Yargıtay Kararı 9. Hukuk Dairesi 2014/11646 E. 2014/13864 K. 29.04.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 9. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/11646
KARAR NO : 2014/13864
KARAR TARİHİ : 29.04.2014

MAHKEMESİ : GEDİZ ASLİYE HUKUK (İŞ) MAHKEMESİ
TARİHİ : 16/01/2014
NUMARASI : 2010/455-2014/15

DAVA :Davacı, sendika adına kesilen aidat alacağının ait oldukları aylardan bir ay sonra başlayacak en yüksek işletme kredisi faizi oranında faizleri ile birlikte ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı işveren Belediyenin müvekkili sendika adına kestiği aidatları ödemediğini, bu nedenle iş bu dava ile talep olunandan fazlasını ayrıca talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 2.000,00 TL aidat alacağının ait oldukları (kesildikleri) aylardan bir ay sonra başlayacak en yüksek işletme kredisi faizi oranında faizleri ile birlikte davalıdan alınmasına karar verilmesini, talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; gecikme faizi olarak talep edilen en yüksek işletme kredisi faizini kabul etmediklerini, davacı tarafın ancak yasal faiz talebinde bulunabileceğini, müvekkilinin davacı sendikaya aidat borcu olmadığını, sendikaya ödenmesi gereken aidatların müvekkil belediyenin ekonomik sıkıntısına rağmen zamanında ve düzenli olarak ödenmeye çalışıldığını bu nedenle davanın reddini savunmuştur.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, taraflar arasında ödenmeyen aidat bedellerinin taksitlendirilmesine ilişkin olarak her ne kadar sulh protokolü düzenlenmiş olsa da yine düzenlenen protokol gereği taksit ödemelerinde gecikme veya eksik ödeme olması durumunda protokolün geçerliliğinin sona ereceğinin hüküm altına alındığı, davalı belediye tarafından yapılan ödemelerin protokol uyarınca yapılmadığı ve bu nedenle protokolün de hükümsüz kaldığı, davalı belediye vekilince ibraz edilmiş olan ödemelere ilişkin dekontlarda bilirkişi raporunda belirtildiği üzere hangi aylara ilişkin ödeme olduğunun belirtilmediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Dava dilekçesinde 20.01.2006 tarihli ihtarnameye atıfta bulunulmuş ; bu ihtarnamede de 15.01.2006 tarihine kadar kesilen aidatların talep edildiği belirtilmiştir. Davacı Islah dilekçesinde Mart 2001’den itibaren alacak talebinde bulunmuştur. Hükme esas alınan raporda Mart 2001-Şubat 2007 dönemi işçilerin sendikalılık tarihleri nazara alınarak hesaplama yapıldığı açıklanmasına rağmen hesaplamaya esas alınan tablo incelendiğinde Mart 2007‘ye kadar doğmuş aidat alacaklarının hesaplandığı anlaşılmıştır. Tüm bu değerlendirmeler ışığında dava ve ıslah dilekçesiyle talep edilen dönemin Mart 2001- 15.01.2006 olduğunun kabulü yerine , Mahkemece davacı tarafından yargılamaya konu edilen dönem aşılarak yapılan hesaplamaya itibarla kurulan hüküm hatalıdır.
3-2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 61’inci maddesinin 1’inci fıkrasına göre bir işyerinde veya işletmede toplu iş sözleşmesi yapmak için 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu uyarınca yetki belgesi alan işçi sendikasının, yetki belgesine konu işyeri veya işletmede çalışan üyesi işçilerin listesini, sendika tüzüğüne göre üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve sendikanın banka hesap numarasını işverene bildirmesi ve bu listeye göre üyelik aidatının kesilerek ve bildirilen banka hesabına yatırılmasını istemesi gerekir.
Toplu İş Sözleşmelerinde kesilen aidatın ne zaman sendikaya yatırılacağı hususu düzenlenmiş ise ayrıca ihtara gerek kalmadan bu tarihlerden itibaren faize karar verilmeli, bu konuda bir düzenlenme yoksa taraf sendikanın işvereni temerrüde düşürmesi gerekir. Dava tarihinden önce sendika tarafından işverenin temerrüde düşürülmesi söz konusu değil ise dava ve ıslah tarihi temerrüt tarihini oluşturmaktadır. Bu nedenle bu tarihten itibaren faize hükmedilmesi gerekir.
