Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2013/21978 E. 2014/13843 K. 30.06.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/21978
KARAR NO : 2014/13843
KARAR TARİHİ : 30.06.2014

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Muhdesat aidiyetinin tespiti

… ve … ile … ve … aralarındaki muhdesat aidiyetinin tespiti davasının reddine dair … Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 09.05.2013 gün ve 433/194 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller Mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile Usul ve Kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve aşağıda dökümü yazılı 24,30 TL peşin harcın onama harcına mahsubu ile kalan 0,90 TL’nin temyiz eden davacılardan alınmasına, 30.06.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava, parsel üzerinde bulunan muhdesatların ve bu muhdesatların bakım ve onarımlarının davacılar tarafından inşaa edildiğinin ve yapıldığının tespiti isteğine ilişkindir.
Yerel mahkemece; “..taşınmazlar üzerinde bulunan muhdesatlar yönünden derdest, ortaklığın giderilmesi davası ya da kamulaştırma işlemi bulunmadığından bu tür davaların görülemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine..” karar verilmesi, hükmün davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine yüksek Daire Çoğunluğunca karar onanmıştır.
Değerli çoğunluğun bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır.
HUMK’da yer almamakla birlikte Yargıtay uygulaması gereğince “hukuki yarar ilkesi” davanın açılması bakımından dava şartı olarak kabul edilmekte ve uygulanmakta idi. 6100 Sayılı HMK’nu hazırlanınca, uygulamadan esinlenerek bu hukuki yarar ilkesi kanun hükmü haline getirildi. HMK’nun dava şartları başlığını taşıyan 114/1-h bendinde, “davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması”, ilkesinin dava şartları arasında sayıldığı görülmektedir. Hukuki yarar ilkesinin bulunduğu durumlarda mutlaka önce bir mahakemede davanın açılması, ondan sonra bu mahakemeden muhdesata ilişkin veya herhangi bir işin yapılması bakımından yetki alınmasına gerek olmadığı gibi önce bir şeyin icra takibine konulması belirli aşamalardan sonra icra müdüründen yetki alınması suretiyle herhangi bir davanın açılmasına da gerek bulunmamaktadır. Aksi halde hak arama yollarının kapatılması ya da sınırlandırılması söz konusu olacaktır.
Nitekim Anayasa’nın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip” olduğunu vurgulamaktadır. Hak arama yollarının açık tutulması esas olup, bunun kısıtlanması ya da tamamen kapatılması kişilerin, kurum ve kuruluşların takdirine bırakılamaz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de; hak arama hürriyetine ve adil yargılanma hakkına vurgu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin kararları ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları da bu doğrultudadır.
Bu konuda Anayasa’nın 90. maddesinin de göz ardı edilmesi olanaksızdır. Anayasa’nın 90/5. fıkrasına göre; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Görülüyor ki temel hak ve özgürlüklere ilişkin hususlar konusunda çıkabilecek farklı hükümler olduğunda Milletlerarası andlaşma hükümlerine üstünlük tanınmaktadır. Söz konusu bu hüküm ile de hak arama yollarının sınırlandırılması veya kapatılması anılan Anayasa’nın 90. maddesine aykırılık oluşturur.
Bundan ayrı hiç kimse; bir diğerini önce şu veya bu şekilde dava açmaya, takip yapmaya veya herhangi bir biçimde haraket etmeye ya da yol göstermeye zorlayamaz.
Bu bakımdan muhdesatın aidiyetinin tespitine karar verilmesi için, çoğunluğun gerekçesinde açıkladığı gibi iki veya üç sebeple sınırlandırmak mümkün değildir. Kaldı ki bu sınırlandırmanın yasal dayanağı bulunmamaktadır. Önemli olan hak ve özgürlüklerin önünün açık tutulmasıdır. Bu açıkça kişi ya da kurum ve kuruluşların hak arama özgürlüğünü sınırlamak anlamına gelir. Bu nedenle bu görüşe katılmak mümkün değildir.
