Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2014/25631 E. 2015/4232 K. 16.02.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/25631
KARAR NO : 2015/4232
KARAR TARİHİ : 16.02.2015

MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali

Hazine ile D.. K.. ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair.. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 23.09.2014 gün ve 140/381 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili ile davalılar vekili taraflarından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve uyulan bozma ilamında açıklandığı üzere işlem yapılıp sonucu Dairesinde hüküm tesis edildiğine göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile Usul, Kanun ve bozma gereklerine uygun bulunan hükmün ONANMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 3402 sayılı Kanunun 36/A maddesi gereğince harç alınmasına mahal olmadığına; “onama sonucunda oybirliği, karar gerekçesinde oyçokluğuyla” 16.02.2015 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY

Davacı Maliye hazinesi tarafından açılan dava ile, davalıya ait bir parça taşınmazın, 3621 sayılı Kıyı Kanunu kapsamında …kıyısında kalan Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden kamu malı niteliğinde olduğu ve kişilerin mülkiyetinde kalamayacağını ileri sürerek; bu bölümün davalılar adına mevcut tapu kaydının iptaliyle kıyı olarak tapu sicilinden terkinine karar verilmesini istemiştir.
.//..

Yerel Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme sonucu verilen 15.07.2004 tarihli kararla; 3500 m2 yüzölçümlü taşınmazın 625 m2 bölümü hakkında kıyıda kaldığı gerekçesiyle iptal/terkin kararı verilmiş; hüküm her iki tarafca temyiz edilmiştir. O tarihte bu nitelikteki davalarla ilgili mahkeme kararlarının temyiz incelemesini yapmakla görevli olan Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, temyiz edilen hükmü 04.07.2007 tarihli kararla “…davanın kısmen kabul edilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı; ancak yargılama gideri ve vekalet ücretinin kabul/ret oranına göre hesaplanması gerektiği…” gerekçesiyle, sadece yargılama giderine yönelik olarak bozmuştur.
Bozmadan sonra devam eden dava sadece yargılama gideri ve vekalet ücretine ilişkindir. Yerel mahkeme bozmaya uyma kararı vermiş; 26.06.2009 tarihli gerekçeli kararında, gerekmediği halde davanın esası ile ilgili olarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle, davanın hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle reddine, yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına ve davalı yararına vekalet ücretine hükmetmiş ve avukatlık ücreti konusunda yargılama sırasında yürürlüğe giren 3402 sayılı Kıyı Kanunu’nun 36/A. maddesi gözetilerek,yaptığı yargılama giderlerinin davacı Maliye Hazinesi üzerinde bırakılmasına, aynı nedenle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmiş; hükmü Maliye hazinesi temyiz etmiştir. Bu temyizi inceleyen Y.1.HD. 08.11.2010 tarihli kararında “ …davanın esastan reddine ilişkin kararın isabetli olduğu; ancak davalının kabul edilen bölüm nedeniyle yargılama gideri ve vekalet ücretiyle yükümlü tutulmamasının hatalı olduğu…” gerekçesiyle bozma kararı vermiş;karar karar düzeltme süreci de geçirilmek suretiyle kesinleşmiştir. Mahkeme bu bozma kararına uymuş; verdiği 29.12.2011 tarihli kararla, davanın esasıyla ilgili olarak verilen ret kararı kesinleştiğinden yeniden karara yer olmadığına,davacının yaptığı yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar vermiş; bu kararın da davacı Maliye Hazinesi tarafından temyizi üzerine, Dairemiz (Y.8.HD.) yaptığı temyiz incelemesinde 3 verdiği 16.04.2013 tarihli kararla. “…3402 s. Kanun’un 12/3. Maddesindeki on yıllık hak düşürücü sürenin Maliye Hazinesi tarafından açılan davalarda da uygulanacağına ilişkin hükmün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği,iptal kararının 23.07.2011 tarihli RG’de yayınlanarak yürürlüğe girdiği, derdest davalarda bu durumun gözetilmesi gerektiği,bu iptalin kesin şekilde çözüme bağlanmamış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği, kamu düzeni ilkesi gereğince, daha önce hak düşürücü süreden verilen ret kararının doğruluğundan söz edilemeyeceği ve bu sebeple davanın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerektiği…” gerekçesiyle bu karar da bozulmuş; karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Mahkeme bu son bozma ilamına da uyma kararı vermiş; verdiği son 23.09.2014 tarihli kararla ilk kararında olduğu gibi, taşınmazın 625 m2 bölümü hakkında iptal/terkine, yaptığı yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar vermiş; hüküm her iki tarafca temyiz edilmiştir. Şimdi temyiz incelemesi bu son yerel mahkeme hükmüne ilişkindir.
Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının (sebeplerinin) kapsamı dışında kalmış olan kısımları (bölümleri) kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Yani kesinleşmiş olan bu bölümler, o bölümler lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (Baki Kuru:Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, Cilt V, İstanbul 2001, sh.4762). Bu sonuç, aynı zamanda Yargıtay’ın 04.02.1959 tarih ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın da bir gereğidir. Yargıtay’ın bu konuda pek çok emsal kararı bulunmaktadır (bkz.Y.HGK.nun 22.04.1999 tarih, 11/290-296 sayılı kararı). Yargıtay, tarafların bildirdiği temyiz sebepleriyle bağlı değilse de (HUMK.m.439/2), tarafların temyiz talebiyle bağlıdır. Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen (ve bu nedenle de
.//..

