Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2014/17688 E. 2015/8140 K. 09.04.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/17688
KARAR NO : 2015/8140
KARAR TARİHİ : 09.04.2015

Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil

Hazine ile … mirasçıları ve …. ve müşterekleri aralarındaki dava hakkında Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 19.01.2012 tarih ve 364/24 sayılı hükmün Daire’nin 25.04.2014 gün ve 14718/8224. sayılı ilamıyla bozulmasına karar verilmişti. Davalılar vekili tarafından süresinde kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Dosya muhtevasına, dava evrakı ile tutanaklar münderecatına ve Yargıtay ilamında açıklanan gerektirici sebeplere göre yerinde olmayan ve HUMK’nun 440. maddesinde yazılı hallerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteminin REDDİNE ve anılan Kanunun 442. maddesi uyarınca (6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi gereğince 1086 sayılı HUMK’nun 427 ila 454. maddeleri yürürlükte bulunduğundan) takdiren 248,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyenlerden ayrı ayrı alınarak Hazine’ye irad kaydına, 3402 sayılı Kanunun 36/A maddesi gereğince harç alınmasına mahal olmadığına, 09.04.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Davacı Maliye Hazinesi tarafından açılan dava ile, davalıya ait bir parça taşınmazın bir bölümünün, 3621 sayılı Kıyı Kanunu kapsamında kalan Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden kamu malı niteliğinde olduğu ve kişilerin mülkiyetinde kalamayacağını ileri sürerek; bu bölümün davalılar adına mevcut tapu kaydının iptaliyle kıyı olarak tapu sicilinden terkinine, üzerindeki yapıların yıkımına karar verilmesini istemiştir
Yerel Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme sonucu verilen 21.02.2008 tarihli kararla; taşınmazın teknik bilirkişi krokisinde işaretlenen (A), (B) ve (C) ile işaretlenen bölümlerinin kıyı niteliğinde va kıyı kapsamında kaldığı gerekçesiyle bu bölümlere ilişkin tapu kaydı için iptal/terkin kararı verilmiştir. Hüküm her iki taraf vekili tarafından temyiz edilmiştir. O tarihte bu nitelikteki davalarla ilgili mahkeme kararlarının temyiz incelemesini yapmakla görevli olan Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, temyiz edilen hükmü 05.05.2010 tarihli kararla “…davanın açıldığı tarih göz önüne alındığında 3402 sayılı Kanun’un 5841 sayılı Kanunla değişik 12/3. maddesine göre (10) yılık hak düşürücü sürenin geçtiği gözönüne alınarak davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozmuştur. Yerel mahkeme bozma kararına uyarak verdiği 04.02.2010 tarihli kararla bu kez hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Bu kararı davacı Maliye Hazinesi’nin temyiz üzerine inceleyen Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin verdiği 06.05.2010 tarihli kararla “..davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, bu yöne değinen Maliye Hazinesi’nin temyiz itirazlarının yerinde olmadığından reddine; ancak bu durumun yargılama sırasında Kadastro Kanunu’nun 12/3.maddesinde yapılan değişiklikten kaynaklandığı, davanın açıldığı sırada davacı Maliye Hazinesi dava açmada haklı durumda olduğundan, davalının yapılan tüm yargılama gideri ve avukatlık ücretinden sorumlu olacağı gözetilmeden karar verilmesinin isabetli olmadığı…” gerekçesiyle, hükmü sadece yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden bozmuş; davanın esasına ilişkin ret hükmü bozma sebebi yapılmayarak kesinleşmiştir. Bu bozmadan sonra devam eden dava sadece yargılama gideri ve vekalet ücretine ilişkindir.
