Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2012/3196 E. 2012/5369 K. 06.06.2012 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/3196
KARAR NO : 2012/5369
KARAR TARİHİ : 06.06.2012

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil

Hazine ve … aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair Marmaris 1.Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 26.10.2010 gün ve 335/487 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı Hazine vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:

KARAR

Davacı Hazine vekili; mülkiyeti davalıya ait olan 108 ada 82 parsel sayılı taşınmazın 17,93 m2 kısmının 3621 sayılı Kıyı Kanununa göre, kıyı kenar çizgisi kapsamında kalan yerlerden olduğunu, bu kısma ait tapu kaydının iptalini ve bu kısım üzerinde bulunan yapıların kal’ine karar verilmesini istemiştir.
Davalı …; yargılama oturumlarına katılmadığı gibi, davaya bir cevap da vermemiştir.
Mahkemece; hak düşürücü süreden davanın reddine, karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davanın, kısmen kabulüne kısmen reddine dair önceki mahkeme kararı Yargıtay 1.Hukuk Dairesi tarafından onanmış ve davacı Hazine vekilinin karar düzeltme talebi üzerine aynı Dairenin 01.07.2010 tarih, 2010/6946-7793 Esas ve Karar sayılı kararında özetle; “ …5841 sayılı Yasa gereğince, 3402 sayılı Yasanın 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süreden davanın reddine karar verilmesi, davanın açıldığı tarihteki koşullara ve tarafların haklılık durumlarına göre yargılama giderleri, harç ve vekalet ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulması gerektiği belirtilerek onama ilamının kaldırılması …” gereğine değinilerek mahkeme kararı bozulmuş olup, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtmelidir ki, mahkemenin esasa ilişkin önceki kararı ve Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda açıklanan bozma kararı ile temyize konu son mahkeme kararları tümüyle, 5841 Sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden sonra verilmiş olup; bu Kanunun 2. ve 3.maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur.
14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2.maddesi ile 3402 sayılı Kanunun 12.maddesinin 3.fıkrasına eklenen cümlede: “bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın “ ve 3.maddesi ile aynı Kanuna eklenen Geçici 10.maddesinde ise; “Bu Kanunun 12.maddesinin 3.fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu yasanın yürürlük tarihinden sonra Hazinenin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.
Ne var ki, bozma ve mahkeme kararlarının verilmesinden sonra, son kararın temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2.maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12.maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 sayılı Yasaya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 33.maddesinde yer alan “Hakim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibariyle doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasanın 153.maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.
Bir başka yönüyle, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler. Her ne kadar Yargıtay 1. Hukuk Dairesince, 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle yerel mahkemenin verdiği ilk karar bozulmuş ise de, bozma ilamının dayanağını oluşturan yasa metni Anayasa Mahkemesince yukarıda değinildiği üzere iptal edilmiş olmakla; artık taraflar yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiğinden söz edilemeyecektir.
Bu husus, 28.06.1960 tarih ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da “…Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının, temyiz mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya temyiz mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir…” şeklinde ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.
Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar, aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenle mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Somut olayda; işin esasının ve dava konusu taşınmaz bölümünün, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla belirlenen veya belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasanın 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilmesi, mahkemece bu konudaki görüşün ortaya konulması ve ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı Hazine vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 06.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.