Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2012/2779 E. 2012/4293 K. 15.05.2012 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/2779
KARAR NO : 2012/4293
KARAR TARİHİ : 15.05.2012

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil

… ve müşterekleri ile Hazine (aynı zamanda birleşen dosyada davacı), …, dahili davalılar … ve müşterekleri, … mirasçılarını temsilen Ankara Defterdarlığı aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kısmen reddine ve kısmen kabulüne dair … Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 03.05.2011 gün ve 6/182 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay’ca incelenmesi davacı … ve müşterekleri vekili, duruşmasız olarak incelenmesi ise bir kısım dahili davalılar … ve müşterekleri vekili taraflarından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 15.05.2012 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davacılar vekili Avukat … ve dahili davalılardan … ve karşı taraftan davalı … vekili Avukat Hatice Göktepe geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek, dosya incelendi gereği düşünüldü:
K A R A R

Davacılar vekili, ölü … adına yazılı bulunan 3418 ada 28 parsel kapsamında kalan 134 m2 yere ait tapu kaydının iptali ile vekil edeni …, 208 m2 yere ait kaydın iptali ile diğer müvekkili … adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiş, daha sonra … aleyhine davaya dahil etme amacı ile açtığı dava dosyası bu asıl dosya ile birleştirilmiştir.
Davalı … vekili, kayıt maliki …’in mirasçı bırakmadan ölmesi nedeniyle terekesinin TMK.nun 501. maddesi uyarınca Hazineye kaldığını, davacıların davasının reddine karar verilmesini savunmuş, hasımsız açtığı birleşen dava dosyasında ise, dava konusu parselin aynı nedenlerle Hazine adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı … vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
İkinci bozma ilamı doğrultusunda yapılan araştırma sonunda dosyaya veraset ilamı sunulan ve davaya dahil edilen Bekir oğlu … mirasçılarından …, …ve Eren Küçükerden, kayıt maliki ile kendi miras bırakanları arasında bağlantı olmadığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuşlar, Ülkü Aydın ve … ise, aynı şahıs olup olmadıklarını bilmediklerini ancak,dedeleri …’nın hayatta iken sık sık Ankara’ya gittiğini, babaları Macit’in anlatımlarından ve huzurevinde iken yazdığı mektuptan Ankara Cebeci’de bir taşınmazı olduğunu bildiklerini açıklayarak taşınmazın … mirasçıları adına tapuya tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
Mahkemece, uyulan Yargıtay bozma ilamları uyarınca asıl davada Hazine, birleşen davada … ve davaya dahil edilen … mirasçıları hakkında açılan davaların sıfat yokluğu sebebiyle reddine, birleşen davada Hazinenin davasının kabulü ile Mamak İlçesi Türközü Mahallesinde … adına tapuda kayıtlı 3418 ada 28 parselin imar sonrası 36815 ada 1 parselin tamamına, 36815 ada 2 parselin 356/482 payına, 36815 ada 8 parselin 342/576 payına ait tapunun iptali ile Hazine adına tapuya tesciline karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı gerçek kişiler vekili ile davaya dahil edilen bir kısım gerçek kişiler vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu yapılan 2191 m2 miktarında ve harap bağ niteliğindeki 3418 ada 28 parsel, 1955 yılında yapılan tapulama çalışmalarında … Bekçi … adına 317 numaralı vergi kaydında kayıtlı olduğu ve ölümü ile varislerinin kimlerden ibaret olduğunun ve ölüm tarihinin yapılan tetkikat ve bilirkişilerin ifadelerinden anlaşıldığı açıklanarak 09.02.1956 tarihinde … ölü Bekçi … adına tespit edilmiş, tutanak 25.06.1956 tarihinde kesinleşmiştir. Taşınmaz 26.09.1991 tarihinde yapılan imar uygulaması sonunda ifraz görmüş olup, ifraz sonunda oluşan taşınmazlardan 36185 ada 1 parselin tamamı, 36185 ada 2 parselin 356/482 payı ve 36185 ada 8 parselin ise 342/576 payı … adına tapuda kayıtlı bulunmaktadır.
Dava dayanılan sebep bakımından somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.
Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.
Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.
TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.
04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.
İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.
Bu açıklamalardan sonra kazanılmış hakkın olduğu gözetilerek TMK.nun 713/2. maddesi bakımından kazanma süresi ve koşullarının gerçekleşmesi durumunda mülkiyetin kazanılabileceği anlaşılmaktadır. Mahkemenin ölüm sebebi bakımından davayı görmesi ve yargılamaya devamla toplanan taraf delillerinin değerlendirmesi ve sonucuna göre işin esası ile ilgili hüküm kurması doğrudur. İşin esası ile ilgili inceleme yapılması gerekir.
