Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2013/71 E. 2013/18221 K. 02.12.2013 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/71
KARAR NO : 2013/18221
KARAR TARİHİ : 02.12.2013

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil

… ile … ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair … 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 28.12.2010 gün ve 592/894 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı … vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı … vekili, davalılara ait bulunan 1199 nolu parselin bir bölümünün Yasa hükümlerine göre kıyı kenar çizgisinin deniz yönünde kalan yerlerden olduğunu, deniz uzantısı olan kumsal sahanın içerisinde kaldığını açıklayarak davalılara ait tapu kaydının iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar 06.07.2004 tarihli cevap dilekçesinde; kıyı kenar çizgisinin yeniden düzenlendiğini, parselin kıyı kenar çizgisi dışında kaldığını, tapunun iptalinin hiçbir yasal dayanağının olmadığını, … Belediyesince inşaat ruhsatı verildiğini, binaların yapıldığını, taşınmazı Belediye’den kırk yıla yakın bir süre önce aldıklarını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.
Mahkemece, 28.12.2010 tarihli kararı ile, 1. Hukuk Dairesinin 22.02.2010 tarih ve 2010/1351 Esas, 2010/1716 Karar sayılı bozma ilamı esas alınarak 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesi gereğince on yıllık hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm; davacı … vekili tarafından Anayasa Mahkemesi’nin 2009/31 Esas, 2011/77 Karar sayılı kararı 12.05.2011 tarihinde 3402 sayılı Kanunun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlenin, 3. maddesiyle, 3402 sayılı Yasaya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline oyçokluğuyla karar verildiği ve yerel mahkemenin verdiği hükmün yasal dayanağının ortadan kalkmış olduğu gerekçesiyle temyiz edilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, Mahkemenin kararı 5841 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden sonra verilmiş olup; bu Kanunun 2. ve 3.maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur.
14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2.maddesi ile 3402 sayılı Kanunun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlede: “Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın” ve 3. maddesi ile aynı kanuna eklenen Geçici 10. maddesinde ise; “Bu Kanunun 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu yasanın yürürlük tarihinden sonra Hazinenin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.
Ne var ki, bozma ve Mahkeme kararlarının verilmesinden sonra, Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E, 2011/77 …. sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2.maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 sayılı Yasaya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33.maddesinde yer alan “Hakim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibariyle doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasa’nın 153.maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.
Bir başka yönüyle, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler. Her ne kadar Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nce, 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle yerel mahkemenin verdiği redde ilişkin ilk kararla ilgili esasa ilişkin Hazinenin temyiz itirazları reddedilmiş ise de, bozma ilamının dayanağını oluşturan yasa metni Anayasa Mahkemesi’nce yukarıda değinildiği üzere iptal edilmiş olmakla; artık taraflar yararına lehte ya da aleyhte usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiğinden söz edilemeyecektir.
Bu husus, 28.06.1960 tarih ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da “…Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının, temyiz mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya temyiz mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir…” şeklinde ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.
Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar, aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenle, Mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Somut olayda; işin esasının ve dava konusu taşınmaz bölümünün, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla belirlenen veya belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasanın 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilmesi, Mahkemece bu konudaki görüşün ortaya konulması ve ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır.
Saptanan bu durum karşısında dosya içerisindeki tüm bilgi ve belgeler ile iddia ve savunma doğrultusunda toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmuş bulunması doğru değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı … vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunabileceğine, 02.12.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.