Yerel mahkemenin bu bozma kararına uyarak verdiği 09.12.2010 tarihli kararla, davanın reddine va davacının yaptığı yargılama giderlerinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine karar vermiş; bu hükmü yine davacı Maliye Hazinesi temyiz etmiştir. Bu temyizi inceleyen Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin verdiği 21.03.2011 tarihli kararla hükmü yargılama gideri ve avukatlık ücreti yönünden 3402 sayılı Kanun’un 36/A maddesine göre karar verilmek üzere bozmuştur. Mahkemece bu bozmaya da uyulmak suretiyle verilen 19.01.2012 tarihli kararla gerekmediği halde yeniden-davanın reddine, yaptığı yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, taraflar yararına avukatlık ücreti verilmesine yer olmadığına karar verilmiş; bu hükmü yine Maliye Hazinesi vekili temyiz etmiştir. Bu kez temyizi inceleyen Dairemiz (Y.8.HD) verdiği 25.04.2014 tarihli kararında “ …3402 Sayılı Kanun’un 12/3.maddesindeki on yıllık hak düşürücü sürenin Maliye Hazinesi tarafından açılan davalarda da uygulanacağına ilişkin hükmün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği, iptal kararının 23.07.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdiği, derdest davalarda bu durumun gözetilmesi gerektiği, bu iptalin kesin şekilde çözüme bağlanmamış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği, kamu düzeni ilkesi gereğince, daha önce hak düşürücü süreden verilen ret kararının doğruluğundan söz edilemeyeceği ve bu sebeple davanın esasının incelenerek ve yargılama giderleri ile avukatlık ücreti konusunda 3402. sayılı Kanun’nun 36/A maddesi gözetilerek bir karar verilmesi gerektiği…” gerekçesiyle bozma kakarı vermiştir. Şimdi davalı tarafından bu bozma kararının karar düzeltme yoluyla kaldırılarak hükmün onanması talep edilmektedir.
Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının (sebeplerinin) kapsamı dışında kalmış olan kısımları (bölümleri) kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Yani kesinleşmiş olan bu bölümler, o bölümler lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (Baki Kuru:Hukuk Muhakemeleri Usulü,6.baskı, Cilt V, İstanbul 2001,sh.4762). Bu sonuç, aynı zamanda Yargıtay’ın 04.02.1959 tarih ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın da bir gereğidir. Yargıtay’ın bu konuda pek çok emsal kararı bulunmaktadır (bkz.Y.HGK.nun 22.04.1999 tarih, 11/290-296 sayılı kararı). Yargıtay, tarafların bildirdiği temyiz sebepleriyle bağlı değilse de (HUMK.m.439/2), tarafların temyiz talebiyle bağlıdır. Yarğıtay hükmün temyiz edilmeyen (ve bu nedenle kesinleşen) bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamaz. HUMK.439/2.maddesi hükmü, hükmün yalnız temyiz edilen bölümü hakkında uygulanır (Baki Kuru, age. Cilt V, Sh.4626). Bu bakımdan, temyiz edilen hükmün,daha önce Yargıtay denetiminden geçerek, bozma konusu yapılmamış bölümleri, onama hükmünde olduğu ve varsayımsal onama kararı kesinleştiği takdirde; kısmi temyiz gibi sonuç doğurur ve hükmün onanmış sayılan bölümleri kesinleşir ve bu nedenle HUMK.439/2.maddesi uyarınca, Yargıtay’ın tarafların gösterdiği temyiz sebepleriyle bağlı olmadığı gerekçesiyle yeniden temyiz denetime tabi tutulamaz.
