Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2016/5069 E. 2019/11640 K. 23.12.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/5069
KARAR NO : 2019/11640
KARAR TARİHİ : 23.12.2019

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın asıl dava ve birleşen davanın kabulüne karar verilmiş olup hükmün asıl dava ve birleşen dava davalılardan … vekili ve … tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR

Davacı, asıl davada, dava konusu 159 ada 43 parsel sayılı taşınmazda paydaş malik olduğunu, anılan taşınmazın batı kısmında halen oturmakta olduğu evi kendisinin yaptığını, ancak taşınmaz hakkında Burdur Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/162 Esas sayılı dosyasında açılan ortaklığın giderilmesi davasının bulunup derdest olduğunu açıklayarak, taşınmazın batı kısmında bulunan binanın kendisine aidiyetine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılardan … vekili, davaya cevabında, davacının davayı, taraflar arasında görülmekte olan ortaklığın giderilmesi davasındaki süreci uzatmak amacıyla açtığını belirterek asıl davanın reddini savunmuştur.
Diğer davalılar ise, kendilerine usulüne uygun tebligatlara rağmen davaya cevap vermemişlerdir.
Birleşen Burdur 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/205 Esas ve 2014/376 Karar sayılı dosyasının davacısı olan … vekili ise, dava dilekçesinde, dava konusu taşınmaz hakkında Burdur Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/196 Esas sayılı dosyasında alınan fen bilirkişi raporu ve krokisinde dava konusu taşınmaz üzerinde, açıklanarak gösterilen üç adet yapıdan ortada B harfi ile işaretli olanın müvekkilina aidiyetine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, hem asıl davanın hem de birleşen davanın ispatlanmış olduğu gerekçesiyle ayrı ayrı kabullerine karar verilmesi üzerine; hüküm asıl ve birleşen dava davalılarından …’ın vekili ile … tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.
Asıl dava ve birleşen dava muhdesat tespiti talebini içermektedir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 684/1.maddesi hükmüne göre, bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur. Aynı Kanun’un 718. maddesine göre ise, arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyet kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere kalıcı yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer. Açıklanan bu ilke ve esaslara göre, kural olarak muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemez.
Diğer yandan, aynı Kanun’un “Beyanlar” başlıklı 1012/2, 3. maddesine göre, taşınmaz mülkiyetine ilişkin kamu hukuku kısıtlamalarının beyanlar sütununa yazılması ve bu sütuna yazılabilecek diğer hususlar tüzükle belirlenir. Özel kanun hükümleri saklıdır. Tapu Sicili Tüzüğü’nün 60. maddesine göre de, kütüğün beyanlar sütununa, mevzuatın yazılmasını öngördüğü hususlar tarih ve yevmiye numarası belirtilerek yazılır. Mevzuatın yazılmasına izin vermediği bir belirtme kütüğün beyanlar sütununda gösterilemez.
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 19/II. maddesi, muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetine ve tapunun beyanlar sütununda gösterilmesine izin veren özel yasal düzenleme getirmiştir. Anılan kanun maddesinde, taşınmaz mal üzerinde malikinden başka bir kimseye veya paydaşlardan birine ait muhdesat mevcut ise bunun sahibi, cinsi, ihdas tarihi ve iktisap sebebi belirtilerek tutanağın ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilebileceği belirtilmiştir.
Kadastro Kanunu, kadastro bölge ve çalışma alanlarında üzerinde çalışma yapılan taşınmazlara uygulanan özel nitelikli bir kanundur. 33. maddesinde, Kadastro Kanunu’nun uygulandığı alanların dışında da uygulanabilecek genel nitelikli maddelere yer verilmiş olup, 19. madde ise, genel nitelikli maddeler arasında sayılmamıştır. Buna göre ancak, aynı Kanun’un 12/3. maddesi gereğince, on yıllık hak düşürücü süre içinde kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak genel mahkemelerde açılan davalara 19. madde uygulanır ve iddianın kanıtlanması halinde muhdesatın mülkiyetinin arz malikinden başkasına aidiyeti ile tapunun beyanlar hanesine tesciline karar verilebilir.
On yıllık süre kamu düzenine ilişkin olup, hak düşürücü niteliktedir ve olumsuz dava koşuludur. Hak düşürücü sürenin geçmesi, işin esasının incelenmesini önler. Hak düşürücü süre tüm def’i ve itirazlardan önce göz önünde bulundurulur. Yargılama bitinceye kadar hak düşürücü sürenin geçtiği taraflarca ileri sürülebileceği gibi, görevden ötürü hakim tarafından da kendiliğinden dikkate alınır.
Diğer yandan, taşınmaz üzerine daha önce mevcut bir muhdesata yeni bölümler ilave edilmesi, muhdesatın tamamlanması veya mevcut muhdesatın bakım ve onarımının yaptırılması bağımsız bir muhdesat meydana getirme niteliğinde olmayıp mevcut muhdesatın daha kullanılır hale gelmesini, bir başka deyişle muhtesattan sağlanacak faydanın artmasını sağlayan işlerdir. Bu işler için harcanan giderler de muhdesatın değerini artıran faydalı ve zorunlu giderlerdendir.
