Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2012/6038 E. 2012/6276 K. 26.06.2012 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/6038
KARAR NO : 2012/6276
KARAR TARİHİ : 26.06.2012

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil

Hazine ile … aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair ….Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 11.05.2010 gün ve 136/318 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı Hazine vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:

KARAR

Davacı Hazine vekili, mülkiyeti davalıya ait olan 211 parsel sayılı taşınmazın 257,71 m2 kısmının 3621 sayılı Kıyı Kanuna göre, kıyı kenar çizgisi kapsamında kalan yerlerden olduğundan tapu kaydının kısmen iptaline ve bu kısım üzerinde bulunan taban betonu ile duşun kal’ine karar verilmesini istemiştir.
Davalı … vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, hak düşürücü süreden davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davanın reddine dair önceki karar davacı Hazine vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15.10.2009 tarih, 2009/9209-10206 Esas ve Karar sayılı kararında özetle; “ ….3402 sayılı Yasanın 12/3 maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süreden davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, Hazinenin bu yöne ilişen temyiz itirazlarının reddine, ancak her davanın açıldığı tarihteki koşullara tabi olduğu ve dava tarihi itibarı ile davacı Hazinenin davasında haklı olup, buna bağlı olarak yargılama giderlerinden ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulmasının değerlendirilmesi…” gereğine değinilerek mahkeme kararı bozulmuş olup, davacı velinin karar düzeltme isteği de Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 24.02.2010 tarih 2010/1421-2014 Esas ve Karar sayılı kararıyla reddedilmiş ve mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda, hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtmelidir ki, mahkemenin esasa ilişkin ilk kararı ve Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda açıklanan bozma kararı ile temyize konu son mahkeme kararları tümüyle, 5841 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden sonra verilmiş olup; bu Kanunun 2. ve 3.maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur. 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2.maddesi ile 3402 sayılı Kanunun 12.maddesinin 3.fıkrasına eklenen cümlede: “bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın” ve 3.maddesi ile aynı Kanuna eklenen geçici 10.maddesinde ise; “Bu Kanunun 12.maddesinin 3.fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu yasanın yürürlük tarihinden sonra Hazinenin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.
Ne var ki, bozma ve mahkeme kararlarının verilmesinden sonra, son kararın temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2.maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33.maddesinde yer alan “Hakim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasanın 153.maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de 10.3.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi’nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.
Bir başka yönüyle, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler. Her ne kadar Yargıtay 1. Hukuk Dairesince, 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle Yerel Mahkemenin verdiği redde ilişkin ilk kararla ilgili esasa ilişkin Hazinenin temyiz itirazları reddedilmiş ise de, bozma ilamının dayanağını oluşturan yasa metni Anayasa Mahkemesince yukarıda değinildiği üzere iptal edilmiş olmakla; artık taraflar yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiğinden söz edilemeyecektir.
Bu husus, 28.06.1960 tarih ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da “…Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir…” şeklinde ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.
Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar, aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenle mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Somut olayda; işin esasının ve dava konusu taşınmaz bölümünün, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla belirlenen veya belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasanın 36.maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilmesi, mahkemece bu konudaki görüşün ortaya konulması ve ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı Hazine vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK.nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK.nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine 26.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.