Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2018/11779 E. 2019/4134 K. 15.04.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2018/11779
KARAR NO : 2019/4134
KARAR TARİHİ : 15.04.2019

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu İptali ve Terkin

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR
Davacı Hazine vekili, dava konusu davalıya ait 1179 parsel taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını, deniz uzantısı olan kumsal sahası içerisinde kaldığını, özel mülkiyete konu olmadığını bu nedenle davalıya kayıtlı olan tapunun iptalini talep etmiştir.
Davalı vekili; davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; ilk kararda davacının davasının kabulüne davalı adına kayıtlı 1179 parsel taşınmazın tapusunun iptaline karar verilmiştir. Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 22.02.2010 tarihli ve 2010/468 Esas, 2010/1735 Karar sayılı ilamı ile davanın hak düşürücü süreden reddine karar verilmesi ve her dava açıldığı tarihteki koşullara tabi olacağı, 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince belirlenen kıyı kenar çizgisine göre davacının dava tarihi itibariyle davasında haklı olduğu gözetilerek yargılama giderlerinden ve bu giderlerden sayılan nispi avukatlık ücreti ile harçtan sorumlu tutulmaması gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur. Bozma sonrasında davacı vekili bozma ilamını karar düzeltmeye getirmişse de karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir. Bozma üzerine mahkemece bu defa davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmiştir. Hüküm davacı vekili ve davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Dava; 3621 Sayılı Kıyı Kanunu’ndan kaynaklanan tapu iptali isteğine ilişkindir.
Hemen belirtilmelidir ki, mahkemenin kararı 5841 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden sonra verilmiş olup; bu Kanun’un 2. ve 3.maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur.
14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 tarihli ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2.maddesi ile 3402 sayılı Kanunun 12.maddesinin 3.fıkrasına eklenen cümlede: “Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın“ ve 3.maddesi ile aynı Kanun’a eklenen Geçici 10.maddesinde ise; “Bu Kanun’un 12.maddesinin 3. fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu yasanın yürürlük tarihinden sonra Hazinenin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.
Somut olayda yerel mahkemenin 2010/474 Esas ve 2010/763 Karar sayılı dosyasında 02.11.2010 tarihinde Hazine aleyhine bu değişikliğe uyulmak suretiyle 10 yıllık hak düşürücü süreden davanın reddine karar verilmişse de gerekçeli karar taraflara 2015 yılında tebliğ edilmiş olup 24.05.2015 havale tarihli davacı dilekçesiyle ve 22.05.2015 havale tarihli davalı dilekçesiyle süresi içerisinde temyiz edilmiştir. Mahkemece bozmaya uyularak davanın hak düşürücü süreden reddine karar verilmiş ise de, yerel mahkemenin bozma üzerine verdiği kararın temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 Esas, 2011/77 Karar sayılı kararıyla; “25.02.2009 tarihli ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2.maddesiyle 21.06.1987 tarihli 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 sayılı Yasa’ya eklenen geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesinde yer alan “Hakim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibariyle doğru olduğu düşünülse ve Anayasa’nın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de 10.03.1969 tarihli ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.
Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenle mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
O halde mahkemece yapılması gereken iş; dava konusu 1179 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalıp kalmadığı hususunda Yargıtayın ve Dairemizin yerleşik uygulamaları doğrultusunda gerekli araştırmaları yapmak üzere işin esasını incelemektir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca usul ve yasaya aykırı kararın BOZULMASINA, davalı vekilinin temyiz itirazlarının ise bozma nedenine göre şimdilik incelenmesine yer olmadığına, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine,
15.04.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.