Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2014/22473 E. 2015/1776 K. 29.01.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/22473
KARAR NO : 2015/1776
KARAR TARİHİ : 29.01.2015

Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali

Hazine ile .. aralarındaki tapu iptali davasının kabulüne dair Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 22.11.2012 gün ve 490/584 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı Hazine vekili ile davalı vekilleri taraflarından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve uyulan bozma ilamında açıklandığı üzere işlem yapılıp sonucu Dairesinde hüküm tesis edildiğine göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile Usul, Kanun ve bozma gereklerine uygun bulunan hükmün ONANMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 3402 sayılı Kanunun 36/A maddesi gereğince harç alınmasına mahal olmadığına, 29.01.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava konusu…yüzölçümündeki taşınmaz eski tapu kaydı revizyon görmek suretiyle tapulama işlemiyle “bahçeli iki katlı kargir ev” niteliğiyle davalının satıcısı gerçek kişi adına tespit ve tescil edilmiş; tapulama tespiti 29.11.1979 tarihinde kesinleşmiştir. Davalı bu taşınmazı 24.01.1989 tarihinde satış işlemiyle edinmiştir. Davacı … 13.12.2007 tarihinde açtığı temyize konu bu dava ile taşınmazın bir bölümünün Kıyı Kanunu kapsamında kalan Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden kamu malı niteliğinde olduğu ve kişilerin mülkiyetinde kalamayacağını ileri sürerek; bu bölümün davalı adına mevcut tapu kaydının iptaliyle kıyı olarak tapu sicilinden terkinine karar verilmesini istemiştir.
Yerel Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme sonucu 14.04.2009 tarihli kararla (Mahkemenin 1. kararı); davanın 3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesindeki on yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle reddine karar verilmiş; hükmün davacı … tarafından temyiz edilmiştir. O tarihte bu nitelikteki davalarla ilgili mahkeme kararlarının temyiz incelemesini yapmakla görevli olan Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, temyiz edilen hükmü 15.10.2009 tarihli bozma ilamıyla (Yargıtay’ın 1. bozma ilamı) “…davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, ancak davanın açılması sırasında davacı … dava açmada haklı olduğundan, davalının yapılan tüm yargılama gideri ve avukatlık ücretinden sorumlu olacağı gözetilmeden karar verilmesinin isabetli olmadığı…” gerekçesiyle bozmuş; kara düzeltme talebi reddedilmiş; mahkemece ilk karar tekrar edilerek direnme kararı verilmesi üzerine Y. HGK. Tarafından verilen 13.10.2010 tarihili bozma ilamıyla (Yargıtay’ın 2. bozma ilamı), “… verilen kararın ilk karara atıf suretiyle verildiği ve usulünce verilmiş bir direnme kararı bulunmadığı gerekçesiye…” hüküm bozulmuştur. Mahkemece bu bozmaya uyulmuş ve bu kez verilen 30.12.2010 tarihli kararla (Mahkemenin 2. kararı) “ …davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine,davacı dava açmada haklı olduğundan yaptığı yargılama giderlerinin davalıdan aınıp davacıya verilmesine ve davacı yararına vekalet ücreti takdirine …” karar verilmiş; bu hükmün de davacı … vekili tarafından temyizi üzerine; temyiz incelemesi Dairemiz (Yargıtay 8.HD) tarafından yapılmış; Dairemizce verilen 06.06.2012 tarihli kararla “.. Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 tarih, 2009/31 Esas ve 2011/77 Karar sayılı kararıyla 3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesindeki on yıllık hak düşürücü sürenin M.. H.. tarafından açılacak davalara da uygulanacağına ilişkin hükmü iptal ettiği, iptal kararının 23.07.2011 tarihli Resmi Gazetede yayınlandığı, mahkemenin bu iptal kararı gereğince inceleme yapılıp oluşacak sonca göre karar verilmesi gerektiği…” gerekçesiyle bozulmuştur (Yargıtay’ın 3. bozma ilamı).
Bozma üzerine, karar düzeltme yoluna gidilmemiş, mahkemenin bozmaya uyması sonucu verdiği 22.11.2012 tarihli son kararla (Mahkemenin 3. kararı), “… taşınmazın ölçüm bilirkişi krokisinde (B) ile gösterilen 81 m2’lik bölümü hakkında iptal/terkin kararı verilmiş;bu hükmü davacı vekili temyiz etmiştir. Son temyiz incelemesi bu karara yöneliktir.
17.04.2013 tarihinde kabul edilip 30.04.2013 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6460 sayılı Kanunla 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) nun 429/3. fıkrasından sonra gelmek ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) nun 373. maddesine 6. fıkrası olarak eklenmek üzere yerel mahkeme kararların temyizinde değişikliğe gidilmiştir. Bu değişikliğe göre; “davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi her halde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır” hükmü getirilmiştir.
Medeni usul kanunlarıyla ilgili hükümler niteliği gereği “derhal yürürlük ilkesi”ne tabidir.Bu bakımdan temyiz incelemesi sırasında yürürlükte olan yukarda anılan temyizle ilgili 6460 sayılı Kanunla getirilen usul kanunu değişikliğinin göz önüne alınması gerekir.
Yerel Mahkeme hükmü yukarda sözü edilen Y.1 HD.nin 15.10.2009 tarihli bozma ilamıyla (Yargıtay’ın 1. bozma ilamı) “, bir önceki yine Dairemiz (Y.8.HD.) tarafından 06.06.2012 tarihli bozma ilamıyla (Yargıtay’ın 3. bozma ilamı) “ önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulduğu gibi, mahkemenin davayı esastan redden kararı da ilk temyiz incelemesinde bozma nedeni yapılmayıp kesinleştiğinden; yerel Mahkemece verilen son 22.11.2012 tarihli kararının temyiz incelemesini yapma görevi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na aittir. Açıkladığım nedenlerle Dairemizin bu aşamada temyiz incelemesi yapma görevi kanun gereği bulunmamaktadır. O halde, temyiz incelemesinin yapılması için “gönderme kararı” ile dosyanın yüksek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmesi gerektiğini düşünüyor; çoğunluğun temyiz incelemesi yapmasına usul yönünden katılmıyorum.29.01.2015

