Yargıtay Kararı 8. Hukuk Dairesi 2010/4917 E. 2011/7472 K. 22.12.2011 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2010/4917
KARAR NO : 2011/7472
KARAR TARİHİ : 22.12.2011

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil

… ile Hazine, …, … ve müşterekleri dahili davalı …, …, … ve … aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair Nevşehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 06.11.2009 gün ve 34/249 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:

KARAR
Davacı vekili dava dilekçesinde; 132 ada 11 sayılı parselin mülkiyeti …’a ait iken, 1968 yılında ölümü ile mirasçıları … ve … Işır’a geçtiği ve bunlar tarafından 7.6.1969 tarihli muhtarlık senedi ile zilyetliğinin vekil edeninin babası …’a satarak devrettiklerini, …’ın 1969 yılında öldüğünü, 38 yıl boyunca aralıksız, çekişmesiz malik sıfatıyla vekil edeni ile miras bırakanının zilyet ve tasarrufunda kaldığını, taşınmazın halen … Işır adına tapuda kayıtlı bulunduğunu, 1976 yılında …’in vefat ettiğini, 20 yılı aşkın bir süre geçtiğini açıklayarak TMK.nun 713/2. fıkrası uyarınca 132 ada 11 sayılı parselin tapu kaydının iptali ile davacı … adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Hazine vekili davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Diğer davalı … yargılama oturumlarına katılmamıştır.
Davalı gösterilen Hazım kızı … Işır’ın mirasçılarından olan …,,,…., … ile … ve … dava dilekçesinde aynı adreste oturdukları açıklanmış, yapılan inceleme sonucu tüm mirasçılara yapılan tebligatın usulsüz olduğu belirlenmiştir.
Mahkemece, davalı Hazine ve belediye başkanlığına açılan davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle, diğer davalı ve dahili davalılara karşı açılan davanın esastan reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “maliki 20 yıl önce ölmüş…” hukuki sebebine dayalı olarak TMK.nun 713/1 ve 2. fıkraları gereğince tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır.
Mahkemece yazılı gerekçe ile davanın esastan reddine karar verilmiş ise de, mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır. Kayıt malikinin mirasçıları bulunduğuna ve Hazine ile Belediye kayıt maliki olmadıklarına göre bunlar açısından pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğrudur. Murisin mirasçılarının bulunduğu gözetilerek TMK.nun 501. maddesi uyarınca Hazinenin mirasçılığının da söz konusu olamayacağı açıktır.
Bundan ayrı dava dilekçesinde beş mirasçının aynı adreste gösterilmesi ve belirtilen adrese dava dilekçelerinin tebliğ edilmesi aynı kişi tarafından alınması hukuka uygun olmadığı gibi hayatın olağan akışına da uygun düşmemektedir. Anayasanın 36. maddesi uyarınca bu şekilde yapılan tebligatlar ile savunma hakkının kısıtlandığı açıktır. Kaldı ki, davada dava koşulu da eksik olup tamamlanması zorunludur. Bu tür davaların özelliği gereği yargılama sırasında dava koşulunun yerine getirilmesi mümkündür. Kural olarak, tapu iptali ve tescil davalarında dava kayıt malikine, kayıt maliki ölmüş ise mirasçılarına yöneltilerek açılır. Kayıt maliki … Işır’a ait Nevşehir Sulh Hukuk Mahkemesinin 5.3.2009 tarih 2009/229 Esas, 2009/306 Karar sayılı veraset belgesine göre …’in 7.1.1976 tarihinde öldüğü on mirasçısının bulunduğu bunlardan bir kısmının davalı gösterildiği anlaşıldığından dava dışı kalan diğer mirasçılara da yöntemine uygun bir biçimde davanın yöneltilmesi, tüm mirasçılara 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca dava dilekçesiyle Yargıtay ilamının tebliğ ettirilmesi, taraf teşkilinin sağlanması ve ondan sonra davanın yürütülmesi düşünülmelidir.
TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” ibaresinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle mahkeme kararının irdelenmesi gerekmektedir.
Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.
Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesinin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.3.2011 tarihinde karar verilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.
Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması, bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.
TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.
4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.
İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.3.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.3.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın Kosti isimli kişiden kaldığı, mübadele öncesinde ifraz ve satış ile Nuri’ye ve ondan da satış yoluyla …’e geçtiğini, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 27.1.1954 gün ve 8/2 sayılı kararında belirtildiği şekilde taşınmazın zilyetlikle kazanılamayacağını belirterek davanın reddine karar verilmiş ise de, bu gerekçeye katılma olanağı bulunmamaktadır. Taşınmaz dağıtım sonucu adı geçen kişilere geçmiş olup en son satışla miras bırakan …’e geçmiştir. Artık mahkemenin gerekçesinde gösterdiği içtihadı birleştirme kararının somut olayda uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık konusu 132 ada 11 sayılı parselin kadastro tutanağı 26.6.1968 tarihinde kesinleşmiş, muris … ise 1976 yılında ölmüştür. Davacı önce kendi adına iptal ve tescil isteğinde bulunmuş daha sonra ise tüm mirasçılar adına tescil isteğinde bulunduğunu açıklamıştır. Davacının bu kademeli ve duraksamaya yol açan beyanı göz önünde tutularak öncelikle kimin yada kimler adına iptal ve tescil isteğinde bulunduğunun açıklattırılması, ortaya çıkacak duruma göre TMK.nun 701 ve 702. maddelerinin göz önünde tutulması, dava koşulu üzerinde durulması, TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarında açıklanan tüm koşulların davacı yada davacılar yararına gerçekleşip gerçekleşmediğinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde araştırılıp belirlenmesi, ondan sonra toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile eksik araştırma ve inceleme sonucu hüküm kurulmuş bulunması usul ve yasaya aykırıdır.
Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile yerel mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK.nun geçici madde 3’ün yollamasıyla HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA ve 17.15 TL peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 22.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.