Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2018/3379 E. 2019/4126 K. 15.04.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2018/3379
KARAR NO : 2019/4126
KARAR TARİHİ : 15.04.2019

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVALILAR : … vd
DAVA TÜRÜ : Ecrimisil

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR

Davacı vekili, müvekkili idarenin 2 ada 55 parsel sayılı taşınmazın tamamının maliki olduğunu, davalıların taşınmazın krokisinde 148, 149, 150 ile işaretli tapu tahsis fazlası 356,72 m2’lik kısmı, ikametgah ve bahçe olarak kullanmak suretiyle tecavüz ettiklerini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 01.01.2007-31.12.2011 tarihleri arası için 9.888,00 TL işgal tazminatının kademeli yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı …, davanın reddini savunmuştur. Diğer davalılar davaya cevap vermemişlerdir.
Mahkemece, bir kısım davalılar yönünden davanın reddine, diğer davalılar yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, ecrimisil isteğine ilişkindir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu taşınmazın … adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır.
Somut olaya geçmeden önce “taraf sıfatı” kavramı üzerinde durulmalıdır:
Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen (nitelendirilen) kişiler, şeklen (biçimsel açıdan) o davanın taraflarıdır. Ancak mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası bakımından bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, bu kişilerden birinin o davada gerçekten davacı veya davalı olma sıfatı yoksa dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verilemez. Dava, sıfat yokluğundan reddedilir.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, bir subjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü olan kişinin kim olduğu (yani bir davada, davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu) tamamen maddî hukuka göre belirlenir. Bu nedenle, bir kişinin belli bir davada gerçekten davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı hususu, usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu (subjektif) hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur. Sıfatın usul hukuku bakımından önemi (usul hukukunu ilgilendiren yönü) şudur: Bir davanın tarafları (veya taraflardan biri) o davada gerçekten (davacı veya davalı olarak) taraf sıfatına sahip değilse mahkeme, dava konusu hakkın esası (mevcut olup olmadığı) hakkında inceleme yapıp karar veremez. Mahkeme, davanın sıfat yokluğundan reddine karar verir. Bu karar, davanın dinlenemeyeceğine ilişkin bir karar olmayıp, davanın esasına ilişkin bir karardır (taraf olarak gösterilenlerden birinin taraf sıfatının bulunmadığını tespit eden bir karardır).
Mahkemenin sıfat yokluğunu kendiliğinden (resen) gözetmesi gerekir. Çünkü sıfat yokluğu, bir defi değil, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olan bir itirazdır. Hakim, kendisine sunulan dava malzemesinden (davalı veya davacının bildirdikleri vakıalardan, yani dava dosyasından) bir itiraz sebebinin varlığını (sıfat yokluğunu) öğrenirse, bunu kendiliğinden gözetir (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 234; Yılmaz, Ejder; Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012, s. 530).
Somut olayda gelince; dava konusu taşınmazın tapu kaydında maliki olarak görülen “…” nın mülhak vakıf mı mazbut vakıf mı olduğu belirlenmeli ve sonucuna göre yargılamaya devam edilmelidir. Vakıf yöneticisi olan mütevelli, mülhak vakıflarda, vakfı yönetmeye ve temsile yetkili olan kişidir. Mütevelli, tüzel kişiliğe sahip mülhak vakfın temsil ve ilzama yetkili yöneticisidir. Denetim makamı olan Vakıflar Genel Müdürlüğünün ayrı bir tüzel kişiliği bulunan ve mütevelli aracılığı ile yönetilen vakıflar adına dava açma sıfatı yoktur. Mahkemece ilgili yerlere müzekkere yazılarak dava konusu taşınmazda malik olan ‘‘…’’ nın mülhak vakıf mı mazbut vakıf mı olduğunun sorulması; mülhak ise aktif husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmesi, mazbut olduğunun öğrenilmesi durumunda ise aşağıda belirtilen hususlar doğrultusunda araştırma ve işlem yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.
Ecrimisil hesabı uzmanlık gerektiren bir husus olup, taşınmazın niteliğine uygun bilirkişi marifetiyle keşif ve inceleme yapılarak ve taleple bağlı kalınarak haksız işgal tazminatı miktarı belirlenmelidir. Alınan bilirkişi raporu, somut bilgi ve belgeye dayanmalı, tarafların ve hakimin denetimine açık, değerlendirme gerekçeleri bilimsel verilere ve HMK’nin 266 vd. maddelerine uygun olmalıdır.
Bu nedenle; özellikle tarım arazilerinin haksız kullanımı nedeniyle ürün esasına göre talep varsa, bu konudaki resmi veriler, taşınmazın bulunduğu bölgede ekilen tarım ürünlerinin neler olduğu tarım il veya ilçe müdürlüğünden sorulmalı, ekildiği bildirilen ürünlerin ecrimisil talep edilen yıllara göre birim fiyatları ve dekara verim değerleri, hal müdürlüğünden ilgili dönem için getirtilmeli, bölgede münavebeli ekim yapılıp yapılmadığı, taşınmazın nadasa bırakılıp bırakılmadığı tespit edilmelidir.
Arsa ve binalarda ise kira esasına göre talep varsa, taraflardan emsal kira sözleşmeleri istenmeli, gerekirse benzer nitelikli yerlerin işgal tarihindeki kira bedelleri araştırılıp, varsa emsal kira sözleşmeleri de getirtilmeli, dava konusu taşınmaz ile emsalin somut karşılaştırması yapılmalı, üstün veya eksik tarafları belirlenmelidir.
İlke olarak, kira geliri üzerinden ecrimisil belirlenmesinde, taşınmazın dava konusu ilk dönemde mevcut haliyle serbest şartlarda getirebileceği kira parası, emsal kira sözleşmeleri ile karşılaştırılarak, taşınmazın büyüklüğü, niteliği ve çevre özellikleri de nazara alınarak yöredeki rayiçe göre belirlenir. Sonraki dönemler için ecrimisil değeri ise ilk dönem için belirlenen miktara ÜFE artış oranının tamamının yansıtılması suretiyle bulunacak miktardan az olmamak üzere takdir edilir.
Somut olaya gelince; yukarıda belirtildiği üzere taşınmazın niteliğine uygun bilirkişi, özellikle tecavüze yönelik olarak da, tecavüz edilen miktarın belirlenebilmesi için teknik (harita kadastro mühendisi) bilirkişi alınarak heyet oluşturmak suretiyle keşif yapılıp karar verilmesi gerekirken, teknik (harita kadastro mühendisi) bilirkişi olmadan, inşaat mühendisi ve emlakçı bilirkişi refakati ile keşif yapıp, bunlar tarafından verilen rapor hükme esas alınarak karar verilmesi doğru değildir.
Kabule göre de; röperli kroki için davacı tarafça ödendiği anlaşılan 13.06.2014 tarihli 1.561,24 TL’lik makbuzun yargılama gideri olarak dikkate alınması gerekirken, bu giderin hesaba katılmaması doğru olmamıştır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının yukarıda yazılı nedenlerle kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 15.04.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.