Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2019/5275 E. 2019/11377 K. 16.12.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2019/5275
KARAR NO : 2019/11377
KARAR TARİHİ : 16.12.2019

MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Çorlu 1. Aile Mahkemesinin 17.10.2017 tarihli ve 2014/217 Esas, 2017/684 Karar sayılı kararıyla davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, Mahkeme hükmüne karşı davacı ve davalı vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince davacı ve davalı vekillerinin istinaf başvurusunun esastan reddine şeklinde hüküm kurulmuş olup, bu kez davalı vekili ve duruşmalı olarak davacı vekilinin Bölge Adliye Mahkemesi kararını temyizi üzerine davacının duruşma talebi gider olmadığından reddedilerek Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı … vekili, evlilik birliği içinde edinilen 1038 ada 2 parselde kayıtlı 2 numaralı mesken, bir araç ve bir dükkan ile ilgili olarak mal rejiminden kaynaklı 50.000 TL alacağın davalıdan tahsili isteğinde bulunmuştur.
Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, davacının dava konusu taşınmaz için 25.558,75 TL alacağının, harcın yatırılma tarihi olan 30.05.2013 tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, taraf vekillerinin istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince esastan reddedilmiş, hüküm, süresi içinde davacı vekili ile davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, yapılan yargılama ve uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları ile temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararında yazılı gerekçelere, hukuki ilişkinin nitelendirmesine göre davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2. Davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince;
Somut olayda eşler, 03.09.1995 tarihinde evlenmiş, taraflar arasında 26.01.2006 tarihinde noterde düzenleme şeklinde mal ayrılığı sözleşmesi yapılmış, 10.08.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün kesinleşmesiyle de boşanmışlardır. Taraflar arasında, evlenme tarihinden 4721 Sayılı TMK’nin yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (743 Sayılı TKM mad.170), bu tarihten noterde düzenlenen mal rejimi sözleşmenin yapıldığı 26.01.2006 tarihine kadar yasal edinilmiş mallara katılma rejimi (4722 Sayılı Yasa mad.10, TMK mad.202/1), 26.01.2006 tarihinden mal rejiminin sona erdiği boşanma dava tarihine kadar ise mal ayrılığı rejimi geçerlidir (TMK mad.202/2). Davaya konu 1038 ada 2 parselde kayıtlı 39 numaralı bağımsız bölüm, sözleşme tarihinden bir gün sonra 27.01.2006 tarihinde, taraflar arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde, davalı tarafından satış yoluyla edinilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (4721 sayılı TMK mad.179). Mahkemece, taşınmazın 55.000 TL’ye edinildiği, taşınmaz için HSBC Bankasından 20.000 TL konut kredisi kullanıldığı, kredi ödemelerinin evlilik birliği içinde davalı tarafından yapıldığı, kredi bakımından davacının hakkının olmadığı kabul edilerek, bu kısma tekabül eden miktar dava tarihindeki taşınmazın belirlenen sürüm değerinden çıkartıldıktan sonra davalı kadın lehine yapılan denkleştirme sonunda kalan miktar üzerinde, davacının takdiren %35 katkısı olduğu kabul edilerek 25.558,75 TL katkı payı alacağına hükmedildiği, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından da davaya konu taşınmazın alım bedelinin, davalı adına bankada mevcut mevduat ve davalı adına çekilen banka kredisiyle ödendiği, mevduat hesabında davacının katkı payı bulunduğu hususunun kabulü gerektiği, kredi ödemelerine davacı katkısının ispatlanamadığı, alım bedelinin bankadaki mevcut mevduatla karşılanan kısmında mahkemece belirlenen katkı oranının uygun bulunması nedeniyle, tarafların istinaf başvuruları esastan reddedilmiş ise de, verilen karar dosyadaki bilgilerle örtüşmemektedir.
Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK mad.33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, mal ayrılığı döneminde edinilen taşınmazla ilgili katkı payı alacağı isteğine ilişkindir.
