Yargıtay Kararı 9. Ceza Dairesi 2022/16262 E. 2023/1305 K. 09.03.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 9. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2022/16262
KARAR NO : 2023/1305
KARAR TARİHİ : 09.03.2023

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Çocuğun cinsel istismarı
KARAR : Direnme (Mahkûmiyet)

İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesinin, 06.07.2022 tarihli ve 2022/316 Esas, 2022/263 Karar sayılı kararı ile Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesinin, 09.01.2020 tarihli ve 2019/5177 Esas, 2020/189 Karar sayılı bozma kararına karşı verilen direnme kararının, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 307 nci maddesine, 7165 sayılı Kanun’un 9 uncu maddesi ile eklenen, üçüncü fıkrası ve aynı maddenin dördüncü fıkrası uyarınca doğrudan temyiz yoluna tabi olduğu belirlenmekle;
Mahkemece verilen direnme kararının; 5271 sayılı Kanun’un 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenlerin direnme kararını temyize hak ve yetkilerinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz istemlerinin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçelerinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz istemlerinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

I. HUKUKÎ SÜREÇ
1. İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesinin, 29.11.2018 tarihli ve 2018/141 Esas, 2018/424 Karar sayılı kararı ile sanığın çocuğun cinsel istismarı suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 103 üncü maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi, dördüncü fıkrası ve 53 üncü maddesi uyarınca 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluklarına karar verilmiştir.

2. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Ceza Dairesinin, 20.03.2019 tarihli ve 2019/660 Esas, 2019/385 Karar sayılı kararı ile sanık hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik katılan mağdure vekili, katılan Bakanlık vekili ile sanık müdafiinin istinaf başvurularının 5271 sayılı Kanun’un 280 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.

3. İzmir Bölge Adliyesi Mahkemesi 15. Ceza Dairesi kararının, sanık müdafii tarafından temyizi üzerine, Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesinin 09.01.2020 tarihli ve 2019/5177 Esas, 2020/189 Karar sayılı kararı ile ”İlk derece mahkemesince sanık hakkında müsnet suçtan dolayı temel ceza belirlenirken suçun özellik arz etmeyen işleniş biçimi ve benzer olaylardan daha vahim bir hal içermemesinden dolayı alt hadden ayrılmayı gerektirir bir neden bulunmadığı gözetilmeden, sanığın olay yerinde elektriğin kesilmesini fırsat bilerek cinsel istismar eylemini gerçekleştirdiği suretiyle suçun işleniş biçimi ile suç işleme kastının yoğunluğu şeklindeki yetersiz gerekçelerle TCK’nın 3. maddesi uyarınca fiilin ağırlığıyla orantılı olmayacak şekilde teşdit uygulanması,
5237 sayılı TCK’nın 103/4. maddesinin uygulanma gerekçesi olarak sanığın somut olayda mağdurenin bağırmasını engellemek için ağzını kapatması halinin kabulü gerekirken eylem bittikten sonra on beş yaşından küçük mağdureye yönelik ‘bir şey söylersen seni döverim’ şeklindeki tehdidiyle eylemin gerçekleştirildiğinin gösterilmesi,
Sanığın geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurularak 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi gerekirken ‘Sanığın suçun işleniş şeklinden saptanan suç işleme eğilimli kişilik özelliği gözönünde bulundurularak hakkında TCK’nun 62/1 maddesinin takdiren uygulanmasına yer olmadığına,’ şeklindeki bir açıklamanın, kanun koyucunun aradığı anlamda kanuni ve yeterli bir gerekçe niteliği taşımadığı gözetilmeden sanık hakkında yetersiz gerekçeyle söz konusu maddenin tatbikine yer olmadığına karar verilmesi karşısında, anılan hükme yönelik istinaf başvurusunun kabulü yerine esastan reddedilmesi,” nedeniyle bozulmasına ve dava dosyasının 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

4. İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesinin, 25.08.2020 tarihli ve 2020/119 Esas, 2020/165 Karar sayılı kararı ile 5271 sayılı Kanun’un 307 nci maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca direnilmesi ile sanık hakkında çocuğun cinsel istismarı suçundan 5237 sayılı Kanun’un 103 üncü maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi, dördüncü fıkrası ve 53 üncü maddesi uyarınca 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluklarına karar verilmiştir.

5. Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesinin, 22.04.2021 tarihli ve 2020/9032 Esas, 2021/3148 Karar sayılı kararı ile ”Dairemizin 09.01.2020 gün ve 2019/5177 Esas, 2020/189 sayılı bozma kararı usul ve kanuna uygun olup, ilk derece mahkemesince anılan ilama yönelik kurulan 25.08.2020 gün ve 2020/119 Esas, 2020/165 Karar sayılı direnme ilamında belirtilen gerekçeler yerinde görülmediğinden Reddiyle, 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. maddenin üçüncü bendine istinaden anılan direnme kararıyla ilgili hüküm kurulmak üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulunca incelenmesi için Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,” şeklinde karar verilmiştir.

6. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.03.2022 tarihli ve 2021/(Kapatılan)14-178 Esas, 2022/152 Karar sayılı kararı ile ”… Yukarıda açıklanan bu usule aykırılıklar nedeniyle Yerel Mahkemenin sanık hakkında kurduğu direnme kararına konu hükümünün, Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü sorulmadan ve hazır bulunan sanığa esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan ve son sözü de sorulmadan yargılamaya son verilip hüküm tesis ve tefhim edilmesi isabetsizliklerinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir.” şeklindeki gerekçeyle İlk Derece Mahkemesi Kararının bozulmasına karar verilmiştir.

7. İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesinin, 06.07.2022 tarihli ve 2022/316 Esas, 2022/263 Karar sayılı kararı ile 5271 sayılı Kanun’un 307 nci maddesinin 4 üncü fıkrası uyarınca direnilmesi ile sanık hakkında çocuğun cinsel istismarı suçundan 5237 sayılı Kanun’un 103 üncü maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi, dördüncü fıkrası ve 53 üncü maddesi uyarınca 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluklarına karar verilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ
A. Sanık müdafiinin temyiz istemi; yetersiz gerekçeyle fiilin ağırlığıyla orantılı olmayacak şekilde teşdit uygulandığına, takdiri indirim maddesinin uygulanmadığına ilişkindir.

B. Sanığın temyiz istemi; suçlamayı kabul etmediğine, dosyanın tekrar incelenmesi gerektiğine, somut delil olmadığına, söz hakkı verilmediğine ilişkindir.