”Kamu düzeni ilkesi” atlanmış veya gündeme gelmiş olsa bile, yerel mahkeme kararlarının kesinleşen bölümleri hakkında, hükmün kesinleşmeyen bölümleriyle ilgili temyiz incelemesi sırasında, kesinleşen bölümlerine yönelik yeniden temyiz incelemesi yapılamaz. Böyle bir durumda “kamu düzeni ilkesi” bir istisna teşkil etmez. Hükmün kesinleşen bölümleriyle ilgili olarak, Yargıtay’ın temyiz inceleme aşaması için yukarda açıklanan biçimde inceleme yapma yükümlülüğü, yerel mahkemelerin elindeki davaları sonuçlandırması bakımından da geçerlidir. Yerel mahkeme, temyiz süresinin geçirilmesi veya hükmün kısmen temyizi ya da Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucu hükmün bir bölümünün bozmaya konu edilmemesi ve bu nedenlerle kesinleşmesine rağmen hükmün o bölümü hakkında kendiliğinden önceki hükme aykırı karar verir, ya da Yargıtay hükmün o bölümü kesinleştiği halde, o bölümü yeniden temyiz incelemesine tabi tutup o bölüm hakkında kesinleşme sonucuna aykırı olarak yeni bir karar verirse; bu kararların hukuki sonucu ne olacaktır? Kuşkusuz, bu şekildeki yerel mahkeme kararlarının temyiz edilmeleri üzerine Yargıtay tarafından düzeltilmesi olanaklıdır. Ancak Yargıtay bu şekilde hatalı bir bozma kararı verip, yerel mahkeme bu bozma kararına direnmezse ne olacaktır? Yargıtay uygulaması ve öğreti görüşü, bu gibi kararların “yokluk” hükmüyle sakat olacağı ve Yargıtay’ın haber aldığı böyle bir yanlışlığı düzeltilebileceği şeklindedir (Baki Kuru;age.Cilt V. sh.4565; Y.7.HD. 18.19.1985 t.371/11115 Esas ve Karar-YKD 1985/12, sh.1795; Y.9.HD. 13.12.1967 t.1057/1095-Mustafa Çemberci-İŞ Mahkemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 1969, sh.205).Varılan bu sonuçlar, aynı zamanda Medeni Usul Hukuku’nun temel ilkelerinden “hukuki güvenlik ilkesi”nin de bir gereğidir.
Hukuki güvenlik ve yargıya güven kesin hüküm ilkesi ile sağlanır. Hukuki güvenlik ilkesi; Hukuk Devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşulu olup, mevcut emredici hukuk kurallarının herkese eşit şekilde ve düzgün bir şekilde uygulanmasını da içeren bir ilkedir. T.C. Anayasa’sının 2. maddesi’nde Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Hukuk Devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk Devleti kişilerin hukuki güvenliğini sağlayan bir devlettir. Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Hukuk Devleti hukuk kurallarının onu koyanlar da dahil olmak üzere, her kişi ve kuruluşu bağlamasını ifade eder. Hukuk devleti kavramının özünü devlet organlarının hukuka bağlılığı yani, yönetimin eylem ve işlemlerini hukukun içinde kalarak yerine getirmesi oluşturmaktadır. T.C. Anayasa’sının 36. maddesi; “Herkes… adil yargılanma hakkına sahiptir.”hükmünü içerir. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma başlığı taşıyan 6. maddesinde; “Herkes … davasının …. hakkaniyete uygun …… olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” denilmektedir. Adil yargılanma hakkının en önemli alt kavramlarından birisi, “silahların eşitliği ilkesi”dir. Yargılamada taraflar arasında adil, hakkaniyete uygun bir denge kurulması gerekir. Anayasa’nın 2. maddesiyle benimsenen Hukuk Devletinde, hukuki güvenliği sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende Devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel unsurlardandır. Hukuk Devletinde yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı olması gerekir.
Yargısı hukuka bağlı olmayan bir Devlette vatandaşların kendilerini güvencede hissedebileceklerini söylemek mümkün değildir. Hukuk Devletinde bireyler devlete güven duyabilmeli aynı şekilde Devlet de bu güveni vatandaşa verebilmelidir. Kesin hükme saygı uluslararası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul görmektedir. Eğer bir hukuk sistemi içerisinde yargının verdiği ve bağlayıcı olan bir kesin hüküm işlevsiz bir duruma getirilmiş ise adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden söz edemeyiz.