4721 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden sonra taraflar arasında sözleşme ile başka mal rejimi seçilmediği sürece yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. 4721 sayılı Kanun’da seçimlik mal rejimlerinden birisi de mal ayrılığı rejimidir. Mal ayrılığı rejiminde, eşlerden biri yasal sınırlar içinde kendi malvarlığı üzerinde yönetim, yararlanma ve tasarruf haklarını korur. (TMK mad.242) İspat, borçlardan sorumluluk ve paylı mülkün özgülenmesi konularında, paylaşmalı mal ayrılığı rejimine ilişkin hükümler uygulanır. (TMK mad.243) Görüldüğü gibi mal ayrılığı rejimi yönünden tasfiyeye ilişkin bir düzenleme yoktur. Bu sebeple, eşlerin bu dönemde edindikleri malvarlığının tasfiyesine ilişkin uyuşmazlık, aynı Kanun’un 5.maddesi yollamasıyla Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri göz önünde bulundurularak kural olarak “katkı payı alacağı” hesaplama yöntemi kurallarına göre çözüme kavuşturulacaktır. Zira Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir (TBK mad.646).
Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar. (TMK mad.186) Eşlerden her biri, ortak yaşamın devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil eder (TMK mad.188) Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Evlilik birliğinin ömür boyu süreceği, gelecekte aile üyelerinin yararlanacakları beklentisiyle, ortak yaşamı ve geleceği güvence altına almak amacıyla, beraberlikten doğan dayanışmayla ve karşılıklı güvene dayanarak, örf ve adete de uygun olarak eşlerin birlikte malvarlığı edinme çabaları, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır. Bu doğrultuda edinilen malvarlığının eşlerden birinin adına kaydedilmesi mümkündür. Kural olarak, eşlerden birine ait mal varlığında, diğer tarafın mülkiyet veya başka ayni hak talebi söz konusu olamaz. Mal rejiminin tasfiyesi isteğinde bulunan eşe ya da mirasçılarına tanınan hak ayni olmayıp, şahsi alacak hakkıdır (07.10.1953 tarihli ve 8/7 YİBK).
Eşlerden birinin, diğer eşin mal rejiminin devamı sırasında edindiği malvarlığına katkısı nedeniyle katkı payı alacağı isteyebilmesi için, mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle ya da TMK’nin 186. maddesi gereğince ev işlerinin yapılması sebebiyle sarfedilen emek de malvarlığı değeri olarak kabul edilmesi sebebiyle emek ile katkıda bulunulması gerekir. Bu katkı, ziynet, miras veya bağış yoluyla elde edilen başka malvarlıklarının kullanılması ile toplu olarak yapılabileceği gibi, çalışan eşin gelirleriyle veya emek ile yapılması da mümkündür. Gerek çalışarak düzenli ve sürekli gelire (maaş, gündelik, kar payı vs gibi) sahip eşin, gerekse emek harcayan (ev hanımı gibi) eşin, aksi kanıtlanmadıkça diğer eşin sahip olduğu malvarlığına yapabileceği tasarruf oranında katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Yargıtay’ın ve Dairemizin devamlılık gösteren uygulamaları da bu yöndedir.
Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen tasfiyeye konu mala, eşlerin, hem başka malvarlıkları (ziynet, miras, bağış vs gibi) kullanılarak, hem çalışma karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle veya emek harcayarak katkıda bulunduklarının ileri sürüldüğü durumlarda; öncelikle, tasfiyeye konu malın edinildiği tarih itibarıyla başka malvarlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının, dava konusu malın bedelinin tamamı karşısındaki oranı saptanmalıdır. Bundan sonra da, kalan miktara her bir eşin çalışmaları ile elde ettikleri düzenli gelirleriyle veya hizmet sebebiyle ya da emek harcamak suretiyle elde edebilecekleri gelirleriyle katkıda bulunduklarının kabulü ile katkı oranları ayrı ayrı belirlenmelidir.
Buna göre, öncelikle toplu katkının, satın alma tarihindeki parasal değeri ile tasfiyesi istenen malın hem edinme bedeli hem de dava tarihindeki sürüm (rayiç) değerleri ayrı ayrı tespit edilmelidir.