III. OLAY VE OLGULAR
İlk Derece Mahkemesince
Mahkemece, ”…Sanık … aşamalarda savunmasında üzerine atılı suçlamaları kabul etmemiştir.
Mahalle muhtarı olan tanık …’ya olay günü sanığın … oğlu tanık …’nin kendisini dövdüğünden bahsettiği, bunun üzerine …’ın …’yi çağırdığı, …’in sanığa hitaben ”seni istismar ettiğin çocuğun ailesi dövmüştür” dediği, bu sözleri duyan sanığın suçunu inkar ettiği ancak …’in kendisini dövmesinden dolayı ettiği şikayetinden vazgeçeceğini söylediği, daha sonra …’ın bu durumu jandarmaya bildirdiği, jandarmanın mağdura ulaştığı ve tanık … ile okula gittikleri, mağdurun beyanında kafede sanığın kendisine dokunduğundan bahsettiğini beyan ettiği, 10/01/2018 tarihli mağdurun okulu olan **** Ortaokulu müdürü …. ve Türkçe öğretmeni …. tarafından düzenlenen tutanak içeriğine göre, mağdurun yaşadığı yerde sanığın mağduru internet kafede elektrikler kesildiği sırada taciz edildiğine ilişkin söylentiler çıkması üzerine okul müdürü ve Türkçe öğretmenine durumun iletilmesi üzerine mağdurun internette oyun oynadığı sırada elektriklerin kesildiği sırada sanığın elbisesinin içinden dokunarak tacizde bulunduğunu, bağırmak istediğinde sanığın eliyle ağzını kapattığını ve bu hususu birine söylediği takdirde kendisini döveceğini söyleyerek tehdit ettiğini anlattığı, mağdurun ve tanık …’nin soruşturma ve kovuşturma aşamasında içeriği itibariyle birbiri ile benzer beyanlarda bulundukları, mağdur ve tanığın beyanlarının birbirini doğruladığı ve oluşa uygun olduğu, böylece olay günü bahsekonu İnternet kafede sanık ve mağdurun dosya içerisinde de fotoğrafları yer alan yerde yan yana oturdukları sırada bir ara elektriklerin kesildiği, sanığın bu fırsattan yararlanarak mağdurun kıyafetinin ve iç çamaşırının içerisinden kalçasını okşadığı ve jeneratörün devreye girdiği beş dakikalık sürede eylemine devam ettiği, aynı esnada mağdurun bağırmak istediği ancak sanığın mağdurun ağzını kapatarak olay tarihinde 15 yaşından küçük olan mağdura ”bir şey söylersen seni öldürürüm” diyerek tehdit ettiği, gerçekleşen olayı tanık …’nin de gördüğü ve tehdit söylemini duyduğu, …’nin sanığın mağdura karşı eylemini 2002 doğumlu … oğlu tanık …’nin işaret etmesi üzerine gördüğünü beyan ettiği ancak tanık …’in bu hususu kabul etmediği görülmüş ise de aşamalarda oluşa uygun ve istikrarlı beyanlarda bulunan tanık …’nin beyanı karşısında tanık …’in beyanlarına itibar edilmemiş ve olayın bu şekilde meydana geldiği, sanığın mağdura karşı cinsel saik ile yaklaştığı ve onu cinsel amaçla istismar ettiği hususunda mahkememiz heyetinde tam vicdani kanaat hasıl olmuştur.
Temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler 765 sayılı TCK’nun 29. maddesinin son fıkrasında; “Hakim, iki sınır arasında temel cezayı, suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suç konusunun önem ve değeri, suçun işlendiği zaman ve yer, fiilin diğer özellikleri, zararın veya tehlikenin ağırlığı, kastın veya taksirin yoğunluğu, suç sebepleri ve saikleri, failin amacı, geçmişi, şahsi ve sosyal durumu, fiilden sonraki davranışı gibi hususları gözönünde bulundurmak suretiyle takdirini kullanarak belirler. Cezanın asgari hadden tayini halinde dahi takdirin sebepleri kararda mutlaka gösterilir” şeklinde açıklanmıştır.
Bu düzenlemeye benzer olarak 5237 sayılı TCK’nın 61/1. maddesinde;
“(1) Hakim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler” hükmüne yer verilmiştir.
5237 sayılı TCK’nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasındaki, “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçenin 765 sayılı TCK’nun 29. ve 5237 sayılı TCK’nun 61. maddelerine uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde yasal ve yeterli olmalıdır.
Yukarıda temel cezanın belirlenmesinde gözetilecek ölçütlere değinildiği esnada sanığın üzerine atılı çocuğun cinsel istismarı suçu yönünden mahkememiz hükmünün kurulması noktasında durumun tartışılması da gerekmiştir;
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu sisteminde objektif sorumluluk anlayışı terk edilmiştir ve bu itibarla failin neticeye ilişkin kusurunun saptanmasına ilişkin olarak onun subjektif özellikleri nazara alınacak, ancak her durumda sanığın özelliklerine benzer durumdaki kişilerden beklenen davranış ve düşünce özellikleri, ihlal olunan davranış kalıbı ile ilişkilendirilmek suretiyle ortaya konulucaktır ki, bu da; TCK.’nun 103/1. maddesinde düzenlenen normun ortaya koyduğu eylemin ve bunun suç haline getirilmiş olmasıyla önlenmek istenen sonucun, failin psişik aleminde onun kınanabilirliğini mümkün kılacak mahiyet ve derecesinin nerede başlayıp nerede sonlandığı ile doğrudan ilişkilidir. Bu durum da, failin temel ceza normunun emrettiği davranış kalıbına ilişkin dikkat ve özen yükümlülüğünün tespitini hiç şüphesiz toplumsal yaşayıştan kaynaklanan ve ceza hukukuna ilişkin normların dışında kalan davranış kalıplardan kısmen farklı bir değerlendirmeye muhtaç kılmaktadır.
