YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/23201
KARAR NO : 2015/6590
KARAR TARİHİ : 23.03.2015
Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali
Hazine ile ….. ve …larındaki tapu iptali davasının kabulüne dair …. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 10.01.2013 gün ve 587/27 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili ile davalı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve uyulan bozma ilâmında açıklandığı üzere işlem yapılıp sonucu Dairesinde hüküm tesis edildiğine göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile Usul, Kanun ve bozma gereklerine uygun bulunan hükmün ONANMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 3402 sayılı Kanunun 36/A maddesi gereğince harç alınmasına mahal olmadığına 23.03.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Davacı …. tarafından açılan dava ile, davalıya ait bir parça taşınmazın bir bölümünün, 3621 sayılı Kıyı Kanunu kapsamında kalan Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden kamu malı niteliğinde olduğu ve kişilerin mülkiyetinde kalamayacağını ileri sürerek; bu bölümün davalılar adına mevcut tapu kaydının iptaliyle kıyı olarak tapu sicilinden terkinine karar verilmesini istemiştir.
Yerel Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme sonucu verilen 14.05.2009 tarihli kararla; 3402 S. Kadastro Kanunu’nun 12/3.maddesi uyarınca (10) yıllık hak düşürücü süre geçirilmek suretiyle dava açılmış olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacı ……. tarafından temyiz edilmiştir. O tarihte bu nitelikteki davalarla ilgili mahkeme kararlarının temyiz incelemesini yapmakla görevli olan Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, temyiz edilen hükmü 17.06.2010 tarihli kararla “…davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, bu yöne değinen ……nin temyiz itirazlarının yerinde olmadığından reddine; ancak bu durumun yargılama sırasında Kadastro Kanunu’nun 12/3. Maddesinde yapılan değişiklikten kaynaklandığı, davanın açıldığı sırada davacı …… dava açmada haklı durumda olduğundan, davalının yapılan tüm yargılama gideri ve avukatlık ücretinden sorumlu olacağı gözetilmeden karar verilmesinin isabetli olmadığı…” gerekçesiyle, hükmü sadece yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden bozmuş; davanın esasına ilişkin ret hükmü bozma sebebi yapılmayarak karar düzeltme aşamasından da geçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Bozmadan sonra devam eden dava sadece yargılama gideri ve vekalet ücretine ilişkindir.Yerel mahkeme bozmaya uyma kararı vermiş, verdiği 04.05.2011 tarihli gerekçeli kararında “…-gerekmediği halde davanın esasıyla ilgili olarak- davanın hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle reddine, davacının yaptığı yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına ve davalı yararına vekalet ücreti verilmesine yer olmadığına…” karar vermiş; hükmü davacı ….. temyiz etmiştir. Bu temyizi inceleyen Y.1.HD. verdiği 06.06.2012 tarihli kararında “ …3402 sayılı Kanun’un 12/3. maddesindeki on yılık hak düşürücü sürenin …. tarafından açılan davalarda da uygulanacağına ilişkin hükmün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği, iptal kararının 23.07.2011 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdiği, derdest davalarda da bu durumun gözetilmesi gerektiği, bu iptalin kesin şeklilde çözümlenmemiş uyuşmazlıkları etkilemeyeceği, kamu düzeni ilkesi gereğince, daha önce hak düşürücü süreden verilen ret kararının doğruluğundan söz edilemeyeceği ve bu sebeple davanın esasının incelenerek bir karar verilmesi ve yargılama sürürken yürürlüğe giren 3402.Sb.K.nun 36/A maddesindeki yargılama gideri ve avukatlık ücretine ilişkin yeni hükmün de gözetilerek bir karar verilmesi gerektiği…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Yerel mahkeme bu bozma kararına uyarak verdiği 10.01.2013 tarihli kararla, bu kez “…210 m2 yüzölçümlü taşınmazın kıyı kapsamında kaldığı gerekçesiyle teknik bilirkişi krokisinde (B) ile gösterilen 139 m2 bölümü hakkında davalı adına mevcut tapu kaydı hakkında iptal/terkin ile 3402 SK.36/A maddesi uyarınca davacının yaptığı yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına ve aynı nedenle avukatlık ücreti verilmesine yer olmadığına…” kararı vermiş; bu hükmü bu kez davalı taraf temyiz etmiştir. Temyiz incelemesi bu hükme yöneliktir.
Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının (sebeplerinin) kapsamı dışında kalmış olan kısımları (bölümleri) kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Yani kesinleşmiş olan bu bölümler, o bölümler lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (Baki Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt V, İstanbul 2001, sh.4762). Bu sonuç, aynı zamanda Yargıtay’ın 904.02.1959 tarih ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın da bir gereğidir. Yargıtay’ın bu konuda pek çok emsal kararı bulunmaktadır (bkz.Y.HGK.nun 22.04.1999 tarih, 11/290-296 sayılı kararı). Yargıtay, tarafların bildirdiği temyiz sebepleriyle bağlı değilse de (HUMK.m.439/2), tarafların temyiz talebiyle bağlıdır. Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen (ve bu nedenle de kesinleşen) bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamaz. HUMK. 439/2. maddesi hükmü, hükmün yalnız temyiz edilen bölümü hakkında uygulanır (Baki Kuru, age.Cilt V, Sh.4626). Bu bakımdan, temyiz edilen hükmün, daha önce Yargıtay denetiminden geçerek, bozma konusu yapılamış bölümleri, onama hükmünde olduğu ve varsayımsal onama kararı kesinleştiği takdirde; kısmi temyiz gibi sonuç doğurur ve hükmün onanmış sayılan bölümleri kesinleşir ve bu nedenle HUMK.439/2.maddesi uyarınca, Yargıtay’ın tarafların gösterdiği temyiz sebepleriyle bağlı olmadığı gerekçesiyle yeniden temyiz denetime tabi tutulamaz.