Dava konusu malvarlığına, başka malvarlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının dışında kalan bölümüne eşlerin çalışmaları karşılığı elde edilen düzenli gelirlerle veya hizmet sebebiyle ya da emek harcamak suretiyle elde edebileceği gelirleriyle yapılan katkı oranının belirlenmesi bakımından ise; öncelikle evlenme tarihinden, malın edinildiği tarihe kadar, eşlerin çalışma sürelerine ve elde ettikleri veya edebilecekleri gelirlerine ilişkin belgeler bulundukları yerlerden eksiksiz olarak getirtilmelidir. Çalışmanın sabit olunmasına rağmen, çalışılan bir kısım döneme ilişkin belgelere ulaşılamaması durumunda, ilgili meslek kuruluşlarından ve/veya bilirkişilerden o döneme ilişkin yaklaşık gelir durumu sorulup belirlenerek, malın edinildiği tarihe kadar ki eşlerin tüm gelirleri ayrı ayrı saptanmalıdır. Sonra, her bir eşin alışkanlıkları, ekonomik ve sosyal statüleri gözetilerek, kişisel harcamaları nedeniyle yapabileceği harcama kendi gelirlerinden düşülerek ayrı ayrı yapabilecekleri tasarruf miktarları tespit edilmeli, daha sonra her bir eşin tespit edilen tasarruf miktarının birlikte gerçekleştirdikleri toplam tasarruf miktarı içerisindeki oranı belirlenmelidir. Bulunan bu oranlar, eşlerin çalışmaları karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle veya hizmet sebebiyle ya da emek harcamak suretiyle tasfiye konusu malvarlığına yaptıkları katkı oranını göstermektedir. Gerektiğinde katkı oranlarının tespitinde TMK’nin 4. maddesi ile TBK’nin 50. maddesinde düzenlenen hak ve nesafet ile hakkaniyet ilkelerinden de faydalanılmalıdır.
Yukarıda açıklanan yöntemlerden yararlanılarak ayrı ayrı tespit edilen toplu para ve düzenli gelirlerle veya hizmetle ya da emek harcamak suretiyle yapılan katkı oranları, birleştirmek suretiyle değerlendirilerek, tasfiyeye konu malvarlığının dava tarihindeki sürüm (rayiç) değeri ile çarpılmak suretiyle, her bir eşin katkı payı alacağı miktarı bulunmalıdır.
Açıklanan değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülmesi durumunda konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır. Tasfiyeye konu birden fazla malın bulunması durumunda, her biri için aynı yöntem uygulanmalıdır.
Davalının, taşınmazın edinilmesinden önce 25.01.2006 tarihinde kendi adına olan banka hesabından 55.000 TL para çektiği, 27.01.2006 tarihinde de taşınmazın alıcısı hesabına, davalının hesabından ayrıca 20.000 TL havale edildiği, paranın çekildiği tarihte taraflar arasında geçerli olan edinilmiş mallara katılma rejimi gereğince bu paranın edinilmiş mal niteliğinde olduğu dikkate alındığında, dosya kapsamı, bankadan paranın çekildiği tarih ile dava konusu taşınmazın alındığı tarih arasındaki kısa süre, toplanan deliller ve davalı vekilinin 23.06.2017 tarihli dilekçe içeriğine göre, dava konusu taşınmazın 75.000 TL’ye alındığının, bu paranın 55.000 TL’sinin bankadan çekilen para ile kalanın ise bankadan çekilen 20.000 TL konut kredisi ile karşılandığının kabulü gerekir. Mahkemece, dava konusu taşınmazın 75.000 TL yerine 55.000 TL’ye edinildiğinin kabulü hatalıdır.
Toplanan deliller ve dosyaya yansıyan bilgilere göre, evlilik birliği içinde taşınmazın edinildiği tarihe kadar her iki tarafın da çalışarak gelir elde ettiği anlaşılmaktadır. Buna göre, adına kredi çekilen davalının kredi ödemelerinde adının yazılı bulunması sebebiyle kredinin tamamının geri ödemelerinin davalı tarafından yapıldığının kabulü yerinde değildir. Daire ilke ve uygulamaları doğrultusunda her iki taraf çalışarak gelir elde ettiğine göre, kural olarak davacı eşin kredi ödemelerine katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Aksinin yani davacının elde ettiği geliri ile katkıda bulunmadığının veya gelirini başka yerde kullandığının ispat yükümlülüğü davalı tarafa aittir. Yukarıdaki açıklamalar da dikkate alınarak, mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde yapılan kredi ödemeleri bakımından, taraf gelirlerinden hareketle her iki tarafın tasarruf edebilecekleri miktarlar bulunduktan sonra davacının tasarruf miktarının toplam tasarruf miktarına oranı kadar davacının katkıda bulunduğunun kabul edilmesi gerekirken, bu kredi ödemelerin tamamının davalı tarafından yapıldığı kabul edilerek davacının katkıda bulunmadığının kabulü doğru olmamıştır.