Failin subjektif özelliklerine göre belirlenen “model ajan” tespit olunurken, failin davranışlarının hangi davranış kurallarına ilişkin olarak ortaya çıktığının belirlenip ortaya konacak model ajanının buna göre belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Buradan hareketle dikkat ve özen kurallarının somut olayda olduğu gibi hukuk kuralları tarafından belirlenmiş olması durumunda, bu kurallar önleyici niteliktedir ve önlemeyi amaçladıkları zararlı neticeyi önleyici nitelikteki davranışı belirler. Önleyici normlar arasında da ayrım yapmak gerekir. Katı önleyici normlar önleyici davranışı kesin sınırlarıyla belirler ve bu hususta failin kişisel özellikleri nazara alınarak belirlenen model ajanın neyi öngörüp neyi öngöremeyeceği hususu normun düzenleniş şekli de dikkate alınarak belirlenmelidir. Normun düzenlenişi ile ortaya çıkması muhtemel ve önlenmesi amaçlanan zararlı sonuçların kapsamının bu belirlemede nazara alınması objektif sorumluluk olarak değerlendirilemez. Zira burada model ajanın öngörebileceği neticeler, ihlal olunan hukuk normunun düzenleniş ve hitap şekli itibariyle, kamu davasının sanığının kişisel özellikleri nazara alınarak kendisinin ortaya konan subjektif niteliklerini de kapsayacak bir durumu ortaya çıkarmaktadır. İhlal olunan davranış kalıbının düzenleniş şekli öyle bir özellik arz etmektedir ki kamu davasına konu somut olaydaki sanığın öngörme kabiliyeti ile farklı kişisel özelliklere sahip kişilerin aynı norm karşısındaki durumları nazara alınarak benzerlik göstermektedir. Bu husus, falin kişisel özelliklerinin öngörülebilirlik bakımından dikkate alınmadığı anlamına gelmemekte sadece ihlal olunan davranış kalıbının kapsamı ve önleyicilik gücünün bireylerden beklenebilirliği bakımından bazı durumlarda benzerlik arz edebileceğini ifade etmektedir. Ancak esnek hukuk normlarında model ajanın subjektif özellikleri bakımından her duruma özgü farklı davranış şekli ve öngörülebilirlik ortaya çıkar. Diğer bir anlatımla falin sorumlu tutulduğu netice yazılı ve önleyici hukuk normunun koruma alanı içinde kalmaktadır ki somut olayda da failin subjektif özellikleri yönünden ondan öngörmesi beklenebilecek neticeler bu koruma alanının içinde kalmaktadır.
Buradan hareketle belirtmek gerekirse; kanaatimizce Yüksek 14. Ceza Dairesi suçun sonucunda meydana gelen netice yönünden, subjektif özellikleri itibariyle failden beklenecek davranışların ve öngörülebilirliğin kapsamının ne olduğunu tespit ederken failden uyması beklenen davranış kalıbını, içeriği ve sınırları yönünden değerlendirme dışı bırakarak ve bu durum gerek hukuki manasıyla gerekse reel alemde karşılık geldiği oluş itibariyle farklı bir duruma işaret ettiği halde, bu hususu nazara almaksızın bir sonuca ulaşmıştır. Yani somut olay kusurluluk yönünden ortaya konulurken failden uyması beklenen davranış kalıbının kaynağı saptanıp buna göre değerlendirme yapılmamıştır.
Yukarıda tartışıldığı haliyle somut olay irdelendiğinde; 13 yaşında bir kız çocuğu olan mağdureye gösterilmesi gereken özen yükümlülüğü ister kaynağı kanunda gösterilsin, isterse gösterilmesin mutlaka bir hukuki değerle ilintilidir. Bir hukuki değerden soyut bir özen yükümlülüğünden bahsedilemez. Kamu davasına konu olayda bu, yaşı, bedensel ve ruhsal gelişimi itibariyle cinsel ilişki kurulmasının yasaklandığı mağdurenin “cinsel dokunulmazlık” alanıdır ki bu alan yasa koyucu tarafından koruma altına alınarak, ihlali rızanın varlığı halinde dahi suç haline getirilmiştir. Mağdurun cinsel dokunulmazlık alanının korunması sadece fiziksel bir alanın değil hiç şüphesiz onun ruhsal durumunu da içine almış bir kapsama yönelen ve bu alana yapılacak müdahalelerin zararlı sonuçlarından mağdureyi azade kılmaya yönelmiş bir korumadır. Kanunu bilmemenin mazeret sayılmadığı hukuk sisteminde bu alana girmesi yasaklanan kişinin bu alana girmesiyle bu koşul sağlanmıştır. Zira kanun koyucu TCK.’nun 103. Maddesinde tanımlanan suçu ihdas etmekle, küçük yaştaki çocuk