Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2012/12162 E. 2013/14117 K. 03.10.2013 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/12162
KARAR NO : 2013/14117
KARAR TARİHİ : 03.10.2013

MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil

Hazine ile … aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair … 7.Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 02.06.2011 gün ve 27/373 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı Hazine vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı Hazine vekili, davalı adına tapuya kayıtlı bulunan 6080 parsel sayılı taşınmazın, 3621 sayılı Kıyı Kanununa göre, kıyı kenar çizgisi kapsamında kalan yerlerden olduğunu açıklayarak tapu kaydının iptalini ve tescil dışı bırakılmasına karar verilmesini istemiştir.Davalı, taşınmazı tapu kaydına güvenerek satın aldığını, idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisinin belirlendiği tarihin üzerinden 10 yıl geçtiğini bildirmiş ve davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, hak düşürücü süreden davanın reddine ilişkin hüküm önceden kesinleştiğinden yargılama gideri ve vekalet ücretinin davalıdan tahsiline karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.Hemen belirtilmelidir ki, mahkemenin kararı 5841 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden sonra verilmiş olup; bu Kanunun 2. ve 3.maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur.14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2.maddesi ile 3402 sayılı Kanunun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlede: “bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın” ve 3. maddesi ile aynı Kanuna eklenen Geçici 10. maddesinde ise; “Bu Kanunun 12.maddesinin 3. fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu yasanın yürürlük tarihinden sonra Hazinenin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.Ne var ki, Yerel Mahkeme kararının kesinleşmesinden önce Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2. maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 sayılı Yasaya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 33.maddesinde yer alan “Hakim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibariyle doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasanın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de 10.3.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi’nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenle Mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.Somut olayda; dava konusu taşınmazın, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına uygun olarak belirlenen kıyı kenar çizgisine göre devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu saptanmış olduğundan davanın kabulüne ve 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasanın 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağına karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı Hazine vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün 6100 sayılı …nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK.nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK.nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine 03.10.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’ndan kaynaklanan tapu iptali ve tescil talebine ilişkindir. Mahkemece, 3402 sayılı Kanun’un 12/3. maddesi gereğince; on yıllık hak düşürücü süre geçtiğinden dolayı davanın reddine karar verilmiştir. Davacı Hazine vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 31.05.2010 tarih ve 2010/5310-6245 sayılı ilamı ile hükmün esası yönünden temyiz itirazları reddedilerek, yargılama masrafı ve vekalet ücreti yönünden hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Hazine vekilinin karar düzeltme talebi Dairece, 02.12.2010 tarihinde reddedilmiştir.Mahkemece, bozma ilamına uyularak, hükmün esası kesinleştiğinden yeniden karar verilmeye yer olmadığına, davacı tarafından yapılan toplam 2.432,40 TL yargılama gideri ile davacı vekili lehine takdir edilen 1.100,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.Mahkemece verilen ilk karar esas yönünden, yani davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine ilişkin kısmı, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nce onanmış, Hazine vekilinin karar düzeltme talebi de reddedilmiştir. Hükmün onanan kısmı kesinleşmiş artık kesin hüküm haline gelmiştir. Nitekim Mahkemece de bozmadan sonra verilen kararda esas hakkında yeniden hüküm kurulmamıştır. Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de dahil olmak üzere bütün mahkemeleri bağlar. Kesin hüküm kamu düzenine ilişkin olduğundan, tarafların iradesine tabi değildir.
Hukuki güvenlik ve yargıya güven kesin hüküm müessesesi ile sağlanır. Hukuki güvenlik ilkesi; hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşulu olup, mevcut emredici hukuk kurallarının herkese eşit şekilde ve düzgün bir şekilde uygulanmasını da içeren bir ilkedir. T.C. Anayasa’sının 2. Maddesi’nde Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devleti kişilerin hukuki güvenliğini sağlayan bir devlettir.Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Hukuk devleti hukuk kurallarının onu koyanlar da dahil olmak üzere, her kişi ve kuruluşu bağlamasını ifade eder. Hukuk devleti kavramının özünü devlet organlarının hukuka bağlılığı yani, yönetimin eylem ve işlemlerini hukukun içinde kalarak yerine getirmesi oluşturmaktadır.T.C. Anayasası 36. maddesi; “Herkes ….. adil yargılanma hakkına sahiptir.”hükmünü içerir.Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma başlığı taşıyan 6. Maddesinde; “Herkes …. davasının ….. hakkaniyete uygun …… olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” denilmektedir.Anayasa’nın 2. Maddesiyle benimsenen hukuk devletinde, hukuki güvenliği sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel unsurlardandır. Hukuk devletinde yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı olması gerekir. Yargısı hukuka bağlı olmayan bir devlette vatandaşların kendilerini güvencede hissedebileceklerini söylemek mümkün değildir. Hukuk devletinde bireyler devlete güven duyabilmeli aynı şekilde devlet de bu güveni vatandaşa verebilmelidir. Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul görmektedir. Eğer bir hukuk sistemi içerisinde yargının verdiği ve bağlayıcı olan bir kesin hüküm işlevsiz bir duruma getirilmiş ise adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden söz edemeyiz.Somut olayda, Mahkemece verilen karar esas yönünden, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nce onanarak kesinleşmiştir. Kesin hüküm gücü kazanan bir kararın, bozmaya konu edilmesi, kamu düzenini bozacak bir sonuç yaratır. Mahkemece verilen ilk karar esas yönünden onanarak kesinleşip, Mahkemece de bozmadan sonra verilen ikinci kararda esas yönünden hüküm kurulmadığı halde bozma ilamına konu edilmesi doğru değildir. Bu durum, uluslararası hukuk düzeninde kabul görmüş ilkelere, T.C Anayasası’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine, hukuki güvenlik ilkesine, adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil eder.Devlete ve yargıya güveni ciddi bir şekilde sarsar. Açıkladığım nedenlerden dolayı Mahkemece verilen hüküm esas yönünden kesinleşmiş olduğundan bozma ilamına konu edilemeyeceği kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluğun, hükmün esasının bozulmasına yönelik görüşlerine katılmıyorum. 03.10.2013