Bununla birlikte 2821 Sayılı Sendikalar Kanunun 61’inci maddesinin 2’inci fıkrasında sendika üyelik aidatının bir ay içerisinde sendikaya gönderilmesi öngörülmüş ise de yukarıda açıklandığı şekilde Kanunda işverene bir aylık ödeme süresi öngörülmesi temerrüt için yeterli görülmemiş, işverenin ayrıca temerrüde düşürülmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Somut olaya dönüldüğünde; davacı sendika ile davalı işveren arasında imzalanan Toplu İş Sözleşmelerinde sendika aidatlarının ne şekilde ve hangi sürede sendika adına yatırılacağı açıkça düzenlenmiştir. Diğer taraftan davacının her bir Toplu İş Sözleşmesi dönemine ilişkin sendika üye listesi ve banka hesap numarası gönderdiğine dair yazı, bu yazıların davalı işverence alındığına dair bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır. Bu nedenle davacı sendikanın her toplu iş sözleşmesi döneminde üyesi olan işçilerin listesini, sendika tüzüğüne göre üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatı miktarını ve banka hesap numarasını davalı işverene gönderip göndermediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Bu husus faizin başlangıcı ve dolayısıyla işlemiş faiz alacağı bakımından önemli olup Mahkemece yeterince araştırılmamıştır. Davacı sendika tarafından bu belge ve bilgiler davalı işverene gönderilmediği takdirde Toplu İş Sözleşmelerinde belirtilen ödeme tarihine göre faiz isteminde bulunulamaz. Söz konusu araştırma yapıldıktan sonra sonucuna göre faiz başlangıç tarihi ve işlemiş faiz alacağı konuları değerlendirilmelidir. Bunun yapılmayarak eksik araştırma ve inceleme ile hüküm kurulması hatalıdır.
4- Kanundaki zamanaşımı süreleri, Borçlar Kanununun 127 nci maddesi (6098 Sayılı TBK 148) gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (BK. m. 128). Borçlar Kanununun 101 inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.
818 Sayılı Borçlar Kanununun 128 inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir. Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.
Borçlar Kanunun 131 inci maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur. Türk Borçlar Kanunu’nun 152 inci maddesi de aynı doğrultudadır.
Borçlar Kanununun 133/2 maddesi (6098 Sayılı TBK 154) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.
Borçlar Kanununun 133 üncü maddesinde (6098 Sayılı TBK 154) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Borçlar Kanununun 133/2 maddesi (6098 Sayılı TBK 154/2) hükmü uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Yasanın 135 inci maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir.
Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.
Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.
Borçlar Kanunun 134 üncü maddesi hükmü, “Müruruzaman müteselsilen borçlu olanlardan veya taksimi kabil olmayan bir borcun müşterek borçlularından birine karşı katedilmiş olunca diğerlerine karşı da katedilmiş olur” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. Benzer bir düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu’nun 155 inci maddesinde yer almaktadır.
Borçlar Kanununun 139 uncu maddesinde (6098Saylı TBK 160), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.
1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.
Somut olayda 03.03.2008 tarihli ıslah dilekçesinin 10.03.2008 tarihinde davalıya tebliğ edildiği; davalı tarafından 17.03.2008 tarihli dilekçeyle ıslah dilekçesine karşı zaman aşımı definde bulunulduğu; 08.07.2008 tarihli celsede zaman aşımı define karşı davacı vekilinin beyanda bulunmadığı görülmüştür. 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı definin de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade edeceği gözetilmeksizin kurulan hüküm hatalıdır.
5-Davalı tarafından yapılan ödemelerin yargılama konusu yapılan meblağdan mahsup edilip edilemeyeceğine ilişkin ihtilaf incelendiğinde ; dava tarihinden sonra yapılan ödemelerin dava konusu Mart 2001- 15.01.2006 dönemini kapsadığına dair davalı tarafça belge ibraz edilmediğinden bu ödemelerin alacak konusu meblağdan mahsup edilmemesinde isabetsizlik bulunmamaktadır.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 29.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.