Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2012/12681 E. 2013/11503 K. 10.09.2013 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/12681
KARAR NO : 2013/11503
KARAR TARİHİ : 10.09.2013

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil

… ile … aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair … Anadolu 15. (… 4.) Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 27.12.2011 gün ve 199/556 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacı vekili 1094 ada 49 sayılı parselin….. adına tapuda kayıtlı bulunduğunu, 28.03.1949 tarihli kadastro beyannamesine göre tahminen 1905 yılında öldüğünü, o tarihten beri tapu kaydının intikal görmediğini, tapu kütüğünde malikinin kim olduğunun anlaşılamadığını, nüfus kaydının bulunmadığını, mirasçılarının da tespit edilemediğini, taşınmazdan 240/3532 paya isabet eden 240 m² yerin 28 yıldan fazla bir süre önce vekil edeni tarafından haricen satın alındığını, Salih kızı Hanife’nin 100 yılı aşkın bir zaman önce ölmüş bulunması nedeniyle kendisine … Defterdarlığının kayyım tayin edildiğini ve kayyım vasıtasıyla davanın yürütüldüğünü, satın aldığı tarihten itibaren vekil edeninin taşınmaz üzerinden aralıksız çekişmesiz malik sıfatıyla ve 20 yılı aşkın bir süreden beri zilyetliğinin olduğunu, imar-ihya etmek suretiyle üzerinde bina yaptığını açıklayarak tapu kaydının hukuki değerini yitirmesi nedeniyle 240 m² bakımından parselin tapu kaydının iptali ile vekil edeni adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı kayyımı temsilen davaya katılan kayyım (…) vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuş ve husumetin kendilerine düşmediğini, Hazinenin davaya dahil edilmesi gerektiğini bildirmiştir.
Mahkemece, “… bu tür davanın taşınmaz malikinin tapu kütüğünden anlaşılamaması veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazlara ilişkin olarak dava konusu yapılabileceğini, kayıt maliki öldü ise, davanın mirasçılarına karşı açılması gerektiğini, eldeki davada ise, doğrudan böyle bir araştırma yapılmadan kayyım aleyhine açıldığını, taraf ve dava ehliyetine sahip olmanın bir dava şartı olduğunu, HMK.nun 115/1 maddesi gereğince dava şartı oluşup oluşmadığının Mahkemece, re’sen araştırılacağını gerekçe göstermek suretiyle dava şartı eksikliği sebebiyle davanın usulden (HMK.m.114/d, 115/1-2) reddine ..” karar verilmesi üzerine hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, TMK.nun 713/2. fıkrasında “… maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ….” hukuki sebebine dayalı olarak TMK.nun 713/1-2. fıkraları gereğince açılan tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Dosyadaki bilgilere göre, kayıt maliki 1905 yılında öldüğü anlaşılmaktadır. 1949 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında dava konusu yerin 1094 ada 49 parsel numarası ile ve 3532 m² yüzölçümü ile tarla niteliği ile Salih kızı Hanife adına tespit ve tescil edildiği, kadastro tutanağının 30.03.1949 tarihinde kesinleşmesi ile adına tapu kaydının oluştuğu belirlenmiştir. Davacı taraf, söz konusu parselde 240 m² yeri satın aldığını ve üzerine bina yaptığını açıklayarak TMK:nun 713/2. fıkrasında yer alan iki ayrı hukuki sebebe dayanılarak iptal ve tescil isteğinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Tapu iptali ve tescil davalarında kural olarak; dava, kayıt malikine, kayıt maliki ölü ise, alınacak veraset belgesine göre, tespit edilmiş mirasçılarına yöneltilerek açılır. Davada, açıklandığı anlamda mahkemenin de değindiği gibi taraf teşkilinin sağlanmadığı anlaşılmaktadır. TMK.nun 713/2. fıkrası uyarınca açılan iptal ve tescil davaları kamu düzeni ağırlıklı davalar olup, yargılama sırasında da TMK.nun 713/3. fıkrası gözetilerek taraf teşkilinin sağlanması mümkündür. Yargıtay ve Daire’nin de öteden beri sapma göstermeyen uygulaması bu yöndedir.
Yerel mahkemenin de değindiği gibi HMK.nun 114/d bendi uyarınca taraf ve dava ehliyeti dava şartı olarak öngörülmüştür. Buna uyulmamanın sonucunu da aynı kanunun 115. maddesinde hükme bağlanmıştır. HMK.nun 115/2. maddesinde; “mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davada usulden reddine karar verir. Ancak dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise, bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içerisinde dava noksanlığı şartı giderilmemiş ise, davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”, denilmiştir. Yargılama tutanakları üzerinde yapılan incelemede anılan maddenin ikinci fıkrasında; Ancak ile başlayan bölüm uyarınca davacı tarafa, taraf teşkilinin sağlanması yönünden herhangi bir süre ve imkan tanınmadığı anlaşılmaktadır. Bir bakıma, Dairenin TMK.nun 713/2. fıkrası uyarınca yargılama sırasında da taraf teşkilinin sağlanmasının mümkün olduğu yönündeki görüşü HMK.nun 115/2. fıkrasının ancak, ile başlayan cümlesi ile yasal düzenlemeye kavuşturulduğu görülmektedir.
Bu bakımdan öncelikle davacı tarafa kayıt maliki Salih kızı Hanife’nin veraset belgesinin alınması için süre ve imkan tanınması, veraset belgesi alındığında belirlenen mirasçılarına davanın yöneltilmesi, böylece taraf teşkilinin sağlanması, hiçbir mirasçının olmaması halinde ise, TMK.nun 501. maddesi gereğince son mirasçının Devlet olduğu gözetilerek davanın …’ye yöneltilmesi ve …’ye karşı davanın yürütülmesinin düşünülmesi, taraflara tanık ve delillerini bildirmeleri konusunda süre ve imkan verilmesi ondan sonra gerekli değerlendirmenin yapılması gerekmektedir.
TMK.nun 713/2. fıkrası uyarınca açılan davaların kamu düzeni ağırlıklı davalar olması nedeniyle kayıt malikine kayyım atanmak suretiyle bu davaların yürütülmesi olanağı bulunmamaktadır. Dairenin az öncede açıklandığı gibi sapma göstermeyen uygulaması bu yöndedir.
Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur
Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesinin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.3.2011 tarihinde karar verilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun … anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.

Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.
TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.
4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.

İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.3.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.3.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.
O halde mahkemece yapılacak iş, yukarıda da açıklandığı üzere kayıt malikinin alınacak veraset belgesine göre tüm mirasçılarının davaya katılmasının sağlanması, hiçbir mirasçı bırakmadan ölmüş ise, TMK.nun 501. maddesi uyarınca davanın …’ye yöneltilmesi, veraset belgesinin alınması için davacı tarafa süre ve imkan tanınması, davacı taraf, TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan ölüm sebebi yanında, aynı zamanda aynı fıkrada yer almış olan tapu kütüğünden malikin kim olduğu anlaşılamayan hukuki sebebine de dayandığı dosyadaki bilgi, belge ve dilekçelerle anlaşıldığından 1094 ada 49 sayılı parselin kadastro tutanağının okunaklı onaylı örneğinin Tapu Müdürlüğü’nden getirtilerek dosya arasına konulması, kadastro tespiti tapu kaydına dayalı olarak yapılmış ise, kadastro tutanağı üzerinde yapılacak inceleme sonucu revizyon gören tapu kaydının yerel Tapu Sicil Müdürlüğü’nden ilk oluşturulduğu günden itibaren tüm geldi ve gittileriyle özellikle maliklerini gösterir biçimde getirtilerek dosyaya eklenmesi, Osmanlıca olup yerel Tapu
Müdürlüğü’nce tapu kaydının öncesinin çıkartılmaması söz konusu olduğunda bu takdirde, kadastro çalışmaları sırasında 1094 ada, 49 parsele uygulanan tapu kaydının yeni Türkçeye çevrilmiş haliyle Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşiv Dairesi Başkanlığından getirtilerek Yargıtay denetimi açısından dosya ile birleştirilmesi ondan sonra toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken yöntemine uygun bir biçimde taraf teşkili sağlanmadan ve davacı tarafa bu konuda herhangi bir süre verilmeden yazılı gerekçeyle davanın usulden reddine karar verilmiş bulunması doğru değildir.
Davacı vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK. nun geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK. nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 21,15 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 10.09.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.