Mevcut bir tapu kaydı iptal edilmediği sürece, tapu kaydı kural olarak kayıt malikine mülkiyet hakkına dayalı tam bir koruma ve tekel hakkı sağlar (TMK m.683). Bu nedenlerle iptal/terkin kararı kesinleşmeden davalının tapu kaydının (mülkiyet hakkının) kendisine sağladığı korumaya dayalı olarak taşınmazı kullanmaya devam etmesi hakkı olduğu gibi, aynı nedenle üzerindeki muhtesatın yıkımına da karar verilemez. Diğer yandan; davacı arazi (arsa) üzerinde mevcut tapu kaydına göre muhtesat inşa ettiğine göre iyiniyetli (TMK.md.3) sayılması gerekir. TMK’nun 723. maddesine göre iyiniyetli malzeme sahibi olarak, tapuyu iptal ettiren Maliye Hazinesi’nin “uygun bir tazminat” ödemesi gereklidir. 04.03.1953 t. Ve 1952/10 E. 1953/2 K. Sayılı Yargıtay İçtahidı Birleştirme Kanununda da işaret edildiği gibi, karşı dava açılması bile gerekmeksizin, arazi maliki bu uygun tazminatı depo etmediği takdirde yıkım kararı verilemez. Öyleyse, mahkemece iptal/terkin kararı verilebilir; ancak bu karar kesinleşmeden elatmanın önlenmesi ve yıkım kararı da verilemez. En azından yıkım talebi hakkındaki davanın tapu iptal/terkin davasından ayrılmasına karar verilip, tapu iptal tescil davasının sonucunun bekletici sorun (HMK.m.167,165/1) yapılması düşünülmelidir. Açıklanan nedenlerle yıkım talebi hakkındaki talep için ayırma kararı verilmese bile; “usul ekonomisi ilkesi” (HMK.m.30) gereğince; davalı taraf muhtesat meydana getirmekte iyiniyetli olduğu ve kendisine bir kusur yüklenemeyeceğinden; mahkemece yıkımı istenen muhtesatların dava tarihi itibariyle rayiç bedelinin mahkemece uygun bilirkişi veya bilirkişiler vasıtasıyla tespit ettirilmesi, davacı Maliye Hazinesine belirlenecek bu toplam bedeli depo etmesi için uygun süre verilmesi, bedel depo edilmediği takdirde yıkım talebinin reddi; depo edildiği takdirde ise, bu bedel davalıya ödenmek suretiyle kıyı kalan bölümün tapu kaydının iptal/terkini, el atmanın önlenmesi ve yıkım kararı verilmesinin düşünülmesi gerekirdi. Mahkeme hükümü bu kabul yönünden de hatalıdır. Kaldı ki; açıklandığı gibi, davanın esası hakkındaki davanın reddi kararı kesinleşmiş olduğundan yıkım talebinin bir konusu kalmamış ve bu talep hakkında da talebin reddine karar verilmesi gerekecektir.
Somut olayda, Mahkemece verilen esas yönünden davanın reddine ilişkin 04.02.2010 tarihli karar, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin yukarıda belirtilen 06.05.2010 tarihli bozma ilamıyla bozmaya konu edilmeyerek kesinleşmiştir. Kesin hüküm gücü kazanan bir kararın, Yargıtayca yeniden bozmaya konu edilmesi, yerel mahkemenin bozmanın kapsamı dışına çıkarak yeniden karar vermesi; kamu düzenini bozacak ve hukuki güvenlik ilkesini çiğneyecek bir sonuç yaratır. Kısmi kesinleşme suretiyle davanın esası hakkındaki davanın reddi kararı kesinleşmiştir. İlamın kesinleşen bölümlerinin bozmaya konu edilen kesinleşmeyen bölümleriyle birlikte incelenip yeniden yargılamaya konu edilmesi usulü kazanılmış hak ilkesine aykırıdır. Bu bakımdan, karar düzeltme isteminin kabulüyle, yukarıda belirtilen Dairemiz bozma ilamının ortadan kaldırılması ve temyiz edilen hükmün onanması gerektiğini düşünüyor; karar düzeltme talebinin reddine ilişkin Değerli çoğunluk kararına katılmıyorum.