kesinleşen) bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamaz. HUMK.439/2. maddesi hükmü, hükmün yalnız temyiz edilen bölümü hakkında uygulanır (Baki Kuru, age. Cilt V, sh.4626). Bu bakımdan, temyiz edilen hükmün, daha önce Yargıtay denetiminden geçerek,bozma konusu yapılmamış bölümleri, onama hükmünde olduğu ve varsayımsal onama kararı kesinleştiği takdirde; kısmi temyiz gibi sonuç doğurur ve hükmün onanmış sayılan bölümleri kesinleşir ve bu nedenle HUMK.439/2. maddesi uyarınca, Yargıtay’ın tarafların gösterdiği temyiz sebepleriyle bağlı olmadığı gerekçesiyle yeniden temyiz denetime tabi tutulamaz.
”Kamu düzeni ilkesi” atlanmış veya gündeme gelmiş olsa bile,yerel mahkeme kararlarının kesinleşen bölümleri hakkında,hükmün kesinleşmeyen bölümleriyle ilgili temyiz incelemesi sırasında, kesinleşen bölümlerine yönelik yeniden temyiz incelemesi yapılamaz. Böyle bir durumda “kamu düzeni ilkesi” bir istisna teşkil etmez. Hükmün kesinleşen bölümleriyle ilgili olarak, Yargıtay’ın temyiz inceleme aşaması için yukarda açıklanan biçimde inceleme yapma yükümlülüğü, yerel mahkemelerin elindeki davaları sonuçlandırması bakımından da geçerlidir. Yerel mahkeme,temyiz süresinin geçirilmesi veya hükmün kısmen temyizi ya da Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucu hükmün bir bölümünün bozmaya konu edilmemesi ve bu nedenlerle kesinleşmesine rağmen hükmün o bölümü hakkında kendiliğinden önceki hükme aykırı karar verir, ya da Yargıtay hükmün o bölümü kesinleştiği halde, o bölümü yeniden temyiz incelemesine tabi tutup o bölüm hakkında kesinleşme sonucuna aykırı olarak yeni bir karar verirse; bu kararların hukuki sonucu ne olacaktır? Kuşkusuz, bu şekildeki yerel mahkeme kararlarının temyiz edilmeleri üzerine Yargıtay tarafından düzeltilmesi olanaklıdır. Ancak Yargıtay bu şekilde hatalı bir bozma kararı verip,yerel mahkeme bu bozma kararına direnmezse ne olacaktır? Yargıtay uygulaması ve öğreti görüşü, bu gibi kararların “yokluk” hükmüyle sakat olacağı ve Yargıtay’ın haber aldığı böyle bir yanlışlığı düzeltilebileceği şeklindedir (Baki Kuru;age. Cilt V. sh.4565; Y.7.HD. 18.19.1985 t. 371/11115 Esas ve Karar-YKD 1985/12, sh.1795; Y.9.HD. 13.12.1967 t.1057/1095- …-İŞ Mahkemeleri Kanunu .., … 1969,sh.205).Varılan bu sonuçlar, aynı zamanda Medeni Usul Hukuku’nun temel ilkelerinden “hukuki güvenlik ilkesi”nin de bir gereğidir.
Hukuki güvenlik ve yargıya güven kesin hüküm ilkesi ile sağlanır. Hukuki güvenlik ilkesi; Hukuk Devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşulu olup, mevcut emredici hukuk kurallarının herkese eşit şekilde ve düzgün bir şekilde uygulanmasını da içeren bir ilkedir. T.C. Anayasa’sının 2. maddesi’nde Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Hukuk Devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk Devleti kişilerin hukuki güvenliğini sağlayan bir devlettir. Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Hukuk devleti hukuk kurallarının onu koyanlar da dahil olmak üzere, her kişi ve kuruluşu bağlamasını ifade eder. Hukuk devleti kavramının özünü devlet organlarının hukuka bağlılığı yani, yönetimin eylem ve işlemlerini hukukun içinde kalarak yerine getirmesi oluşturmaktadır. T.C. Anayasa’sının 36. maddesi; “Herkes… adil yargılanma hakkına sahiptir.”hükmünü içerir. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma başlığı taşıyan 6. maddesinde; “Herkes … davasının …. hakkaniyete uygun …… olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” denilmektedir. Adil yargılanma hakkının en önemli alt kavramlarından birisi, “silahların eşitliği ilkesi”dir. Yargılamada taraflar arasında adil, hakkaniyete uygun bir denge kurulması gerekir. Anayasa’nın 2. maddesiyle benimsenen hukuk devletinde, hukuki güvenliği sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel unsurlardandır. Hukuk Devletinde yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı olması gerekir.
.//..