Mahkemece kayıt maliki … ile davaya dahil edilen …’nın aynı kişi olmadıkları, kayıt malikinin mirasçılarının belirlenemediğinden hareketle yazılı şekilde hüküm kurulmuştur. Davacılar vekili ile davaya dahil edilen bir kısım gerçek kişiler vekili her iki …’in aynı kişi olduklarını iddia etmektedirler.
Dosya arasındaki tapulama tutanağı ve toplanan delillerden kayıt maliki ile ilgili kim olduğunu açıklayacak bir bilgiye ulaşılamamaktadır. Belirlenebilen husus kayıt malikinin … ölü Bekçi … olduğudur. Tapulama tarihinde …’in ölü olduğu tutanakta yazılı ise de bunun da kayıtlara değil bilirkişi beyanlarına dayalı olduğu görülmektedir. Davaya dahil edilen Bekir oğlu 01.07.1898 doğumlu … ise 22.05.1965 tarihinde ölmüş ve geride davaya dahil edilen çocukları ile torunlarını bırakmıştır. Mahkeme bu kişinin bir kısım mirasçılarının beyanlarından hareketle kayıt maliki olmadığı kanaati ile yazılı şekilde hüküm kurmuş, asıl davada kayıt malikine dava yöneltilmediğinden Hazine adına açılan davayı reddederken, birleşen davada ise son mirasçının Hazine olduğunu kabul ederek Hazine adına tescile karar vermiştir. Mahkemece yapılan araştırma sırasında mahkemeye gönderilen emekli sandığı sicil dosyasının incelenmesinde defterdar vekilince 22.10.1935 tarihinde düzenlenen ve 14.11.1935 tasdik tarihli vazife ile ilgili bilgileri içeren belgede Bekir oğlu …’nın aile lakabının “…” olarak belirtildiği, sicil dosyasındaki belgelerin bir kısmında soyadının “…” bir kısmında ise “Sakallı” şeklinde geçtiği, 20.9.1954 tarihli emlak ve servet menşeini gösteren bugünkü mal bildirimi belgesinde 3.sırada “Arkacebeci Ankara bağ tam 2 dönüm satın” şeklinde taşınmazın bulunduğu, yine kişinin kendisini tanıttığı özgeçmişini içeren belgede de “namım …” şeklinde açıklamanın yer aldığı görülmektedir. Dava konusu taşınmazın … Arkacebeci-Türközü’nde bulunduğu gözetilerek yukarıdaki bilgilerle birlikte değerlendirildiğinde kayıt maliki …’nun davaya dahil edilen … olduğunun kabulü gerekmektedir. Tespit edilen bilgiler doğrultusunda bu kişilerin aynı kişiler olduğu anlaşılmaktadır. Tapulama tutanağındaki kayıt malikinin 1955 yılı itibariyle ölü olduğuna ilişkin bilirkişi beyanlarına dayalı belirlemenin aksi de emekli sandığından gelen yazılı belgelerle ispatlanmıştır.Bu durumda mahkemenin her iki şahsın farklı kişiler olduğundan hareketle hüküm kurmuş olması doğru olmamıştır. Davacılar vekilinin bu hususa yönelen temyiz itirazları yerindedir. Kaldı ki, dava TMK. nun 713/2. fıkrası gereğince açılmış bir tapu iptali ve tescil davasıdır. Bu tür davalarda kural olarak dava; kayıt malikine, kayıt maliki ölmüş ise mirasçılara karşı açılır. Kayıt maliki mirasçı bırakmış ise, Hazinenin bu tür davalarda yer alma olanağı bulunmamaktadır. Ancak, bu ilkenin istisnası TMK. nun 501. maddesinde yer almaktadır. Kayıt maliki mirasçı bırakmamış ise, Hazinenin son mirasçı sıfatıyla davada yer alması mümkündür. Uygulama da bu yöndedir. Mahkemece bu husus gözönüne alınarak asıl davada kayıt malikinin mirasçılarına karşı dava açılması gerektiği açıklanarak Hazine aleyhine açılan dava reddedilmiş ancak birleşen dosyada Hazinenin açtığı davada ise son mirasçı Hazine kabul edilerek sonuçlandırılmıştır. Son mirasçı Hazine kabul edilmişse asıl davadaki kayıt malikinin mirasçılarına karşı açılması gerektiğine yönelen red kararı gerekçesi de hatalıdır.
Her iki …’in aynı kişiler olduğu belirlendikten sonra eldeki dosyada değerlendirilmesi gereken husus davacılar lehine TMK’nun 713/2.maddesine göre kazanma koşullarının oluşup oluşmadığıdır. Kayıt maliki olduğu anlaşılan …’nın 22.05.1965 ölüm tarihinden davanın açıldığı 23.10.1998 tarihine kadar kazanma süresi ve koşullarının gerçekleşmesi halinde kayıt malikine ait tapu kaydı hukuki değerini yitirecektir. Bu durumda davacının talebi de önem kazanmaktadır.