KARŞI OY

Davacı Hazine vekili, davalı adına tapuda kayıtlı …nde bulunan 467 parsel sayılı taşınmazın, 53,63 m2’lik kısmının 3621 sayılı Kıyı Kanunu’na göre, kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını, bu kısma ilişkin tapu kaydının iptaline karar verilmesini talep etmiş, Mahkemece yapılan yargılama sonucunda davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar verilmesi üzerine, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 15.10.2009 tarih, 2009/9227 Esas – 2009/10212 Karar sayılı ilamı ile hükmün esası yönünden temyiz itirazları reddedilerek, yargılama giderleri yönünden hükmün bozulmasına karar verilmiş, davacı vekilinin karar düzeltme talebi ise reddedilmiştir.
Mahkemece, davanın hak düşürücü süre yönünden reddine ilişkin ilk kararında direnilmesine, yapılan masrafın davacı üzerinde bırakılmasına, davalı vekili lehine 1.000,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine karar verilmiştir.
Hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010/1-504 Esas, 2010/512 sayılı kararı ile Daire bozmasının hükmün masraf kalemine ilişkin olduğu, Mahkemece, bu yönde direnilmesine karşın kısa kararda bu konuda hüküm fıkrası oluşturulmayarak yalnızca önceki kararda direnilmesine denilmekle yetinildiği, HUMK’nun 388. maddesi gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesinin doğru olmadığı belirtilerek direnme kararı bozulmuştur. Mahkemece, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bozma ilamına uyularak, davanın hak düşürücü süre yönünden reddine, davacı tarafından yapılan yargılama giderinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, davalı tarafından yapılan masrafın davalı üzerinde bırakılmasına, davacı vekili lehine takdir edilen 1.100,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nce, 06.06.2012 tarih, 2012/3177 Esas-2012/5343 sayılı karar ile hüküm esas yönünden de bozulmuştur. Bozma ilamında, Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 tarih, 2009/31-77 sayılı kararı ile hak düşürücü süreye ilişkin hükmün iptal edildiği, iptal hükmünün yürürlüğe girdiği, 10.03.1969 gün, 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda belirtildiği üzere iptalin kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği, henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına gireceği, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra, Mahkemece verilen ret kararının doğru olduğunun söylenemeyeceği, işin esası hakkında 28.11.1997 tarih, 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı doğrultusunda değerlendirme yapılmak suretiyle ve ayrıca 6099 sayılı Yasa hükümleri de gözönünde bulundurularak uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerektiğinin belirtildiği, Mahkemece bozma ilamına uyularak, davanın kabulüne, 81 m2’lik kısmın tapu kaydının iptali ile kıyı olarak terkinine karar verilmiştir.
Hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Mahkemece verilen ilk karar esas yönünden, yani davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine ilişkin kısmı, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nce esasa yönelik temyiz itirazları reddedilmek suretiyle onanmıştır. Her ne kadar Mahkeme hükmün onanan kısmı yönünden yani davanın hak düşürücü süre yönünden reddine ilişkin direnme kararı vermiş ise de bu usuli bir hata olup yok hükmündedir. Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nca da Daire bozmasının yargılama giderine ilişkin olduğu belirtilerek direnme kararı usul yönünden bozulmuştur. Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nun usul bozmasından sonra yeniden davanın hak düşürücü süre yönünden reddine yönelik hüküm kurulması da usuli bir hata olup yok hükmündedir. Hükmün onanan kısmı kesinleşmiş artık kesin hüküm haline gelmiştir. Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de dahil olmak üzere bütün mahkemeleri bağlar. Kesin hüküm kamu düzenine ilişkin olduğundan, tarafların iradesine tabi değildir.
Hukuki güvenlik ve yargıya güven kesin hüküm ilkesi ile sağlanır. Hukuki güvenlik ilkesi; hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşulu olup, mevcut emredici hukuk kurallarının herkese eşit şekilde ve düzgün bir şekilde uygulanmasını da içeren bir ilkedir. T.C. Anayasa’sının 2. maddesi’nde Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devleti kişilerin hukuki güvenliğini sağlayan bir devlettir.
Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Hukuk devleti hukuk kurallarının onu koyanlar da dahil olmak üzere, her kişi ve kuruluşu bağlamasını ifade eder. Hukuk devleti kavramının özünü devlet organlarının hukuka bağlılığı yani, yönetimin eylem ve işlemlerini hukukun içinde kalarak yerine getirmesi oluşturmaktadır.
T.C. Anayasası 36. maddesi; “Herkes ….. adil yargılanma hakkına sahiptir.”hükmünü içerir. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma başlığı taşıyan 6. maddesinde; “Herkes …. davasının ….. hakkaniyete uygun …… olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” denilmektedir.
Adil yargılanma hakkının en önemli alt kavramlarından birisi, silahların eşitliği ilkesidir. Yargılamada taraflar arasında adil, hakkaniyete uygun bir denge kurulması gerekir.
Anayasa’nın 2. maddesiyle benimsenen hukuk devletinde, hukuki güvenliği sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel unsurlardandır. Hukuk devletinde yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı olması gerekir. Yargısı hukuka bağlı olmayan bir devlette vatandaşların kendilerini güvencede hissedebileceklerini söylemek mümkün değildir.
Hukuk devletinde bireyler devlete güven duyabilmeli aynı şekilde devlet de bu güveni vatandaşa verebilmelidir.
Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul görmektedir. Eğer bir hukuk sistemi içerisinde yargının verdiği ve bağlayıcı olan bir kesin hüküm işlevsiz bir duruma getirilmiş ise adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden söz edemeyiz.

Somut olayda, Mahkemece verilen ilk karar esas yönünden, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nce onanarak kesinleşmiştir. Kesin hüküm gücü kazanan bir kararın, bozmaya konu edilmesi, kamu düzenini bozacak bir sonuç yaratır. Mahkemece verilen ilk karar esas yönünden onanıp kesinleştiğine göre, bozma ilamına konu edilip, Mahkemece de esas yönünden hüküm kurulup davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Bu durum, uluslararası hukuk düzeninde kabul görmüş ilkelere, T.C Anayasası’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine, hukuki güvenlik ilkesine, adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil eder.Devlete ve yargıya güveni ciddi bir şekilde sarsar. Açıkladığım nedenlerden dolayı Mahkemece verilen hükmün esası ile ilgili davanın kabulüne ilişkin kararın bozulması gerektiği kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluğun, onamaya yönelik görüşlerine katılmıyorum. 29.01.2015