, taraf vekillerinin yüzlerine karşı, ihbar olunanların yokluğunda verilen, 15.07.2011 gün ve 2011/4-4 sayılı karar davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
BÜYÜK GENEL KURUL KARARI
Davacılar vekilinin temyiz istemi üzerine dosyadaki kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:
6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 432. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi sıfatıyla görev yapan Hukuk Genel Kurulu’nun nihai kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş (15) gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir.
Eldeki dosyada; Hukuk Genel Kurulu’na ait 15.07.2011 gün 2011/4-4 sayılı kararı davacılar vekiline ait bilenen ve daha önce tebligat yapılan adrese tebliğe çıkarılmış, tebligat evrakının iade olması üzerine 7201 sayılı Tebligat Kanunu 35. maddesine göre aynı adrese 14.12.2011 tarihinde tebliğ edilmiştir. Davacılar vekili ise kararı 12.01.2012 tarihinde temyiz etmiştir.
Şu durumda; davacılar vekilinin temyiz başvurusu, yasada öngörülen yasal (15) günlük süre geçtikten sonra yapılmış olup, süre yönünden dilekçenin reddine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 12. Maddesi ile 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’na eklenen 93/A-5 fıkrası ve 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.01.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.