Yargısı hukuka bağlı olmayan bir Devlette vatandaşların kendilerini güvencede hissedebileceklerini söylemek mümkün değildir. Hukuk Devletinde bireyler devlete güven duyabilmeli aynı şekilde Devlet de bu güveni vatandaşa verebilmelidir. Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul görmektedir. Eğer bir hukuk sistemi içerisinde yargının verdiği ve bağlayıcı olan bir kesin hüküm işlevsiz bir duruma getirilmiş ise adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden söz edemeyiz.
Somut olayda, Mahkemece verilen taşınmazın 625 m2 bölümü hakkındaki 15.07.2004 tarihli iptal/terkin kararı Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin yukarda belirtilen 04.07.2007 tarihli kararla bozmaya konu edilmeyerek kesinleşmiştir. Kesin hüküm gücü kazanan bir kararın, Yargıtayca yeniden bozmaya konu edilmesi, yerel mahkemenin bozmanın kapsamı dışına çıkarak yeniden karar vermesi;kamu düzenini bozacak ve hukuki güvenlik ilkesini çiğneyecek bir sonuç yaratır. Bu bakımdan, yerel mahkemece verilen 26.06.2009 ve Yargıtay 1.HD.nin davanın reddine ilişkin hükmün onanmasına ilişkin 08.11.2010 tarihli kararlar yukarda açıklandığı gibi “yokluk” yaptırımı ile sakattır. Dairemizin 16.04.2013 tarihli bozma ilamının gerekçesi isabetli değil ise de, sonuç olarak yoklukla sakat olan yerel mahkeme ve Yargıtay kararlarının sonuçlarının giderilmesine yönelik olduğundan sonuç olarak isabetlidir. Yerel mahkeme kararı son kararıyla ilk geçerli Yargıtay bozmasına uygun araştırma ve inceleme yapmak suretiyle hüküm tesis etmiş olduğundan; ilk bozmayla davacı Maliye Hazinesi yararına oluşmuş olan usuli kazanılmış hak ilkesine de uygun tesis etmiş olduğundan; temyiz edilen hükmün onanması gerekir. Açıkladığım sebeplerle, Değerle Daire çoğunluğun onama sonucuna katılmakla birlikte, onama gerekçesinin açıkladığım yönde olması gerektiğini düşünüyorum. 16.02.2015