Davacılar vekilinin temyiz itirazları 36185 ada 8 parselde Osman … adına tapuda kayıtlı 342/576 payın davacıların zilyet olduğu iddia edilen 274/576 payına yöneliktir. Katılan davalılardan bir kısım gerçek kişiler vekili de hangi kısma yönelik temyiz itirazları olduğunu açıklamaksızın, davacının talebinden bahsederek kayıt maliki ile vekil edenlerinin miras bırakanının aynı kişi olduklarını bu sebeple Hazine adına tescil edilmesinin hatalı olduğunu açıklayarak temyiz isteğinde bulunmuştur. Mahallinde yapılan keşif ve alınan tanık beyanları ile bilirkişi raporları karşısında imar uygulaması sonunda oluşan dava konusu taşınmazlardan 36185 ada 8 parselin 130 m2 kısmının davacılardan …, 144 m2 kısmının ise … tarafından toplam 274 m2 kısmının ev ve arsası şeklinde dava tarihinden geriye doğru 20 yılı aşkın süredir kullanıldığı, ekonomik amaca uygun şekilde malik sıfatı ile zilyet olunduğu, bu bölümler bakımından TMK’nun 713/1-2.maddelerinde yazılı kazanma süresi ve koşullarının davacılar lehine gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, talep ve alınan beyanlar ve raporlar doğrultusunda bozulmasına karar verilen önceki iki hükümde de 36185 ada 8 parselin … adına kayıtlı 274/342 paya ait tapunun iptali ile 130/576 payın …, 144/576 payın … adına tapuya tesciline, bakiye kısım ve diğer imar parselleri ile ilgili davacıların davasının reddine, birleşen dosyada Hazinenin davasının kabulü ile bu kısımların Hazine adına tapuya tesciline karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmemiştir. Önceki hükümler
Hazine vekilinin temyizi üzerine kayıt maliki ve mirasçıları bakımından araştırma yapılması gereğine işaret edilerek eksik inceleme ve araştırma sebebiyle bozulmuştur. Bu durumda davacıların davasının reddine karar verilerek Hazine adına tescil edilen taşınmaz bölümleri bakımından taraflar yararına usuli kazanılmış hak doğmuştur. Bu bakımdan son bozma öncesinde davada taraf olmayan dahili davalılar bakımından da bu kısımlarla ilgili usulüne uygun açılmış bir dava bulunmadığına, kayıt maliki …’nun kendi miras bırakanları … olduğunu her zaman açacakları dava sonunda, eldeki dosyadan da bahisle ispatlayarak Hazine adına tescil edilen bu bölümlere ait tapu kayıtlarını iptal ettirerek dahili davalılar adına tescil ettirebilme imkanı bulunduğuna göre taraflar arasında da kesinleştiği anlaşılan 36185 ada 1 parselin tamamı, 36185 ada 2 parselin 356/482, 36815 ada 8 parselin ise 68/576 payı ile ilgili davaya katılan bir kısım mirasçılar vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Bu hususta davacılar vekilinin de bir temyizi olmadığından hükmün bu kısımları ile ilgili herhangi bir bozma yapılması imkanı bulunmamaktadır.
Ancak davacılar tarafından dava konusu yapılan 36185 ada 8 parselin … adına kayıtlı 274/342 payla ilgili bölümünün ise TMK’nun 713/2.maddesi gereği …’nın 22.05.1965 ölüm tarihinden davanın açıldığı 23.10.1998 tarihine kadar kazanma süresi ve koşullarının davacılar lehine gerçekleşmesi sebebiyle asıl dosyada davacıların davasının bu taşınmazdaki açıklanan paylar bakımından tapu kaydının iptali ile davacılar adına talep dikkate alınarak tapuya tesciline karar verilmesi gerekirken hatalı gerekçeden hareketle davacıların davasının reddine, birleşen dosyada ise Hazinenin dosya kapsamı ile son mirasçı olmadığı anlaşıldığından Hazinenin davasının bu paylar bakımından reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir. Davacılar vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olup hükmün bu sebeple bozulması gerekir. Bu paylar yönünden davacılar lehine davanın kabulü gerektiği anlaşıldığına göre davaya dahil edilen bir kısım gerçek kişilerin temyiz itirazlarının yerinde olmadığı ve kayıt maliki olduğu anlaşılan miras bırakanlarına ait tapu kayıtlarının bu paylar bakımından hukuki değerini yitirdiği anlaşıldığından davaya dahil edilen bir kısım gerçek kişiler vekilinin temyiz itirazlarının ise reddi gerekmektedir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davaya dahil edilen bir kısım gerçek kişiler vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmediğinden REDDİNE, davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA ve 18,40’er TL peşin harcın istek halinde davacı ve müşterekleri ile dahili davalılara iadesine 15.05.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.