mağdurların beden ve ruh sağlığını korumayı da amaçlamaktadır. Mahkememizce kabul edilen oluş, oluşu destekler mahiyette sanık ile arasında husumet bulunmayan katılan mağdurun aşamalardaki çelişkiye yer vermeyen istikrarlı beyanları, yine bu beyanları destekler mahiyette bir kısım tanıkların beyanları karşısında; olay yerinde elektriklerin kesilmesini fırsat bilerek, 13 yaşındaki mağdurenin eşofmanından ve iç çamaşırından elini sokarak kalçasını ani ve kesiklik arzetmeyecek şekilde okşayan ve bu esnada bağırmaya çalışan mağdurenin ağzını kapatarak “bir şey söylersen seni öldürürüm” şeklinde eylem ve beyanda bulunan sanığın kastının yoğunluğu gözönünde bulundurularak alt sınırdan uzaklaşılarak cezalandırılmasının yerinde olacağı hususunda tam vicdani kanaate ulaşılmıştır.
5237 sayılı kanunun 103/4 fıkrası gereğince; “Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehditle ya da (b) bendindeki çocuklara karşı silah kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.” denilerek cinsel istismarın 15 yaşından küçük mağdureye karşı cebir veya tehditle işlenmesi durumunda cezanın arttırılacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkememizce verilen kararın hüküm kısmında “eylemin 15 yaşından küçük mağdureye karşı tehdit ile gerçekleştirildiği” belirtilmiş ise de aynı anda bitişik olarak yapılan cebir ve tehditten herhangi birinin hükme esas alınmış olması arttırım için yeterli sebeptir. Sanığın eylemini 15 yaşından küçük mağdureye karşı gerçekleştirdiği esnada, bağırmasını önlemek için ağzını kapattığı esnada ”bir şey söylersen seni öldürürüm” şeklindeki tehdit ile gerçekleştirildiği gözönünde bulundurularak TCK’nun 103/4. maddesi gereğince sanığın cezasında yarı oranında artırım yapılmasına karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
TCK’nın 62. Maddesi kapsamında takdiri indirim nedenleri kurumunun hukuki esası, soyut cezayı olaya ve suçluya uydurarak, daha adil ve insaflı bir cezaya hükmedebilmek hususunda hakime bir özgürlük tanımaktır. 5237 sayılı TCK’nın 62/2 maddesinde sayılan takdiri indirim nedenleri tahdidi değil, örnekleyici niteliktedir. Bu maddenin uygulanması, mahkemenin takdirine bağlı hususlardan olmakla beraber, bu takdir hakkının kullanılmaması nedenleriyle ilgili gerekçenin makul ve makbul olması, hukuk kurallarını zedelemeyecek, yasanın amacına aykırı düşmeyecek mahiyette bulunması, hak ve nesafet kuralına uygun olması gerekir ( CGK 11/05/2004, 2004/8-65- 2004/117 ). Bu maddenin amacı yalnız suçun işlenişine göre cezanın verilmesini önlemek ve failin kişiliğine uygun biçimde cezanın şahsileşmesini sağlamaktır. Bu kısa açıklama ışığında; işsiz ve sosyal ilişkileri yönünden sorunlu bir kişilik özelliği taşıdığı dosya kapsamından anlaşılan, bu anlamda cezalandırmanın gelecekteki yaşantısını da etkilemeyeceği sabit olan, yargılama sürecine yardımcı olmayan sanık hakkında, cinsel istismar suçunun işleniş şekli itibarıyla failin kişiliğine uygun biçimde cezanın şahsileştirilmesi gerektiği kanaatine ulaşılarak, TCK’nın 62/1. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesinin yerinde olduğu hususunda hakimler heyetinde tam vicdani kanaat hasıl olmuştur.
Bu itibarla;
Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin 09/01/2020 tarih ve 2019/5177 E. – 2020/189 K. sayılı bozma ilamının usul ve yasaya uygun olmadığı kanaatine varıldığından, mahkememizin 29/11/2018 tarih ve 2018/141 E. – 2018/424 K. sayılı önceki kararında direnilmesine dair karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” şeklindeki gerekçeyle karar verilmiştir.

IV. GEREKÇE
Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesinin 09.01.2020 tarihli ve 2019/5177 Esas, 2020/189 Karar sayılı bozma kararı usul ve kanuna uygun olup, İlk Derece Mahkemesince anılan ilama yönelik kurulan 06.07.2022 gün ve 2022/316 Esas, 2022/263 Karar sayılı direnme ilamında belirtilen gerekçeler yerinde görülmemiştir.

V. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle direnme kararı yerinde görülmediğinden Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesinin 09.01.2020 tarihli ve 2019/5177 Esas, 2020/189 Karar sayılı bozma kararının, Tebliğname’ye kısmen uygun olarak, oy birliğiyle DÜZELTİLMESİNE YER OLMADIĞINA,

Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 307 nci maddesinin dördüncü fıkrası gereğince direnme kararını incelemek üzere Yargıtay Ceza Genel Kuruluna GÖNDERİLMESİNE,

09.03.2023 tarihinde karar verildi.