YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/1227
KARAR NO : 2020/2776
KARAR TARİHİ : 02.06.2020
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu İptali Ve Terkin
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup, hükmün davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
KARAR
Davacı Hazine vekili, davalılar adına kayıtlı 27 ada 7 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kaldığını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile terkinine karar verilmesini istemiştir.
Davalı taraf, herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
Mahkemece, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun değişik 12. maddesinde sözü edilen on yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi üzerine, hüküm; davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, tapu iptali ve taşınmazın sicil kaydının kütükten terkini isteğine ilişkindir.
Bilindiği üzere; Anayasa’nın 43 ve 3621 sayılı Kıyı Yasası’nın 5. maddesine göre kıyılar; Devlet’in hüküm ve tasarrufu altındadır, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır. Deniz, göl ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmakta, öncelikle kamu yararı gözetilir. 4.madde hükmüne göre Kıyı çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgi, kıyı kenar çizgisi: Kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınır, kıyı ise: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alandır. TMK’nin 999. maddesine göre de; özel mülkiyete tâbi olmayan ve kamunun yararlanmasına ayrılan taşınmazlar, bunlara ilişkin tescili gerekli bir aynî hakkın kurulması söz konusu olmadıkça kütüğe kaydolunmaz, tapuya kayıtlı bir taşınmaz, kayda tâbi olmayan bir taşınmaza dönüşürse, tapu sicilinden çıkarılır.
Uyuşmazlığın bu niteliğine göre, öncelikle yöntemince kıyı-kenar çizgisinin belirlenmesi ve zemine uygulanması gerekir. Bu doğrultuda, dava konusu taşınmazların bulunduğu yerde idarece oluşturulmuş yeni bir kıyı kenar çizgisinin bulunup bulunmadığı Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünden sorularak belirlenmelidir. İdarece oluşturulmuş ve kesinleşmiş kıyı kenar çizgisi var ise, buna ilişkin karar ve dayanağı olan belgeleri ile kroki ve haritasının birlikte getirtilip dosya arasına konulması, mahallinde yerel ve teknik bilirkişi ile harita mühendisi aracılığıyla yapılacak keşifte araziye uygulanması, gözlem çukurlarının açılması çekişme konusu taşınmazın yeri belirlenip harita üzerine işaretletilmesi gerekir.
İdarece oluşturulmuş yeni bir kıyı kenar çizgisinin bulunmaması yahut idari yargı yerinde iptal edilmiş veya oluşturulan harita 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilen ilkeye göre ilgililerine tebliğ edilerek kesinleştirilmemiş ise Adli Yargı Mahkemesince, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 4. maddesindeki tanımlamalar dikkate alınarak, aynı Kanun’un 5 ve 9. maddeleri ile 13.03.1972 tarihli ve 7/4 sayılı, 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları göz önünde tutularak, Kanunun 9/2. maddesinde belirtilen bilirkişi kurulu aracılığıyla, keşif yapılarak açıklanan kural ve yöntemler doğrultusunda kıyı kenar çizgisi oluşturulmalıdır. Mahkeme aracılığıyla bu çalışma yapılırken, varsa idarenin önceden kıyı kenar çizgisi oluşturmak için yaptığı saptamalar ve bu konuda kurulan komisyonun çalışmalarının ortaya çıkardıkları bilimsel değerlerin bulunduğu da göz ardı edilmemelidir. İdarenin söz konusu çalışmalarını yok saymak da doğru olmaz.
Açıklanan nedenlerle, idarenin kıyı kenar çizgisi çalışmalarında, o yere ilişkin kamu görevlilerince önceden oluşturulmuş komisyon çalışmalarını içerir kayıt ve belgeler getirtilmeli, bunlardaki verilerle, Mahkemece kıyı kenar çizgisi oluşturmak için bilirkişilerce yapılan çalışmalarda elde edilen veri ve bulguların örtüşmemesi durumunda, bunun nedenleri hakkında bilirkişilerden bilimsel gerekçelere ve maddi bulgulara dayalı, doyurucu ve denetime açık ek rapor alınmalıdır. Başka bir anlatımla, eldeki uyuşmazlıkta idari saptamalardan takdiri delil olarak yararlanılması zorunludur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.06.2003 tarihli ve 97/110 sayılı kararı da bu doğrultudadır. Yapılacak bu araştırmalarla, dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin hangi tarafında kaldığı duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlendikten sonra, oluşacak durum, dosya içeriği, iddia ve savunma doğrultusunda toplanan diğer tüm deliller birlikte tartışılıp değerlendirilerek, uyuşmazlık hakkında bir karar verilmesi gerekir.
Somut olayda, 5841 Sayılı Yasa’nın yürürlüğü döneminde davanın hak düşürücü süreden reddedilmiş olması doğrudur. Ancak anılan Yasa, Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 Esas, 2011/77 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiş, 23.07.2011 tarihinde Resmi Gazete yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse de, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra meydana gelen değişiklik karşısında doğru olduğu söylenemez. Bu halde, işin esasının yukarıda açıklandığı şekilde incelenerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, davanın 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun değişik 12. maddesinde sözü edilen on yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesi ile reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, davacı Hazine vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile Yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 02.06.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.