Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2018/10033 E. 2019/5021 K. 14.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2018/10033
KARAR NO : 2019/5021
KARAR TARİHİ : 14.05.2019

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Elatmanın Önlenmesi Ve Yıkım

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup hükmün bir kısım davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

K A R A R

Davacı, maliki olduğu 2287 parsel sayılı taşınmaza komşu taşınmaz maliki tarafından inşa edilen binanın kendi taşınmazına taştığını ileri sürerek elatmasının önlenmesine ve taşan kısmın yıkılmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı, temliken tescil isteğinde bulunup taşınmazı bu şekilde satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar, Yargıtay 1.Hukuk Dairesince ” … Yasaya uygun biçimde taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girilmesi, deliller toplanarak bir sonuca ulaşılması asıldır. Değinilen işlemleri nedeniyle tebligat, bilgilendirme yanında, belgelendirme özelliği de bulunan bir usuli işlemdir. Tebliğ ile ilgili Tebligat Kanunu ve Tüzük hükümleri şeklidir. Bu nedenle,tebligata ilişkin yasal hükümlerin gözden uzak tutulmaması ve uygulanması zorunludur.Kural olarak ‘tebligat’ tebligat yapılacak kişiye bilinen en son adresinde yapılır. (Teb. K. 10. md.) Son adreste bulunamamışsa, teblig memuru bulunabileceği adresi araştırır. Bulamazsa, durumu Muhtarlığa onaylatmak suretiyle saptar. (Teb. K 28 md.) Tebliği çıkaran kuruluşa bildirir. İlgili kuruluş adresi kişinin mensubu olduğu kurumlardan Tapu, Muhtarlık, Nüfus,Vergi Dairesi, Belediye idaresinden adresini araştırır. Buna rağmen, adres tespit edilemezse adres meçhul sayılarak ilanen tebligat kararı verilebilir.(Teb. K 46. md.) Özetlenen ilkeler, yasal ve yargısal uygulamalarla benimsenmiş öğretide de bu yönde görüşler ifade edilmiştir. O halde, yukarıda belirtilen işlemler yapılmaksızın ve ilkeler göz ardı edilerek sonuca gidilmiş olmasının doğru olduğu kabul edilemez. Esasen, taraf teşkilinin sağlanması Anayasa’nın 90/son maddesi delaletiyle AİHS’nin 6. maddesi hükmü uyarınca adil yargılanma hakkının da bir gereğidir. Bu durumda dava dilekçesinin tebliğinin yöntemine uygun olduğu söylenemez. Bunun sonucu olarak davalının eldeki davada savunma hakkını kullanamadığı ortadadır.Hal böyle olunca; davalıya usulüne uygun şekilde tebliğat yapılarak taraf teşkilinin sağlanması, bundan sonra yanların gösterecekleri delillerin eksiksiz olarak toplanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken değinilen hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir. Kabule göre de, iddianın içeriği ve ileri sürülüş biçiminden davanın taşınmaz malın aynına ilişkin olduğu ve konusunu oluşturan hakkın para ile değerlendirilmesinin mümkün bulunduğu açıktır. Bu tür bir davada, 492 Sayılı Harçlar Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca dava değerinin elatılan yerin değeri ile yıkımı istenilen muhdesat değeri toplamından (4.3.1953 tarihli ve 10/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) ibaret olacağı ve belirlenen bu değer üzerinden Harçlar Kanununun 26, 27, 28, 30 ve 32 maddelerinin öngördüğü şekilde işlemlerin yerine getirileceği ve gerekli olan harcın alınacağı tartışmasızdır. Öte yandan, Harçlar Kanunu, harç alınmasını veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re’sen) gözetilmesini hükme bağlamıştır. 492 Sayılı Kanunun 32.maddesinde ise yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağı vurgulanmış 30.madde hükmünde de “…muhakeme sırasında tespit olunan değerin dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa yalnız o celse için muhakemeye devam olunur; takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. 6100 sayılı Yasanın 150. maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Bu nedenle mahkemece, yıkım isteği bakımından nisbi harç alınmaksızın davanın ikamesi ve yürütülmesi olanaklı olmadığından, davadaki yıkım isteği bakımından da peşin harcın alınması, bu gereklilik yerine getirildiği takdirde davaya devam edilerek işin esasına girilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yıkım davasının harçsız görülmesi sonucunu doğuracak şekilde hüküm kurulması da doğru değildir … gerekçesiyle bozulmuş, Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda iddianın kanıtlandığı gerekçesiyle davalının elatmasının önlenmesine ve yıkım isteğinin kabulüne dair verilen karar, bir kısım davalılar vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerine ilişkindir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişmeli, arsa nitelikli 2287 parsel sayılı taşınmazın davacı adına kayıtlı olduğu, komşu taşınmaz olan 2288 parsel sayılı taşınmaza inşa edilen yapının davacı taşınmazına tecavüzlü olduğu, dava tarihinde komşu taşınmazın davalı … adına kayıtlı olduğu halde 18.08.2014 tarihinde satış suretiyle İzzet’e, ondan da 28.04.2015 tarihinde satış suretiyle RSB İnşaat şirketine temlik edildiği, adı geçenlerin davaya dahil edildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, HMK’nin 297/2. maddesinde “hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir” düzenlemesi yer almaktadır.
Somut olayda; çekişme konusu taşınmaza komşu taşınmaz olan 2288 parsel sayılı taşınmazın davalı …’e aitken, dava dışı İzzet’e, ondan da RSB İnşaat Şirketine devredildiği, adı geçenlerin davacı tarafından davaya dahil edildiği, tüm kayıt maliklerinin davalı olarak gösterilmesine rağmen nihai kararda, hükmün hangi davalı için verildiği anlaşılamadığı gibi davalı eski kayıt malikleri hakkında da olumlu ya da olumsuz bir karar verilmiş değildir.
Hal böyle olunca; HMK’nin 297/2 maddesi uyarınca kararda, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların açık ve tereddüt uyandırmayacak şekilde oluşturulması, hangi davalı hakkında elatmanın önlenmesine ve yıkıma karar verildiğinin belirtilmesi, davalı sıfatı kalmayan eski kayıt malikleri hakkında da olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken infazda tereddüt oluşturacak şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda yazılı nedenle bir kısım davalılar vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulüyle, hükmün 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 14/05/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.