8.Hukuk Dairesi, 15.10.2007 tarih ve 2007/4224 E, 2007/5537 Karar sayılı kararı ile; “… davacının taşınmazda paydaş olmadığı, paydaşlardan birisinden HARİCEN ve Geçersiz ADİ SENETLE taşınmazın bir bölümünü satın alarak üzerine davaya konu muhtesat nitelikli binayı yaptığı, davacının üçüncü kişi konumunda bulunduğu, bu konuda uyuşmazlık bulunmadığı, kayıt malikleri (paydaşlar) arasında ortaklığın giderilmesi davasının açıldığı, ortaklığın satış yoluyla giderilmesine karar verildiği takdirde parsel üzerinde bulunan muhtesatın taşınmazla (zeminle) birlikte satılacağı hususunda duraksama olmadığı, bu hale göre taşınmaz üzerinde bulunan evin değerinin ve kime ait olduğunun belirlenmesinde davacının (harici satış senedi sahibinin) hukuki yararı bulunduğu, bu bakımdan mahkemenin muhtesatın tespitine yönelik davacı talebinin reddine karar vermiş olmasında isabet görülmediği…” gerekçesiyle BOZMA sevk edilmiştir. Yerel Mahkemenin DİRENME kararı; daha geniş bir gerekçeyle HGK’nun 11.03.2009 tarih ve 2009/8-75 E, 2009/116 Karar sayılı kararı ile BOZULMUŞTUR.
Görüldüğü gibi, 8. HD. geçersiz harici satış sözleşmesi ile TAPULU taşınmazı satın alan ve tapu kaydı ile bir ilgisi dahi bulunmayan davacıya dahi muhtesatın kendisi tarafından meydana getirildiğinin (yapıldığının) tespiti davasında, davacının HUKUKİ YARARININ olduğunu kabul etmekte, Yüksek HUKUK GENEL KURULU’nca davacının hukuki yararının olduğuna vurgu yapılmakta ve direnme kararının bozulmasına karar verilmektedir.
Yine Yüksek 7. HD’ nin “ … taşınmazla ilgili ortaklığın giderilmesi davasının açılmadığı, herhangi bir kamulaştırma işlemininde olmadığı, bu bakımdan davacının muhtesatın aidiyetinin tespiti davasının açmakta hukuki yararının kabul edilemeyeceği ve davanın reddi gerektiği yönündeki bozma ilamları, HGK’nun 05.10.2012 tarih ve 2012/7-334 E, 2012/650; 28.03.2014 tarih ve 2013/7-670 E, 2014/423 ( bu karara konu muhtesatla ilgili dava açıldıktan sonra paydaşlar arasında ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Halbuki hukuki yarar dava şartı olup davanın açıldığı tarihte aranır ve ilke bu olduğu halde, HGK böyle bir durumdaki davacının hukuki yararının olduğunu kabul etmiştir.) ve 31.07.2007 tarih ve 2007/7-830 E, 2007/801 ( bu karara konu muhtesat aidiyetinin tespiti davasına ait yerel mahkeme kararının BOZULMASINDAN sonra paydaşlar arasında ortaklığın giderilmesi davası açılıştır. HGK’nun ikinci kararı ile parantez içerisinde gösterilen bilgi bu karar içinde geçerlidir.) Karar sayılı kararları ile davacının hukuki yararınının bulunduğu kabul edilmiş Özel Daire’nin bozma ilamındaki iki gerekçeyle sınırlı görüşünü benimsememiştir.
HMK.nun 106/2. bendi uyarınca davacının bu tür davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararının bulunmadığı da söylenemez.
Saptanan bu somut ve hukuki olgular karşısında davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle yerel mahkemenin redde ilişkin hükmünün BOZULMASINA karar verilmesi gerekirken ONAMA şeklinde gerçekleşen sayın çoğunluğun görüşlerine açıklanan nedenlerle katılmıyorum. 30.06.2014