İyileştirici nitelikteki giderleri tek başına karşılayan taşınmaz malik ya da maliklerinin koşullarının varlığı halinde bu giderlerden paylarına düşen kısmını TBK’nin 77 ve onu izleyen maddeleri hükmüne, sebepsiz zenginleşme kurallarına göre açacağı eda nitelikli bir alacak davası ile taşınmazın diğer maliklerinden isteyebileceği kuşkusuzdur. İyileştirme giderlerini yapan malik ya da maliklerin taşınmazın ortaklığının giderilerek satılması ve muhdesattan yararlanmalarının son bulması ile istenebilir hale gelecek bu giderler için eda nitelikli alacak davası açma hakkı mevcut iken önceden bu iyileştirme giderlerinin tespitini dava etmekte hukuki yararı bulunduğundan söz edilemez.
Somut olayda; dava konusu parsele ait kadastro tutanağına göre tespit tarihi 06.06.1967 olup tespitin kesinleşme tarihi ise 19.01.1968’dir. Asıl dava ve birleşen dava bakımından toplanan delillerden ve bilhassa kadastro tutanağı, keşfen alınan fen raporu ve dinlenen tanıkların açıklamalarından, asıl davada, davacının meydana getirdiği iddia edilen ve 11.03.2015 tanzim tarihli fen raporunda açıklanarak krokide A harfi ile işaretli olarak gösterilen kısmın tamamının 82,31 metrekare yüzölçümlü olduğu, boyasız olarak işaretli olan bölümünün, esasen kadastro tespit tarihi olan 06.06.1967’den önce mevcut olduğu, fen bilirkişisinin anılan raporunda açıklanan ve A harfi ile gösterilen kısmın kırmızı boya ile işaretli olarak gösterilen 38,93 metrekarelik bölümünün ise kadastro tespit tarihinden sonra yapıldığı, ancak bağımsız bir yapı niteliğinde olmayıp asıl yapıya ilave olarak yapılan iyileştirici nitelikte yapı bölümü olduğu anlaşılmaktadır. Benzer biçimde birleşen davada, birleşen dava davacısının meydana getirdiği iddia edilen ve 11.03.2015 tanzim tarihli fen raporunda açıklanarak krokide B harfi ile işaretli olarak gösterilen kısmın tamamının 82,16 metrekare yüzölçümlü olduğu, yine boyasız olarak işaretli olan bölümünün, esasen kadastro tespit tarihi olan 06.06.1967’den önce mevcut olduğu, fen bilirkişisinin anılan raporunda açıklanan ve B harfi ile gösterilen kısmın yeşil boya ile işaretli olarak gösterilen 42,37 metrekarelik bölümünün ise kadastro tespit tarihinden sonra yapıldığı, ancak bağımsız bir yapı niteliğinde olmayıp asıl yapıya ilave olarak yapılan iyileştirici nitelikte yapı bölümü olduğu anlaşılmaktadır.
Durum böyleyken, asıl dava davacısının meydana getirdiği iddia edilen ve fen raporuna ekli krokide A harfi ile işaretli gösterilen kısmın boyasız olan bölümü ile Birleşen dava davacısı tarafından meydana getirildiği belirtilen ve fen raporuna ekli krokide B harfi ile gösterilen kısmın boyasız olan bölümünün 06.06.1967 tarihli kadastro tespitinden önce mevcut olduğu, asıl ve birleşen davanın kadastro kanununun 12/3. maddesi gereğince 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu diğer yandan fen raporuna ekli krokide asıl davacı tarafından yapıldığı iddia edilen yapının, krokide A harfi ile işaretli kısmının kırmızı boya ile gösterilen bölümünün ve benzer şekilde birleşen dava davacısı tarafından yapıldığı ileri sürülen yapının, krokide B harfi ile işaretli kısmının yeşil boya ile gösterilen bölümünün, her ne kadar kadastro tespit tarihinden sonra yapıldığı görülmekte ise de bu yapı bölümlerinin bağımsız yapı niteliğinde olmadığı ve kadastro tespitinden önce esasen var olan ana yapılara ilave olarak yapılmış iyileştirme niteliğinde yapı bölümleri olduğu, iyileştirme niteliğinde olan faaliyetlerin ise muhdesat sayılamayacağı, hukuki yararın bulunmaması nedeniyle bunların meydana getirildiğinden bahisle muhdesat iddiasında bulunulamayacağı, iyileştirmelerin ancak koşulları mevcutsa sebepsiz zenginleşme kurallarına göre açılacak eda davası nitelikli alacak talebine konu olabileceği, dolayısıyla asıl dava ile birleşen dava hakkında, hak düşürücü sürenin geçirilmiş olması ve hukuki yarar yokluğu nedeniyle ayrı ayrı red kararı verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile işin esasına girilerek yazılı şekilde ayrı ayrı kabul kararı verilmesi doğru olmamıştır.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, asıl ve birleşen davanın davalılarından …’ın vekili ile …’ün temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, HUMK’un 440/III-1, 2, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna, peşin harcın istek halinde temyiz edenlere ayrı ayrı iadesine 23.12.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.