”Kamu düzeni ilkesi” atlanmış veya gündeme gelmiş olsa bile,yerel mahkeme kararlarının kesinleşen bölümleri hakkında, hükmün kesinleşmeyen bölümleriyle ilgili temyiz incelemesi sırasında, kesinleşen bölümlerine yönelik yeniden temyiz incelemesi yapılamaz. Böyle bir durumda “kamu düzeni ilkesi” bir istisna teşkil etmez. Hükmün kesinleşen bölümleriyle ilgili olarak, Yargıtay’ın temyiz inceleme aşaması için yukarda açıklanan biçimde inceleme yapma yükümlülüğü, yerel mahkemelerin elindeki davaları sonuçlandırması bakımından da geçerlidir. Yerel mahkeme, temyiz süresinin geçirilmesi veya hükmün kısmen temyizi ya da Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucu hükmün bir bölümünün bozmaya konu edilmemesi ve bu nedenlerle kesinleşmesine rağmen hükmün o bölümü hakkında kendiliğinden önceki hükme aykırı karar verir ya da Yargıtay hükmün o bölümü kesinleştiği halde, o bölümü yeniden temyiz incelemesine tabi tutup o bölüm hakkında kesinleşme sonucuna aykırı olarak yeni bir karar verirse; bu kararların hukuki sonucu ne olacaktır? Kuşkusuz, bu şekildeki yerel mahkeme kararlarının temyiz edilmeleri üzerine Yargıtay tarafından düzeltilmesi olanaklıdır. Ancak Yargıtay bu şekilde hatalı bir bozma kararı verip, yerel mahkeme bu bozma kararına direnmezse ne olacaktır? Yargıtay uygulaması ve öğreti görüşü, bu gibi kararların “yokluk” hükmüyle sakat olacağı ve Yargıtay’ın haber aldığı böyle bir yanlışlığı düzeltilebileceği şeklindedir (Baki Kuru;age.Cilt V. sh.4565; Y.7.HD. 18.19.1985 t.371/11115 Esas ve Karar-YKD 1985/12,sh.1795; Y.9.HD. 13.12.1967 t.1057/1095- Mustafa Çemberci-İş Mahkemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 1969,sh.205). Varılan bu sonuçlar, aynı zamanda Medeni Usul Hukuku’nun temel ilkelerinden “hukuki güvenlik ilkesi”nin de bir gereğidir.
Hukuki güvenlik ve yargıya güven kesin hüküm ilkesi ile sağlanır. Hukuki güvenlik ilkesi; Hukuk Devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşulu olup, mevcut emredici hukuk kurallarının herkese eşit şekilde ve düzgün bir şekilde uygulanmasını da içeren bir ilkedir. T.C. Anayasa’sının 2. maddesi’nde Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Hukuk Devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk Devleti kişilerin hukuki güvenliğini sağlayan bir devlettir. Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Hukuk devleti hukuk kurallarının onu koyanlar da dahil olmak üzere, her kişi ve kuruluşu bağlamasını ifade eder. Hukuk devleti kavramının özünü devlet organlarının hukuka bağlılığı yani, yönetimin eylem ve işlemlerini hukukun içinde kalarak yerine getirmesi oluşturmaktadır. T.C. Anayasa’sının 36. maddesi; “Herkes… adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmünü içerir. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma başlığı taşıyan 6. maddesinde; “Herkes … davasının …. hakkaniyete uygun …… olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” denilmektedir.Adil yargılanma hakkının en önemli alt kavramlarından birisi, “silahların eşitliği ilkesi”dir. Yargılamada taraflar arasında adil, hakkaniyete uygun bir denge kurulması gerekir. Anayasa’nın 2. maddesiyle benimsenen hukuk devletinde, hukuki güvenliği sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel unsurlardandır. Hukuk Devletinde yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı olması gerekir. Yargısı hukuka bağlı olmayan bir Devlette vatandaşların kendilerini güvencede hissedebileceklerini söylemek mümkün değildir. Hukuk Devletinde bireyler devlete güven duyabilmeli aynı şekilde Devlet de bu güveni vatandaşa verebilmelidir. Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul görmektedir. Eğer bir hukuk sistemi içerisinde yargının verdiği ve bağlayıcı olan bir kesin hüküm işlevsiz bir duruma getirilmiş ise adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden söz edemeyiz.
Somut olayda, Mahkemece verilen esas yönünden verilen davanın reddine ilişkin karar Yargıtay 1. Hukuk Dairesi nin yukarda belirtilen 17.06.2010 tarihli bozma ilamıyla bozmaya konu edilmeyerek kesinleşmiştir. Kesin hüküm gücü kazanan bir kararın, Yargıtayca yeniden bozmaya konu edilmesi, yerel mahkemenin bozmanın kapsamı dışına çıkarak yeniden karar vermesi; kamu düzenini bozacak ve hukuki güvenlik ilkesini çiğneyecek bir sonuç yaratır. Bu bakımdan, davanın esasına ilişkin olarak sonradan verilen Yargıtay 1. HD.nin 06.06.2012tarihli ve yerel mahkemenin 10.01.2011 tarihli kararları yoklukla sakattır. Temyiz edilen yerel mahkemenin 26.12.2012 tarihli kararının “davanın esası hakkında daha önce verilen davanın reddi kararının kesinleştiği ve bu sebeple davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığı şeklinde bir karar verilmesi gerekirken; esas hakkında kesinleşmeye aykırı olacak şekilde yeniden karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle bozulmasına karar verilmesi gerektiğini düşünüyor; Değerli çoğunluğun davanın esasına ilişkin onama kararına bu sebeplerle katılmıyorum.