Yargıtay Kararı 9. Hukuk Dairesi 2021/3452 E. 2021/8296 K. 15.04.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 9. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/3452
KARAR NO : 2021/8296
KARAR TARİHİ : 15.04.2021

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, davalı işveren işyerinde uygulanmakta olan toplu iş sözleşmesinden faydalandığını, fesihte ve çalışması boyunca bir kısım işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, izin, ilave tediye, ikramiye, birleştirilmiş sosyal yardım, fazla mesai, hafta tatili ve genel tatil alacaklarını istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı tarafından temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesince sair temyiz itirazlarının reddine karar verilerek, fazla çalışma ve genel tatil alacağı taleplerinin reddi gerektiği ve davalı vekiline ıslaha karşı beyan ve def’ilerini sunabilmesi için iki haftalık kanuni süre verilmeden karar verilmesinin hatalı olduğu gerekçeleriyle bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Mahkemece, fazla çalışma ve genel tatil alacakları reddedilmiş, ancak davacının davayı belirsiz alacak davası olarak açtığı, 20.05.2015 tarihli dilekçe bozmadan önce ıslah dilekçesi olarak nitelendirilmişse de, dilekçe içeriğinden talep arttırım dilekçesi olduğunun anlaşıldığı ve dilekçede de davanın belirsiz alacak davası olduğunun yinelendiği, belirsiz alacak davası açılması ile dava zamanaşımının kesildiği ve bu sebeple davalının talep arttırım dilekçesine karşı ileri sürdüğü zamanaşımı def’in dikkate alınamayacağı kabul edilerek sonuca gidilmiştir. Kararın davacı ve katılma yolu ile davalı tarafından temyiz edilmesi ile Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin 25.01.2018 tarihli ilamı ile karar yeniden bozulmuş bozma ilamına uyan Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, Mahkemece verilen karar temyiz edilmiş ve dosya temyiz incelemesi için Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesine gönderilmiştir.
Davalı vekili tarafından 22.05.2019 tarihli dilekçe ile davacı ile sulh sözleşmesi imzalandığı bildirilmiş ve 22.03.2019 tarihli sulh sözleşmesi sunulmuştur. Hükümden sonra ortaya çıkan ve temyiz incelemesine usulen engel oluşturan davadan sulh beyanının Mahkemece değerlendirilip karara bağlanması için dosyanın mahkemesine iadesine karar verilmiştir. Bunun üzerine Mahkemece ek karar ile karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
Gerekçe:
Davaya son veren taraf işlemleri olan feragat, kabul ve sulh, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 307 ilâ 315. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Tasarruf ilkesinin bir sonucu olarak davaya son veren taraf işlemleri hüküm kesinleşinceye kadar yapılabilir. Bir başka ifade ile taraflar davayı kabul ederek ya da davadan feragat ederek veya sulh sözleşmesi yaparak yargılamanın her aşamasında ve hatta kanun yollarında herhangi bir hükme gerek kalmaksızın davayı sona erdirebilirler. Ancak bu işlemler vekil tarafından yapılacaksa vekilin vekâletnamesinde özel yetkinin bulunması gerekir (HMK m. 74).
Davadan feragat, davayı kabul ve sulh, içerikleri itibariyle birer maddi hukuk işlemi olmakla birlikte, yapılış şekli itibariyle birer usulü işlemdir. Bu nedenle söz konusu işlemler bir taraftan maddi hukuk anlamında uygulama imkânı bulan iradeyi bozan hâllere dayanılarak iptal edilebilirken, diğer taraftan kesin hüküm gibi sonuç doğurmaktadır.
Davadan feragat, davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir (HMK m. 307). Davadan feragat eden davacı, bununla dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde istemiş olduğu haktan kısmen veya tamamen vazgeçer.
Davayı kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir (HMK m. 308/1). Davayı kabul eden davalı, bu şekilde, davacının talep sonucu bölümünde istemiş olduğu hakkı kısmen veya tamamen kabul eder.
Davadan feragat ve davayı kabul tek taraflı usul işlemidir; bu nedenle karşı tarafın izni ve mahkemenin onayına gerek kalmaksızın hüküm ifade eder. Sulh ise bir sözleşme olup, iki taraflıdır ve yapılabilmesi için her iki tarafın iradesinin birbiri ile uyuşmasını gerektirir.
Sulh sözleşmesi ile taraflar birbirinden karşılıklı olarak ödünlerde (tavizlerde, fedakârlıklarda) bulunarak aralarında mevcut bir hukuki ilişki üzerindeki anlaşmazlığa veya tereddüt (kararsızlık) hâline son veren ve tam iki taraf borç yükleyen bir sözleşmedir (Tandoğan, Haluk; Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C. 1, …, 1988, s. 14).
Uygulamada ve teoride kabul edilmekle birlikte mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan sulh, ilk defa Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile düzenlenmiş ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 313. maddesinde bir kurum olarak yer almıştır. Anılan maddede sulh; “görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşme” olarak tanımlanmıştır (HMK m. 313/1).
Sulhun etkisi Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 315. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre sulh, ilgili bulunduğu davayı sona erdirir ve kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Şu hâlde mahkeme içi sulh, mahkeme tarafından bir hüküm verilmesine gerek olmaksızın davayı sona erdirir. Tarafların sulh yapmaları durumunda mahkeme sulh sözleşmesine göre karar verecek; taraflar sulhe göre karar verilmesini istemezlerse “karar verilmesine yer olmadığına” karar vermek suretiyle yargılamaya son verecektir. Diğer bir deyişle, mahkeme içi sulh davayı kendiliğinden sona erdirdiğinden mahkemenin bu sonucun ortaya çıkmasını sağlamak için ayrıca bir hüküm vermesine de gerek yoktur. Zira sulhun temel işlevi hükmün tamamlayıcısı olmak değil; hüküm yerine geçmektir. Dolayısıyla sulhun bizzat kendisinin ayrıca bir mahkeme hükmü verilmesine gerek olmaksızın doğrudan doğruya davayı sona erdirmesi doğaldır. Bu bakımdan mahkemenin vereceği “esas hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı” davanın sulh nedeniyle konusuz kaldığını tespit ve tevsikten öte bir anlam taşımayacaktır (Tanrıver, s. 97).
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; Mahkemece sulh sözleşmesi mahkeme huzurunda da teyid edilerek, tarafların bu sulhe göre karar verilmesini isteyip istemediği sorularak sulhe göre karar verilmesini istemeleri halinde, sulh sözleşmesine göre, sulhe göre karar verilmesini istemezlerse karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken tarafların beyanı alınmaksızın karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi hatalıdır. Diğer taraftan sulh sözleşmesinde imzası bulunan davalı vekilinin sulhe yetkisi olup olmadığının açıklığa kavuşturulması da gerekmektedir. Bu nedenlerle kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 15.04.2021 gününde oybirliği ile karar verildi.