Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2014/5247 E. 2014/11752 K. 06.06.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/5247
KARAR NO : 2014/11752
KARAR TARİHİ : 06.06.2014

MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : İstihkak

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının bozulmasına dair 14.11.2013 tarih, 2013/9962 Esas, 2013/17239 Karar sayılı Daire ilâmının müddeti içinde tashihen tetkiki temyiz eden tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR

Davacı üçüncü kişi vekili,… 13. İcra Müdürlüğü’nün 2010/29439 sayılı takip dosyasında yazılan talimat uyarınca, … 4. İcra Müdürlüğü’nün 2010/3233 sayılı Talimat dosyasında üçüncü kişinin kullanımında bulunan yerde yapılan hacze konu menkullerin davacı üçüncü kişi şirkete ait olduğunu, borçlu ile ilgisinin bulunmadığını, icra takibinin üçüncü kişinin mallarının haczedilebilmesi için danışıklı olarak yapıldığını belirterek istihkak iddiasının kabulü ile haczin kaldırılmasına ve tazminata karar verilmesini istemiştir.
Davalı alacaklı vekili, üçüncü kişi ve borçlu şirketler arasında organik bağ bulunduğunu, istihkak iddiasının alacaklıdan mal kaçırmak için danışıklı olarak ileri sürüldüğünü belirterek davanın reddine ve tazminata karar verilmesi gerektiğini savunmuş, 08.06.2011 havale tarihli dilekçesi ile davayı kabul ettiklerini, vekâlet ücreti ve temyiz haklarından da feragat ettiğini belirtmiştir.
Mahkemece: davalı alacaklı vekilinin 09.06.2011 havale tarihli dilekçesinde davayı kabul ederek vekâlet ücreti talep etmediği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş, hümün, davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Daire’nin 14.11.2013 tarih 2013/9962 Esas ve 2013/17239 Karar sayılı kararı ile “…davalı alacaklı vekilinin 09.06.2011 havale tarihli dilekçesi ile davayı kabul ettiğini ve vekâlet ücreti taleplerinin bulunmadığını beyan ettiğini, diğer yandan üçüncü kişi ve davalı alacaklı arasında hükümden önce düzenlenen 07.06.2011 tarihli sulh sözleşmesi bulunduğunu, hal böyle olunca Mahkemece sulh ve kabul isteklerinden hangisinin öncelikle uygulanacağı tartışılıp değerlendirilerek bunun sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle…” bozulmasına karar verilmiştir. Bu kez, davacı üçüncü kişi vekili bu karara karşı karar düzeltme isteğinde bulunmuştur.
Dava, üçüncü kişinin İİK’nun 96. vd. maddeleri uyarınca açtığı “istihkak” davası niteliğindedir.
Daire’nin 14.11.2013 tarih 2013/9962 Esas ve 2013/17239 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere; temyiz hakkı doğmadan ve henüz nihai karar verilmeden önce taraflardan birinin temyiz hakkından feragat etmesinin geçerli olamayacağı ve sulh sözleşmesinin hüküm kesinleşinceye kadar yapılabileceği göz önüne alınarak; davacı üçüncü kişi vekilinin aşağıda belirtilen husus dışındaki sair karar düzeltme istekleri yerinde bulunmadığından reddine;
1086 sayılı HUMK’da “sulh” ayrı bir kurum olarak düzenlenmemiş olmakla birlikte, bazı maddelerinde “sulh” kavramından bahsedilmiştir.Yine; gerek Yüksek Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında gerekse doktrinde; tarafların, dava konusu üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabileceği durumlarda sulh olabilecekleri kabul edilmiştir. Ayrıca taraflar arasındaki “sulh” nitelik itibariyle sözleşme niteliğinde bulunmaktadır. Sulh sözleşmesi, Mahkeme huzurunda yapılabileceği gibi, Mahkeme dışında da yapılabilir. Ancak bu durumda, tarafların yapılan sulh sözleşmesini Mahkemeye sunmaları ve sulh sözleşmesini kabul ettiklerini bildirmeleri gerekir. Taraflardan biri sulh sözleşmesini inkar ettiği taktirde, sulh sözleşmesine dayanan, başka bir anlatımla sulh sözleşmesi bulunduğunu iddia eden taraf, bunu ispatlamakla yükümlüdür. 6100 sayılı HMK’nun 313. maddesi ile sulh; görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona erdirmek amacıyla Mahkeme huzurunda yapmış oldukları sözleşme olarak tanımlanmıştır. Madde metninden de açıkça anlaşıldığı üzere, bu maddede Mahkeme huzurundaki sulh düzenlenmiştir. Taraflardan biri, Mahkeme dışında sulh sözleşmesi yapıldığını iddia ettiği taktirde, bu iddia karşı tarafça kabul edilmekçe, sulh sözleşmesinin varlığı ve içeriği, iddia eden tarafça ispatlanmak zorundadır.
Bu kapsamda somut olaya gelince, davalı alacaklı vekili 09.06.2011 havale tarihli dilekçesi ile davayı kabul ettiğini ve vekâlet ücreti taleplerinin bulunmadığını beyan etmiştir. Mahkemece, kabul nedeniyle davanın kabulüne karar verilmesi üzerine, hüküm davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edilerek, taraflar arasında Mahkeme dışında sulh sözleşmesi imzalandığı ve bu sözleşme kapsamında davayı kabul ettiklerini bildirerek, temyiz dilekçesinin ekinde 07.06.2011 tarihli iki adet adi yazılı sözleşme sunmuştur. Temyiz dilekçesinin davacı üçüncü kişi vekiline tebliğ edilmesi üzerine, davacı üçüncü kişi vekili 27.03.2013 tarihli temyize cevap dilekçesinde sulh sözleşmesini kabul etmediklerini bildirmiştir.
Hal böyle olunca, davalı alacaklı vekilinin sunduğu 07.06.2011 tarihli sözleşmelerin geçerli olup olmadığı tartışılarak, geçerli olduğu, eş anlatımla taraflar arasında sulh sözleşmesi yapıldığı kabul edildiği taktirde sulh ve kabul isteklerinden hangisinin öncelikle uygulanacağının tartışılıp değerlendirilmesi, davalı alacaklı tarafça sunulan sözleşmelerin geçerli olmadığı kabul edildiği taktirde ise kabul nedeniyle davanın kabulüne karar verilmesi için hükmün bozulması gerekirken, mahkeme dışında yapılan sulh sözleşmesine karşı tarafın beyanı alınmadan hukuki değer atfedilerek kararın bozulduğu görülmekle karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.
SONUÇ: Davacı üçüncü kişi vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüyle Dairemiz’in 14.11.2013 gün, 2013/9962 Esas-2013/17239 Karar sayılı bozma kararının kaldırılmasına, Mahkeme hükmünün yukarıda yazılı gerekçe ile BOZULMASINA ve 52,40 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 06.06.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.