Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2010/917 E. 2010/2537 K. 13.05.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2010/917
KARAR NO : 2010/2537
KARAR TARİHİ : 13.05.2010

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Elatmanın Önlenmesi

… ve … ile … aralarındaki dava hakkında …1.Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 08.04.2008 tarih ve 139/221 sayılı hükmün Dairenin 30.04.2009 gün ve 544/2106 sayılı ilamiyle onanmasına karar verilmişti. Davalı tarafından süresinde kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:
K A R A R

Davacılar … ve müşterekleri vekili, ortak miras bırakanı …’dan kalan dava konusu tapusuz taşınmazlardan vekil edenlerinin yararlanmalarına davalının engel olduğunu ileri sürerek elatmasının önlenmesine, birleşen 2003/120 Esas sayılı dava dosyasında ise 2.12.1993 tarihli adi senedin iptaline karar verilmesine istemiştir.
Davalı … vekili, dava konusu taşınmazları 02.12.1993 tarihli adi senet ile ortak miras bırakan …’dan vekil edeninin satın ve devraldığını, dayanak senedin geçerli olduğunu belirterek asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulü ile 02.12.1993 tarihli senedin iptaline, dava konusu toplam yedi parça tapusuz taşınmazlara davalının yaptığı müdahalenin önlenmesine karar verilmiş, davalı vekilinin temyizi üzerine Dairemizce yapılan inceleme sonunda verilen 30.04.2009 gün 2009/544 Esas 2009/2106 Karar sayılı onama ilamına karşı bu kez davalı vekili karar düzeltme isteğinde bulunmuştur.
Asıl dava miras payına dayalı tapusuz taşınmazlara elatmanın önlenmesi, birleşen dava ise şekil şartına uyulmadan yapıldığı ve satıcının ayırt etme gücünün bulunmadığı gerekçesiyle 02.12.1993 tarihli satış senedinin iptaline ilişkindir. Dava konusu tapusuz taşınmazların tarafların ortak miras bırakanları …’dan kaldığında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Mirasçılık belgesine göre, … 20.01.1994 tarihinde ölmüş, davanın tarafları ile dava dışı kişileri mirasçı bırakmıştır. 2.12.1993 tarihli adi nitelikli senette, … dava konusu yapılan tapusuz taşınmazları oğlu olan davalı …’a sattığı ve parasını aldığı belirtilmiştir. Söz konusu senet, HUMK.nun 297. maddesine uygun olarak düzenlendiğinden davacılar vekilinin bu yöne ilişkin itirazları yerinde bulunmamaktadır. Somut olayda, öncelikle çözümlenmesi gereken husus, Kanser tedavisi görmekte iken ölen miras bırakının senedin düzenlendiği tarihte ayrıt etme gücüne sahip olup olmadığıdır.
Hukuki ehliyetsizlik kamu düzeni ile ilgili olup, yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilmesi gerekir. Ne var ki, mahkemece, bu konuda yeterli araştırma yapılmış değildir. Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin, kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanunun “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiileriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış, 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirtmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek aynı Kanunun 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir” denmek suretiyle açıkanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu kanun ile öteki kanunların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Türk Medeni Kanunun 15. maddesinde ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararı 11.06.1941 tarih 4/21).
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve kanun maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında, bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri tüm delillerin toplanılması, tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar HUMK.nun 286. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mütalaası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerekmektedir.
Ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması, kişiye, eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Türk Medeni Kanunun 409/2. maddesi, akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Mahkemece, miras bırakan …’ın ayırt etme gücünün belirlenmesi bakımından taraf tanıkları dinlenmişse de alınan ifadeler duraksamaya yer vermeyecek şekilde bu hususu belirlemekten uzaktır. Az önce açıklanan tıbbı belgeler yanında hastalığını ve fiziki durumunu yakından bilen ve izleyen kişilerin tanık olarak dinlenilmesi suretiyle, …’ın rahatsızlığı ve akli melekeleri yönünde detaylı bilgilerinin alınması, tıbbı belgeler vs. bulunmadığı takdirde kendisini tedavi eden hastalığını izleyen doktor veya doktorların dinlenmesi yukarıda açıklandığı biçimde bilgilerine baş vurulması ve olayın açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bu nedenle, az yukarıda da belirtildiği gibi Kanser tedavisi gören miras bırakan Hatice Yaman’a ait doktor raporları, hasta müşahade kağıtları, film grafileri, reçeteler, sağlık karnesi vs. gibi tanı ve tedaviye ilişkin tüm evrak ve belgeler taraflardan sosyal güvenlik kurulundan ve tedavi gördüğü hastane ya da sağlık kuruluşlarından eksiksiz olarak getirtilerek sözleşmenin düzenlendiği tarihte ayırt etme gücüne sahip olup, olmadığının belirlenmesi bakımından dosyanın Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesine gönderilmesi, buradan alınacak raporun hükme esas alınması gerekirken yanlızca tanık ifadeleri ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. Ne var ki; Dairemizce yanlışa düşülürek eksik araştırmaya dayanılarak verilen mahkeme hükmü onanmıştır.
Yukarıda açıklanan gerekçeler nedeniyle, davacılar vekilinin usul ve kanuna uygun bulunan karar düzeltme talebinin HUMK. nun 440. maddesi uyarınca KABULÜNE, Dairemizin 30.04.2009 gün 2009/544 Esas 2009/2106 Karar sayılı onamı ilamının ORTADAN KALDIRILMASINA yerel mahkeme kararının belirtilen gerekçelerle HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA ve 605,15 TL peşin harcın istek halinde karar düzeltme isteyen davalıya iadesine 13.05.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.