Ayrıca, dava konusu taşınmazın alımında kullanılan ve davalıya ait banka hesabından çekilen 55.000 TL, taraflar arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 2005 yılında davalı adına bankaya yatırılmış ve mevcut olup TMK’nin 220. maddesi gereğince aksi ispat edilemediğinden tarafların edinilmiş malı niteliğindedir. Bu hesaptaki para üzerinde davacının yarı oranda katılma alacağı hakkı bulunmaktadır. Paranın davalı hesabında bulunması tek başına davalının kişisel malı olduğunu göstermez. Davacı tarafça bu para üzerinde hak sahibi bulunulduğu iddia edilerek taşınmaz alımında katkıda kullanıldığı iddia edildiğine, sözkonusu para mal ayrılığı rejimine geçilmeden önce 25.01.2006 tarihinde çekildiğine ve mal ayrılığı rejimi geçerli iken alınan dava konusu taşınmaz alımında kullanıldığına göre, her iki tarafın haklarının yeni mal rejimine (mal ayrılığı rejimine) tarafların kişisel malları olarak geçtiği dikkate alanarak, bu miktarların taşınmaz alımında toplu katkı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu sebeple, kişisel mal ile katkıdan dolayı, alımda kullanılan 55.000 TL’nin yarısının (27.500 TL’nin) toplu katkı kapsamında, taşınmazın alım değerine oranlanması sonunda çıkacak oranın davacının katkı oranı olarak kabul edilmesi, bu oran ile dava konusu taşınmazın dava tarihi itibarıyla belirlenen piyasa sürüm değerinin çarpımı sonunda bulunacak miktarın da davacının katkı payı alacağı olduğunun gözetilmesi gerekirken, talebin niteliğine aykırı şekilde bu miktar bakımından gelirlerden hareketle davacının %35 katkısının bulunduğunun kabulü de doğru değildir.
Bu açıklamalara göre mahkemece yapılması gereken iş; davacının 75.000 TL’ye alınan taşınmazın 55.000 TL’lik bölümünün her iki tarafın yarı oranda hakkı bulunan bankadan çekilen toplu para ile karşılandığı gözetilerek, davacının kişisel malı niteliğindeki 27.500 TL’nin 75.000 TL alım değerine oranlandıktan sonra bulunan oran ile dava konusu taşınmazın dava tarihindeki 115.000 TL piyasa sürüm değeri ile çarpılması, çıkan miktarın davacının katkı payı alacağı olduğunun kabul edilmesi, yine 20.000 TL kredinin 75.000 TL alım değerine oranlanması ile bulunacak oranın, taraf gelirlerinden hareketle Daire ilke ve uygulamalarına göre belirlenecek davacının katkı oranı ile çarpımı sonunda davacının krediden dolayı hesaplamada dikkate alınacak katkı payı oranının tespiti, tespit edilen bu oran ile taşınmazın dava tarihindeki 115.000 TL piyasa sürüm değeri ile çarpılarak davacının krediden dolayı katkı payı alacağının bulunması, sonrasında ayrı ayrı bulunan her iki katkı payı alacağının toplanması, davacının talebi de gözetilerek hüküm kurulması olmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazları yukarıda (2) nolu bentte yazılı nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile İstanbul Bölge Adliye mahkemesi 6.Hukuk Dairesi kararının 6100 sayılı HMK’nin 373/1. maddesi gereğince KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının HMK’nin 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının (1) numaralı bentte yazılı nedenlerle REDDİNE, dosyanın İlk Derece mahkemesine, karardan bir örneğinin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 481,90 TL peşin harcın onama harcına mahsubu ile kalan 1.264,01 TL’nin temyiz eden davalıdan alınmasına, peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 16.12.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.